Tanıklar, Ülkerspor’u Anlatıyor: Kuruluş, Yolların Kesişmesi, Altyapı ve Ersan İlyasova (Bölüm I)

04/Eyl/23 11:03 Eylül 4, 2023

Bilal Baran Yardımcı

04/Eyl/23 11:03

Eurohoops.net

Eurohoops Fırın, 1993’te açılıp 2006’da kapanan ve ülke basketbolunda büyük izler bırakmış olan Ülkerspor’un tarihini, tanıklarıyla konuşarak sizlerin huzuruna getiriyor.

by Semih Tuna / stuna@eurohoops.net

1993 yılında Ülker Grubu’nun 1 numarası Sabri Ülker’in yanına basketbol aşıkları oğlu Murat Ülker ve damadı Orhan Özokur, bir basketbol takımı kurma niyetiyle geldiler.

Sabri Bey’e çekinerek konuyu açtılar. Ondan ise beklemedikleri bir yanıt aldılar. Murat Ülker, Sabri Bey’in o sözlerini şöyle aktarıyor: “Kuracağınız takımın şampiyon olması şartıyla, ‘evet’ diyorum.”

****

Parkede 13 yıl boyunca kıran kırana maçlar yapmalarından çok evvel Ülker ve Anadolu Grubu, Nasaş isimli bir alüminyum şirketi kurdu. Bu şirketin ayrı dönemlere yayılmış 5 yıl süreyle basketbol liginde de bir takımları bulunuyordu.

Sabri Ülker’in ticaretteki ortağı, parkede ise rakibi olacak Anadolu Grubu’nun sahibi Tuncay Özilhan, bir öneriyle geldi: “Nasaş Kulübü’nün Ülker Grubu tarafından alınması için yaptığım öneri kabul gördü. Önce Sayın Orhan Özokur’u ikna ettik, ardından da Sabri Bey’i… Kısa bir süre sonra Nasaş Kulübü’nün adı “Ülkerspor” oldu”.

1993’te, Ülker fabrikasının bir katında başlayan operasyonun ünü, Edirne’nin ötesine taştı.

****

Ülkerspor, 2006 yılında Efes Pilsen’i mağlup ettikten sonra da A Takım faaliyetlerini kapanma kararı aldı. Ülkerspor, basketbola ilgi duymaya başladığımda dönemde Harun’uyla, Haluk’uyla, Booker’ı, Koturovic’i ve çok daha fazlasıyla bende iz bırakmış bir takımdı.

O dönemin tanıkları, bugün Ülkerspor’u anlatıyor.

Bu vesileyle bu geniş dosyaya konuk olan Çetin Yılmaz, Murat Özyer, Selçuk Ernak, Tolga Öngören, Orhun Ene, Harun Erdenay, Tutku Açık ve Oğuz Savaş’a teşekkürlerimizle…

Hazırsanız başlayalım.

Ed. notu: Yazımız çok uzun olduğundan dolayı siz değerli okuyucularımızın deneyimini kolaylaştırmak için bu makaleyi ikiye bölmeyi uygun gördük.

Bugün, Ülkerspor dosyasının ilk bölümünü yayınlıyoruz. Bu bölümde kulübün kuruluşuna, yolların kesişmesine, altyapı projesine ve Ersan İlyasova konu başlıklarını bulacaksınız. 

Haftaya Pazartesi yayınlanacak olan diğer bölümde ise tanıklarımız; şampiyonluklar, anılar, kapanış ve kapanışın artçılarını anlatıyor olacak. 

Kuruluş zamanı

Eczacıbaşı, Çukurova, Paşabahçe ve daha birçoğu… Ülke basketbolunda 1975 yılından itibaren birçok farklı müessese kulübünü gördük. Bazıları aktif yaşantısına son verdi, bazıları ise hala mücadele ediyor. Ülkerspor da 1993 yılında, Nasaş’ın haklarını devralarak ligimize giriş yaptı. Hem büyük, hem de güçlü isimlerle birlikte…. Bu proje nasıl ortaya çıktı? Ülker grubu neden spor yatırımlarının önemli bir kısmını bu kulübe ayırdı? Eczacıbaşı’nın, Efes Pilsen’in, TOFAŞ’ın başarıları onları bu yola mı itti?

