by Jonathan Abrams / Çeviri: Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 19 Haziran 2023 tarihinde The New York Times‘ta yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Würzburg’ın aromatik üzüm bağları ve şehrin mimari şaheserleri, Tyrell Terry’nin Aralık ayında Almanya’nın Frankonya bölgesine yaptığı yolculukta pek dikkatini çekmedi. Bir zamanlar onun mutluluk kaynağı olan basketbol hayatı artık yıkıcı bir döngüye dönüşmüştü ve kendi acısından daha fazlasını göremiyordu. Yaklaşık 5.000 millik bu yolculuğu da arkadaşa ihtiyacı olduğu için yapıyordu.
Basketbol oynama tutkusunu yeniden doğuracak bi şey varsa o da Almanya’da profesyonel liglerde oynayan arkadaşı Nico Carvacho’ya katılmak olurdu. Terry, NBA’deki kısa zamanında arkadaş edinmekte zorlanmıştı.
Terry tek odalı dairesine yerleşirken yerlerin üzerine kar örtüsü gelmişti. Grip nedeniyle halsiz olan Terry, Carvacho ve diğer yeni takım arkadaşlarıyla beraber antrenmana devam etti. Sonra gösterdiği semptomlar devam etti.
Sabahları lavaboya koşuyor, dizlerinin üstüne çöküp kusuyordu. Kilo vermeye başladı. Bir kilo verdi. Sonra üç. Beş. Onu hayattan soğutan, NBA kariyerini elinden alan acımasız döngü geri gelmişti.
“Basketboldan keyif aldığımı hissettiren duygular bir türlü geri gelmedi.” dedi Terry sonrasında. “Dünyanın her yerinde böyle oldu.”
Yeni takımıyla yaptığı birkaç antrenmandan sonra artık çok nadir kullandığı telefonunu eline aldı. Bunun sebebi ailesinden ve arkadaşlarından gelen mesajlara bakmak değildi bile. Koltuğunda otururken gözlerinden yaşlar aktı ve şu cümleleri yazdı:
“Bu mesajı yazmak çok duygusal, paylaşmak da çok zordu,” diyerek başladı sözlerine.
Terry 22 yaşındaydı ve 1.87 boyundaydı. Bir zamanlar yetenek avcıları onu yeni bir Stephen Curry olarak görüyordu. Fakat o, basketbolu bıraktığını belirten bir mesaj yayınladı. Oyun onu önce Stanford’a, oradan da NBA’de Dallas ve Memphis’e götürmüştü. “Beni daha da yukarı çıkaracağına,” dedi Instagram’da yazdığı yazıda, “beni yok etmeye başladı.
Ve devam etti: “Bana açtığı her kapı için minnettar olsam da artık sevemediğim bir şey için bu savaşı devam ettiremiyorum.”
Depresyon ve anksiyete, NBA’in önemli konularından biri haline geldi çünkü DeMar DeRozan, Kevin Love ve Paul George gibi oyuncular bu konuda şeffaf açıklamalarda bulundular. Tenis yıldızı Naomi Osaka, yüzme şampiyonlukları bulunan Michael Phelps gibi isimler de bu konuda açıklamalar yaptılar ve bütün sporlar arasında yayılmaya başladı. Fakat sadece birkaç isim yaptığı sporu tamamen bıraktı.
Bu yüzden Terry, bir zamanlar sevdiği ve oynaması için milyonların ödendiği sporu bırakmasının sebebi olarak “aniden gelen düşünceler” ve anksiyeteyi belirttiğinde vurucu olmuştu.
Beş aydan fazla bir süre geçtikten sonra yaptığı röportajda Terry, mental sağlığının yavaş yavaş çöküşünü, babasıyla olan zarar görmüş ilişkisini ve hayatı boyunca inşa ettiği kişiliğini saklama dürtüsünü anlattı.
“Kişiliğimin o kısmını tamamen yok etmek istedim.” dedi Terry.
