Wembanyama’dan Önceki Fransız Mucizesi: Frederic Weis’in Hüzünlü Öyküsü

19/Tem/23 12:16 Temmuz 19, 2023

Bilal Baran Yardımcı

19/Tem/23 12:16

Eurohoops.net

Eurohoops Çeviri, Victor Wembanyama’dan 20 sene önce Fransa’nın büyük potansiyeli olarak görülen Frederic Weis’ın ailesi, eşi, otizmli çocuğu ve en çok da kendisiyle yaşadığı problemleri inceliyor; o karanlık günlerden çıkışını hikayeleştiriyor.

by Sam Borden / Çeviri: Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net

Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Bu yazı 24 Haziran 2023 tarihinde ESPN‘de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.

Mayıs ayında bir pazar günü, Paris’teki Accor Arena yıkılıyordu. Fransa’nın genç fenomeni Victor Wembanyama, maça ısınırken tribünlerde binlerce insan onun için tezahürat yapıyordu.

Wembanyama turnikesini bırakırken saha kenarında dikilen benzer boylarda bir adama hafifçe dokundu: 2.18 boyundaki Frederic Weis’i fark etmemek imkansızdı. Maçı yorumlamaya hazırlanıyordu. Wembanyama ısınırken onu yakından takip ediyordu.

Boy dışında Weis ve Wembanyama’nın oyun stilleri arasında bir benzerlik yoktu. İnce ve uzun bacaklı Wembanyama, tek bir antrenmanında Weis’ın kariyerinde denediğinden daha fazla orta mesafe ve üçlük deniyordu. Sert ve çarpışmalı post oyunu 1990’larda Weis’ın basketbolunu tanımlayan şeydi. Günümüzde ise ona göre bu tarz ölmüş durumda.

Fakat 46 yaşındaki Weis, beklentiler ve yaratılan havayı biliyordu. Hayalleri, hayallerin ne kadar çabuk sürede kabuslara dönüşebildiğini biliyordu. Wembanyama basketbolu esir almadan 20 yıl kadar önce Weis, sahne ışıklarını üzerinde olan Fransız oyuncuydu. O zamanlar Avrupa’nın en iyi uzunu olarak görülüyordu. 1999 yazında New York Knicks tarafından draftın ilk sırasından seçilmişti. Göstereceği gelişim onu şöhret ve başarıya taşımalıydı.

Bunun yerine Weis’ın hayatı kötü şans, berbat tavsiyeler, felaket kararlar ve derin bir depresyonla birlikte ailesine, oğluna, kendisine ve basketbola olan sevgisini sorgulatır hale geldi.

Weis, Wembanyama’nın eşsiz bir oyuncu olduğunu söylüyor. Yayında da Wemby için “acayip” tabirini kullanıyor. Fakat bir şey daha ekliyor.

“Bütün hayatı şu an onun önünde,” diyor Weis. “Yaşadığım bütün şeyleri düşününce bazen kendi hayatım için de aynısını düşünüyorum.”

Sekiz yıl önce Weis ile tanıştığımızda intihara kalkıştığı dönem hakkında uzun uzun konuştuk.

Paris’in 300 kilometre civarı güneybatısında kalan Limoges şehrindeydik. Weis’ın kariyeri de burada son bulmuştu. O zamanlar Weis bir bakkalda çalışıyordu. Fazla kilolu, aksi ve ümitsiz bir insandı.

Onunla otururken karşınızda sadece dört yıl önce emekli olmuş çok yetenekli bir oyuncu varmış gibi hissetmiyordunuz. Eğer Knicks taraftarı değilseniz ya da 1990’ların sonunda EuroLeague izlemiyorduysanız Weis’ı sadece tek bir şeyden bilebilirsiniz: Vince Carter’ın 2000 Olimpiyatları’nda “Ölüm Smacı”nı üzerinden vurduğu isim ta kendisiydi. Fakat Weis’ın basketbol hayatı bundan çok daha şöhretli ve karmaşıktı.

Fransa’nın güneyinde büyüyen Weis, yaşıtlarına göre inanılmaz boy atmıştı. Basketbol ona resmen tanrı vergisiydi. Babası yerel bir takımda oynuyordu, kız kardeşi ise muhteşem bir oyuncuydu. Tabii ki o da oynayacaktı. Bir dev başka ne yapabilirdi ki? Yedi yaşındayken 2.43’lük potalara çift el smaç basabiliyordu. 10 yaşına geldiğinde ise normal potalara smaç basabilmeye başladı.

Koçlar ve yetenek avcıları ona eşsiz bir yetenek olduğunu söylediğinde Weis basketbolu sevmeye başladı. 14 yaşında Fransa’nın alt liglerinde oynayan profesyonel basketbolculara karşı oynamak için evden ayrılmıştı. 17 yaşında birinci ligde yer alan Limoges ile imzaladı ve Knicks onu draft etmeden önce 13 sayı, 7 ribaund, 1 blok ortalamaları tutturdu. 22 yaşındaydı.

2015’te Limoges’e geldiğimde Weis’ın hayatında Knicks onu seçtikten sonra yaşanan şeylerin dönüm noktası olduğunu düşünüyordum. Çünkü Weis, onca beklentiye rağmen Knicks ile anlamlı bir maça çıkamadı, NBA’de hiçbir etki bırakamadı. Amerika’da bir yıldız olmak yerine can alıcı bir şey olmuştu. “Bust” bile denmezdi, daha kötüsüydü: Hatırlanmıyordu.

Weis’ın Avrupa’da devam etme kararının altında yatan detaylar kimle konuştuğunuza göre değişen uzun ve karışık hikayeler içeriyor. Bu hikayeler çelişkili bir menajer, karışık iletişim hatları ve Weis’ın verdiği kötü kararları (Kendisi “berbattı” diyor) içeriyor. Fakat sonuç net: Weis şaka gibiydi.

Çoğu Knicks taraftarı o draftta Ron Artest’i takımda görmek istediği için Weis’tan seçildiği anda nefret etmeye başladı. Aylar geçtikçe ve Weis, NBA’e gelmedikçe bu nefret daha arttı. The New York Post kendisine kapakta yer verdi ve başlık olarak “YUMURTALI EKMEK” tabirini kullandı.

Herhangi bir insanın kellesini almak çok kolaydı, Weis hakkında da basit bir anlatı dolaşmaya başladı: O, NBA’e gelmekten korkan zavallı bir Fransız basketbolcuydu, Carter tarafından rezil edildikten sonra sinmişti. Bu anlatıyı yakalamak kolaydı ve doğru olmasa da yayıldı.

Weis’ın kendisini öldürmeye çalışmasının sebebi bana Limoges’te söylediğine göre Knicks ile alakasızdı. YouTube videolarına “Bir Oyuncunun NBA Kariyerini Bitiren Smaç” başlığıyla yer alan o dehşet smacın da konuyla hiçbir alakası yoktu.

Weis’ın dediğine göre ölmek istemesinin bunlarla hiçbir alakası yoktu. Her şey Enzo ile alakalıydı.