Çetin Yılmaz (Ülkerspor’un ilk başantrenörü, 1993-99): Hiçbir şey bir tane nedene bağlı değildir. Anlatacağım her şey hem sporla hem de yaşamla, politikayla, iş yaşamıyla iç içedir. Ben bir sosyologum. Dolayısıyla bu tür olaylara bu tür bakış açısıyla bakmaktan kurtulamıyorum. O yüzden sırf basketbol gözüyle bakmayı beceremiyorum. Toplumsal olaylardan soyutlayamıyorum. O nedenle Ülker’i ‘Paşabahçe var, Çukurova var, Eczacıbaşı var biz de olalım’ gibi tek bir nedenle açıklayamayız. Bu, nedenlerinden birisi olabilir tabii. İş dünyası da olabilir.

Güçlü, para kazanan kurumların toplumsal hizmet yapma eğilimleri oluşuyor. Tüm zenginler kötüdür diye katılmadığım bir yaklaşım var maalesef. Bu, toplum sayesinde kazandıkları ekonomik gücü yine topluma verme isteği olabilir. Bunu da gözlemlediğimi söyleyebilirim. Sonuçta bir altyapı kuruyorsun 200 tane oyuncun oluyor. Esasında 200 tane çocuğu sigaradan, içkiden kurtarıyorsun. Bir de onlara eğitim veriyorsun. Bu sosyal nedenler olabilir. Ayrıca yöneticilerin basketbola olan ilgisi olabilir. Ülker’de bunu gözlemlemiştim.

Murat Özyer (Ülkerspor yardımcı antrenörü ve son sezon başantrenör (1993-2006): Ülker, yine bir müessese takımı olan Naşas’ı satın alarak giriş yapıyor. Bundan daha önemlisi bence kurucu durumda olan Orhan Özokur’un basketbolu çok sevmesi. Tuncay Özilhan ile yaptıkları iş ilişkilerinde basketbol üzerine yaptıkları sohbeti de düşününce bence Tuncay Bey’in de burada bir katkısı olduğunu düşünüyorum. Ülker kapanana kadar da çok sıkı görüştüler. Ülker firması, bebe bisküvisi yemeye başladığı andan itibaren hayatının sonuna kadar herkese dokunabilecek bir şirket. Bu vizyon ve Orhan Bey’in basketbol sevgisiyle bir hamle yapılıyor.

Orhun Ene (Ülkerspor oyun kurucusu, 1993-97): Ülker’de o zaman sporu seven insanlar vardı. Güçlü bir şirket. Onlar da spor branşı olarak basketbolu kendilerine yakın görüyordu. Muhakkak onların da sporu sevmelerinin de etkisi var ama o zaman müessese takımlarının basketbola hakim olduğu dönemlerdi. O yüzden bunun da etkisi vardır. Ancak yine de bu tip müessese takımlarının da olabilmesi için muhakkak bu sporu seven yöneticilerin de olması gerekiyor.

Harun Erdenay (Ülkerspor skorer guardı, 1993-04): Bence Ülker iyi hamle yaptı o zaman. Gençlere yönelik bir markaydı ve basketbol takımıyla bilinirliği ve popülerliği arttı. Eczacıbaşı’nın başarısını, yetiştirdiği oyuncuları ve uzun yıllar şampiyonluklara koyduğu damgayı herkes hala konuşuyor. Aynı şekilde Çukurova, o bölgenin yıllarca en iyi takımı oldu. Bu tip müessese takımları bence basketbola renk kattı, basketbolun çıtasını yukarıya çıkardı. Ülker’in hamlesi hem kendileri hem de basketbol açısından çok önemliydi.

Tolga Öngören (Ülkerspor başantrenörü, 2001-03): TOFAŞ ve Efes gibi markaların basketbola yaptığı yatırımlarla marka değerlerinin nereye gittiğini gören Ülker adına da bu marka değerini güçlendirmek için böyle bir alana yatırım yapmanın onlara akılcı gelmiş olduğunu düşünüyorum. Zaten ben kulübe girdikten sonra genel menajerimiz Lütfi Arıboğan’ın da sohbetlerimizde bahsettiği şey, yapılan araştırmalarda basketbola yatırımdan sonra toplumdaki pozitif algısının çok değiştiği adınaydı. Bu önemli bir çıktıydı.