Başlangıç
Basketboldan emekli olduktan bir ay sonra Tyrell Terry, Minneapolis’in şehir merkezinin hemen dışında yer alan, erimek üzere olan karların üzerindeyken Five Guys adındaki hamburger restoranına girdi. Dediğine göre günlerinden keyif alıyordu. Ara ara ağırlık antrenmanları yapıyor fakat genel olarak uzun süreli kız arkadaşı Isabelle Florey ve köpekleri Touie ile vakit geçiriyordu. Nisan ayında Stanford’a dönmeyi planlıyordu. Bunun için “hayatımda yeni bir sayfa” tabirini kullanıyordu.
İlk sayfa bu şehirde olmuştu. Orada büyümüş, basketbol oynamayı orada öğrenmişti.
Babası Tyron Terry ve annesi Carrie Grise, Kuzey Dakota’da henüz çocuklarken tanışmışlardı ve Tyrell henüz ikili üniversitedeyken dünyaya gelmişti. Tyrell dört yaşına geldiğinde ebeveynlerinin ilişkisi sona ermişti ve Grise, oğluyla birlikte Minneapolis’e taşındı. Babası da üniversitede basketbol oynuyordu fakat kariyeri bundan sonra düşüşe geçti.
Tyrell, bir mutluluk kaynağında çok bir yük gibi hissederek büyüdü. İnsanlarla güçlü bağlar kurmakta zorlandı, güçlü bağlar kurduğu insanları da tutamadı.
“Erken yaştayken doğmadığım senaryoda ebeveynlerim için hayatın daha kolay olacağının farkındaydım.” diyor Tyrell. “Belki de babam basketbolda ilerlerdi. Annemin mezun olması bu kadar zor olmazdı.”
Fakat aynı zamanda doğuştan gelen muhteşem bir yeteneği vardı. Minnesota’dayken Terry, Grise’ın eski sınıf arkadaşı Larry Suggs’ın açtığı bir basketbol takımına girdi. Suggs’ın dediğine göre Terry “uykusunda bile basketbol oynayabilirdi.”
“Her zaman en özgüvenli isim o değildi fakat o kadar iyi oynuyordu ki o özgüvenli çocuğu o sanardınız.” diyor Suggs.
Terry aynı zamanda muhteşem bir öğrenciydi de. Bir keresinde Suggs’tan basketbol maçından izin istemişti, sebebi ders için yaptığı roket projesini ateşlemekti.
Suggs’ın takımındaki çocuklar ortaokulda Minnehaha Akademi’ye geçti ve takımın oyun kurucusu olarak Terry işleri yürüttü. Fakat yıllar boyunca Suggs’ın çocuğu Jalen’ın gölgesinde kaldığını hissetti.
“Çok yakındık fakat o, benden önce başardı,” diyor Terry. “Benden önce doğru zihin yapısına girdi, özgüven, yetenek seti, fizik… Hepsi benden önce ona geldi. İnsanlar küçük yaşlardan itibaren onun harika olacağını biliyordu.”
“Benim için sürekli ‘Robin’ olmak zordu.”
Terry’nin Suggs ailesiyle kurduğu ilişkide yaralar vardı fakat Larry ve Jalen bunları göremezdi. Sekizinci sınıftan sonra Terry, DeLaSalle Lisesi’ne geçti ve bu kararında onlarla hiç konuşmadı. Terry, bir röportajında Jalen NBA’e geldikten sonra tekrar iletişim kursa bunun olgun bir davranış olmayacağını söyledi. Fakat aynı zamanda Larry ve oğlunun canı yanmıştı.
“Her şeyi onunla tecrübe ettim,” diyordu Jalen ve aynı üniversiteye gitme ihtimallerini konuştuklarından da bahsediyordu. “Zordu. Farklıydı. Tam olarak anlayamadım ya da kabullenmek istemedim. Dürüst olmak gerekirse başlarda kırgınlığım da oldu.”
Larry Suggs da sürecin zor geçtiğini söyledi:
“Oğlumu kaybetmiş gibiydim.”