Selçuk Ernak (Ülkerspor A Takım yardımcı antrenörü ve altyapı takımları başantrenörü, 1995-06): Bir kere öncelikle Eczacıbaşı’nın kapandığı dönemde ben, Eczacıbaşı’nda antrenördüm. O dönem gerçekten çok karanlık bir yazdı Türk Basketbolu için. Çünkü Paşabahçe, Çukurova ve Eczacıbaşı aynı sene kapandı. Üç müessese takımı, üç tane altyapıya yatırım yapan, A Takımı sürdüren takım… Ülker sadece sporseverlikle ilgili değil, firma imajı ve ulaşmak istediği kitleyle ilgili de sporu önemli bir araç olarak gördü. Ülker’in yöneticileri gerçekten gençlerle yapılabilecek, gençlere hitap eden projeleri önemseyen insanlardı. Dolayısıyla birinci günden itibaren altyapısından A Takıma kadar itinayla, özen göstererek emek göstererek takımı kurdular. Nasaş’ı devralmışlardı ki Nasaş, o sene Türkiye Kupası’nda final oynamıştı.

Çetin Yılmaz: Orhan Özokur bir basketbol aşığıydı. Bu, bütün Ülker ekibine geçmişti. Bugün Ülker şirketine gidin; Ali Ülker, bir basketbol koçu kadar basketbolu bilir. Şu anda Türkiye’nin en büyük şirketinin başında ama ver bir takımı, çalıştırır. Ama tabii arada bir Çetin hocasının da ona yardım etmesi lazım (gülerek). Şaka bir yana, kişilerin de basketbola olan sempatisi bunu beraberinde getiriyor. Basketbol da yükselen bir durumdaydı. Ülker ismiyle özdeşleşmesini, elit spor olmasını, basketbol sporuyla ilgilenen insanların entellektüel seviyesinin toplumun ortalamasının oldukça üstünde olması cazip kılıyor. Kendilerini kaliteyle özdeşleştirebiliyorlar.

Tabii basketbol da kendisini Ülker’le, Efes‘le özdeşleştiriyor. Yani karşılıklı bir kalitenin ortaya çıkışı var. O yüzden ben bu sorunun cevabını hepsi olarak veriyorum. Özet olarak sırf ‘kar amacıyla basketbol takımı kurduk, o zaman Ülker’in gelirlerini arttıracağız’ kaygısıyla değildi. Basketbolun gücü de o değil yani. Ekonomik kaygı bunların içindeki en düşüğü. Artı bir de şu var: Ülker olarak sahaya çıktığınızda Beşiktaş‘ı Fenerbahçe‘yi Galatasaray‘ı yeniyorsunuz. Bu, antipatik bir durum da yaratıyor. Kaç tane final maçı oynandı bu takımlarla. Sonuçta bütün salon, rakip taraftar dolunca Ülker’e karşı oluyor. Yani bu ekonomik kaygı değildi. Diğer nedenler vardı; yani topluma katkı, gençliğe katkı, basketbola katkı ve Ülker yönetiminin spora olan saygısı ve sevgisi olarak görüyorum.

(Diğer müessese kulüplerinden farkı) Ülker’de kulübü sıfırdan kurduğumuz için sıfırdan bir kültürü oluşturmak, var olan bir kültürü değiştirmekten daha kolaydır. Var olan bir kültürü düşünün… Futboldan örnek vereyim. Manchester United’a gittiğinizi düşünün. Oranın var olan kültürünü, değerlerini değiştirmek çok zor. Ne olursan ol değiştiremezsiniz. En fazla revize edebilirsiniz Ülker’e geldiğimizde ise sıfırdı. Burada tamamen hepimizin tecrübesiyle oluşan bir kültür inşa ettik. Takımın kaptanı olan Lütfi Arıboğan çok önemli bir figür olarak oraya gelmişti. Mesela şöyle bir şey var: Lütfi Arıboğan’ı transfer ederken ben çok istememiştim, çünkü kariyerinin sonlarındaydı. Ben genç oyuncu istiyordum. Ancak asistanlarım ve Doğan Hakyemez çok isteyince, benim göremediğim bir şey olduğunu düşünmüştüm. Etrafımı çok dinlerim ve iyi ki dinlemiştim. Lütfi o zaman gelmese büyük hata yapacakmışım. Çünkü Lütfi oradan bir kaptan nasıl olur seminerini vererek ayrıldı. Orhun Ene’nin bu kültürün oluşmasında çok büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Oyuncular, koç ve yönetim arasında bir köprü kurdu. Bu üçlü yapıyı birbirine büyük bir özenle bağladı.

Murat Özyer: Burada aslında ikilemler var: Önce altyapımızı mı yapalım, yoksa direkt paramızı koyalım ve Ülker nasıl bisküvide Türkiye’de en üst noktadaysa basketbolda da direkt o noktadan mı başlayalım? Bence burada dediğim ikinci nokta oluyor. Burada Doğan Hakyemez’in her şeyi kazanmak istemesinin büyük rolü var. Orhan Bey’e ilk vizyonu vermesi anlamında… Sonrasında Ülker ailesi de kulübü bir evladı gibi sahiplendi. Bence müesseselerde hep Galatasaraylılık, Fenerbahçelilik, Beşiktaşlılık vardı ama Ülker’e gelen kişiler ve Ülker ailesi orayı bir aile havasındaki bir kulübe çevirdiler. Şu an bile herkes birbirinin yardımına koşar ve iyi, kötü gününü paylaşır halde.

Harun Erdenay: Ülker işe daha kurumsal baktı. Paşabahçe daha bir gençlik takımıydı. Paşabahçe bir mahalle takımıydı da aynı zamanda. Orada daha gençlik takımı havası vardı. Orada biraz daha Fenerbahçe, Galatasaray gibi hava vardı, tam bir müessese kulübü gibi değildi. Fakat Ülker, Efes gibi tamamıyla kurumsal bir kulüptü.

Yolların kesişmesi

Az önce demiştik ya, büyük isimlerle lige bomba gibi bir giriş yapıldı. Kağıt üzerindeki kadro, ligdeki çoğu takımı kıskandıracak düzeyde güçlüydü. Fakat yazıya konuk olan değerli basketbol adamlarımızın bir kısmı kuruluşta, diğer bir kısmı ise sonraları bu ailenin içine girdi. Sahiden, yollar nasıl kesişti?

Çetin Yılmaz: Ben Fenerbahçe‘de koçtum. Lig finali oynanıyordu o sırada. Ben de finalleri oynamaktaydım ve o sırada Fenerbahçe‘nin de menajeri Doğan Hakyemez’di. Doğan Hakyemez ile görüşüp ‘Biz transfer yapmak istiyoruz, takım kuracağız seni de menajer olarak almak istiyoruz’ diyorlar. Doğan Hakyemez de kabul ediyor. Antrenör olarak da öneri istiyorlar ve ben de o 3 antrenörün arasındayım. Fakat benim haberim yoktu, lig devam ediyordu. Doğan Hakyemez de bana söylememişti.

Sonrasında Ülker kulübü karar verip o üç isim arasından benimle devam etmeyi seçiyor. Bu arada biz de Efes ile final oynuyoruz ve iki ABD’li oyuncumuz da ayrılmış durumda. Biz ABD’li oyuncularımız olmadan sahaya çıkıyorduk. Sakatımız da vardı. Hüsnü Çakırgil sakattı ki bugüne kadar çalıştığım en mükemmel 3 numaralardan birisiydi.

Neyse, playoff birinci maçında Doğan bana Ülker konusunu açtı. Ben de, ‘Ben maçlarla ilgileniyorum, görüşemem’ dedim. O da ‘Hocam görüşmen lazım, transfer etmek istiyorlar’ dedi ama ben ona, ‘Playoff oynuyoruz, etik olarak doğru değil, maçlar bitince görüşürüz’ dedim. Doğan Hakyemez de kızdı bana, ‘O zaman gidip başka koçlarla anlaşırlarsa karışmam’ dedi. Ben de tamam dedim ve sonra maçlar bitince gidip görüştük. Onlar kontratla ilgili konuşurken ben de, ‘Bakın siz beni almak istiyorsanız, ben de buraya gelmek istiyorsam bu en kolayı. Ben, Türkiye’de ulaşabileceğim hedeflerime ulaştım. Şampiyonluk yaşadım, finalleri yaşadım ama gözüm Avrupa’da. Böyle takım kuracaksanız seve seve gelirim’ dedim. Kendi hedeflerinin de benimkiyle aynı olduğunu bana aktardılar ve bu konuda bir söz verdiler. Bu sözlerinden de hiç dönmediler. Ülker kulübü ve yönetimi ağızlarından çıkan ifadenin sonuna kadar her zaman arkasında oldu.

Fenerbahçe’de 5 yıldır çalışıyordum ki o tür kulüplerde 2-3 yıldan fazla kalınmaz, hemen gönderirler adamı. Başkana, ‘Başkanım benim gözüm Avrupa’da. Önüme bir fırsat çıktı. Bütçemiz var mı bana dürüstçe söyler misiniz?’ dedim. O da yok dedi ve ben de izin istedim, hayalim var dedim ve başkanın onayını alarak gittim. Çok net şekilde. Ben hiç diğer türlü şeyler düşünmedim. Yani seyirci bağıracak, bağırmayacak gibi şeylere bakmadım. Ben bir profesyonelim. Fenerbahçe’ye elimden geleni, verebileceklerimi verdiğimi düşünüyorum ki onlar da bana verdi. Doğada her şey sonludur, çünkü doğada her şey değişim halindedir. Değişim demek de bir şeyin bitişi yeni bir şeyin başlangıcı demektir. Fenerbahçe’de artık süre dolmuştu. Oradan da güzel şekilde ayrılıp Ülker’e gittim.

Harun Erdenay: İlk sene Ben Fenerbahçe ile çoktan imzalamıştım. Ülker kurulmuştu ve biz de heyecan duymuştuk. İkinci sene Ülker’e gittim.

Orhun Ene ile çok yakın arkadaştık. Paşabahçe’ye gitmemde de Orhun büyük etken olmuştu, Ülker’e gelmemde de büyük etkisi vardı. Bir de tabii rahmetli Doğan Hakyemez. Doğan Hakyemez çocukluğumdan beri sevdiğim bir insandı, babamın da arkadaşıydı. Doğan Hakyemez ve Çetin Yılmaz’ın olması da etkendi. Ülker beni çok cezbetmişti.

Ülker’in ortamı aile ortamı gibiydi. Çok sevmiştim o ortamı. Daha iyi kontratlar alabilirdim. Hatta TOFAŞ bana çok yüksek bir kontrat teklifi de yapmıştı ama Ülker’de mutluydum, huzurluydum. Ülker bana o imkanı sağlamıştı, o yüzden hiç ayrılmayı düşünmedim.

S.Apaydın, H.Yıldırım, L.Arıboğan, O.Ene

Orhun Ene: Ben Fenerbahçe’den Ülker’e geçmiştim. Fenerbahçe’de bir sezon oynamıştım. O zaman basketbolda Fenerbahçe, müessese takımlarıyla mücadele ediyordu. Tabii o dönemlerde camia takımlarının kaynak yaratması zor oluyordu, sponsorluk anlaşmaları bu kadar gelişmemişti. Herhangi bir kulübe sponsor olmak, o takım taraftarı ve camiasında pozitif ilgi çekebiliyordu ama diğer camialarda tepki çekebiliyordu.

Ticari anlamda esasında müesseseler bunun negatif bir etki yaratacağını düşünüyordu ve onun için kendi kulüplerini koruyorlardı. Şimdiki gibi sponsorluk anlamında taraf olma kısmı daha farklı çalışıyordu. Fenerbahçe’de bir sezon oynadıktan sonra Ülkerspor’un kurulmasıyla birlikte teklif aldım. Fenerbahçe’nin de bütçe anlamında zorlandığı bir dönemdi.

Beni Çetin Ağabey ve Doğan Ağabey ikna etti. Biz iyi sezon geçirmiştik, final oynamıştık. O finali oynarken de yüksek bütçeli takımlar vardı ve ekonomik anlamda da zorluklar yaşanmıştı. Ona rağmen finale kadar gelmiştik. Finalde de Efes Pilsen’e karşı yabancı oyuncularımızı serinin birkaç maçında oynatamamıştık ve sonrasında da Fenerbahçe küçülmeye gitti. O küçülme kararı sonrasında yeni kurulan bir takım olarak Ülker’in Nasaş’ı almasıyla bir teklif geldi. İyi bir teklif ve proje sundular. Bunun sonucunda oraya geçiş yaptım.

Tolga Öngören: ABD’de koçluk eğitimi almıştım. Döndükten sonra TOFAŞ’a koç oldum. İlk sene asistan koçtum, ikinci sene başantrenörlük yaptım ve şampiyon da olduk. Ardından TOFAŞ’ta faaliyetler durduruldu. A Takım liglerden çekildi 2000 yılında… O dönem milli takımda da asistan koçtum. TOFAŞ’ın altyapısında çalışmaya başlamıştım. 1 sene sonra Ülker bana başantrenörlük teklif etti ve yollarımız öyle kesişti.

Tutku Açık (Ülkerspor oyun kurucusu, 1994-2005): Beni Antalya’dan almışlardı, ben 13 yaşındaydım. Yöneticilerle, antrenörlerle, geniş bir scout ekibiyle oyuncu takipleri iyiydi. Ben, Antalya’dan ailemi bırakarak tek başıma geldim, çok zorlandığım dönemler oldu ama kulüpte bir aile ortamı vardı.

Selçuk Ernak: Ülker girdiğinde ben orada değildim, Galatasaray‘daydım. Galatasaray‘da son senemde sevgili Ekrem Memnun ile birlikte Aydan Siyavuş’un asistan koçuydum. Altyapıda uzun süredir çalışırken o sene A Takım’da görev vermişlerdi bana. A Takım’da kaptan Lütfi Arıboğan’dı. Bizim Lütfi ağabey ile geçirdiğimiz sene birbirimizi tanıma fırsatımızı geliştirdi ve senenin sonunda Lütfi Arıboğan basketbolu bırakarak Ülker’e genel menajer oldu. Genel menajer olduğunda da o kuruluştaki kadrolarda bir takım değişiklikler yapma ihtiyacı hissetti. Hem A Takım kadrosunda hem koçta hem de altyapıda, yani tüm birimlerde değişiklikler yaptı. Bu fikrin uzantısı olarak da bana bir teklif yaptı. Hatta bana altyapıda hangi takımı çalıştırmak istediğime dair bir seçenek sundu. Ben de ona yıldız takımla beraber ilerlemeyi hayal ettiğimi anlattım ve antrenörlüğe başladım. İlk senemizde şampiyon olduk. Çok kıymetli isimlerle çalışma fırsatım oldu, çok yetenekli bir takımdı. Sonrasında da Ülker kapanana kadar 10 sene boyunca Ülker’de çalıştım.

Altyapı projesi

Ülker, olaya sadece A takım başarısı diyerek el atmamıştı. Vazgeçilmesi teklif dahi edilemez noktalarından birisi de altyapıya olan önemdi. Değerli koçların, Topkapı’daki fabrikada ülkeye ve milli takımlara damgasını vuracak değerli oyuncular yetiştirdiği bir basketbol yuvasıydı Ülker: Alaeddin Yakan, Selçuk Ernak… Yeşilyurt ile olan organik bağı. Çok fazla Türkiye şampiyonluğu, dünya liseler arası turnuvalarda başarıları… Nasıl bir düzen, nasıl bir işleyiş, nasıl bir bakış vardı?

Murat Özyer: İlk altyapıya geldiğimizde Nejat Sayman Efes Pilsen’den, ben de Galatasaray’dan gelmiştim. Galatasaray’da Florya çevresindeki çocuklardan kurulu bir altyapı düzenine sahiptik. Efes Pilsen’de ise nerede olursa olsun belli yaş gruplarını İstanbul’a alarak lojmanda konaklandırma vardı. Nejat Sayman’ın bunu Ülker’e getirmesiyle biz de bunu tecrübe ettik. Efes tarzında, dışarıdan gelen çocukların daha çok olduğu bir altyapı haline geldik. Bu da zaman içinde oturdu. Yeşilyurt’la birlikte de altyapıda büyük bir hamle yapıldığını düşünüyorum. Bu 13 senede Zaza ve Ersan İlyasova’nın NBA’e gidişinin, isimleri geçen oyuncular olmasının da güzel bir yanı olduğunu düşünüyorum. Ülker’de her sene altyapıda gelişim sağladık. Hatalarımızdan ders alıp sonrasında da ona göre yatırım yapmamız sayesinde kocaman bir takımı Alpella olarak Ülker, Fenerbahçe‘ye hediye etti. O, 2 sene boyunca Basketbol Süper Ligi’nde oynayabilecek bir kadro hediyesiydi. Ülker’in altyapıya yaklaşımı pozitif anlamda değerlendirilebilecek bir konuydu.

Çetin Yılmaz: Oradaki yapıyı hep beraber biz kurduk. Murat Özyer, Selçuk Ernak, Nejat Sayman, Aleaddin Yakan, oranın menajerleri, kimler varsa hep beraber yaptık. Yalnız NBA’e giden oyunculara bir bakın rastlantı mı? Diğer NBA’e giden oyuncular da Anadolu Efes‘ten, Aydın Örs’ün organizasyonu… Bütün bunlar raslantı olabilir mi? NBA’e giden yeni ve eski bütün oyunculara baktığınızda çok büyük bir ağırlık Efes, Ülker ve orada çalışan altyapı antrenörlerinin yetiştirdiği oyuncular olduğunu göreceksiniz.

Tolga Öngören: Bence asıl bakılması gereken yer Ülker’in altyapı operasyonlarıyla Türk Basketbolu’na kazandırmış olduğu basketbolcular, antrenörler ve yöneticilerdir. Şu anda bile bu isimlerin basketbolda yer aldığını görüyoruz. Burası bence çok daha kıymetli. Basketbol için baktığınızda şampiyonluktan daha kıymetli çünkü basketbola insan yetiştiriyor. Oyuncular tarafına baktığınızda, Ersan ve Zaza gibi uzun yıllar NBA’de iş yapmış oyuncular yetişti. Bu çok kıymetli. Başka Türk oyuncular da yetişti. Oyuncu olarak konuşmak gerekirse Ülker A Takımı’nı o dönemler takımda uzun yıllar forma giymiş ve başarılı olmuş Orhun Ene ile Harun Erdenay’ı göz ardı etmemek lazım. Onların hem profil olarak hem de sportif anlamda kazanmış oldukları başarılardaki liderlikleri bence çok önemliydi.

Harun Erdenay: Ülker altyapıya en başından beri önem verdi. Zaten her zaman altyapıda da iyi koçlar görev yapmıştı o zamanlar… Ülker, altyapı için de müsaitti. Oyuncuların kalabileceği, yemek yiyebileceği yerler vardı ve iki tane NBA oyuncusu çıktı. Onun yanı sıra Tutku Açık gibi milli takımlarda uzun süre oynayan bir oyuncu yetişti. Liglerde uzun süre oynayacak oyuncular da çıktı. Altyapıya önem veren bir kulüptü ve devam etseydi daha da çıkardı. Ülker birçok oyuncuyu Türk Basketbolu’na kattı. Organizasyon çok güzeldi. Başkan Orhan Bey de bu işi çok severek, kalpten yapıyordu.

Orhun Ene: Müessesenin altyapıya da bu yatırımı yapması çok değerli. Marka olarak ilgiyi çeken yer Avrupa kupası ve ligde de A Takım seviyesinde sonuç almaktır. Bunun yerine altyapılarda da yatırım yaptı, oyuncu yetiştirdi ki buralarda da değerli antrenörler çalıştı. Ülker’in Türk Basketbolu’na değerli hizmetleri var. Ligde böyle bir takımın olması, ekonomik anlamda sorumluluklarını yerine getirmesi -ki o dönemde kulüpler sezona başladıktan sonra ekonomik anlamda sıkıntılar yaşıyordu, başladığınız kadroyla sezonu bitiremiyordunuz-…

Baktığınızda rekabetçi ortamda birçok takım, kendi kurulduğu gücünün çok altında bir kadroyla ligi bitirmek zorunda kalıyordu. Onun için sadece altyapı ve oradan çıkardığı oyuncular değil, aynı zamanda üst seviyede de bu düzenli yapısı ve sorumluluklarını yerine getiren, altyapısını her zaman güçlü tutan ve buradan oyuncu yetiştiren bir kulüp olmak önemliydi – ki öyle de oldular- . Bu oyunculardan 2 tane NBA oyuncusu da oradaki değerli altyapı antrenörleri tarafından yetiştirildi. A Takımı destekleyen altyapı takımları da kuruldu. Çok değerliydi.

Tutku Açık: Çalışma ortamı çok iyiydi. Salonumuz vardı ve evler de gayet güzeldi. Özel ilgi de vardı. Özellikle de bireysel anlamda bu vardı. Ben okul gitmeden önce sabah 6-7 gibi özel idmanımızı yapıyorduk, sonrasında akşam da aynısını tekrarlıyorduk. Hem antrenör bazında hem de kulüp bazında her şeyin düzgün olması lazım oyuncu yetiştirebilmek için. Oyuncuların oraya aidiyet hissetmesi lazım. Tabii ki işin başka yönü de geleceği görebilmek, bunu hissedebilmek… Burada da tabii ki orada çalışanlar, antrenörler ve oyuncu seçimlerindeki başarıları da yer alıyor.

Oğuz Savaş (Ülkerspor pivotu, 2000-2006): Çok güzel bir ortamı vardı. Klişedir ama aile ortamıydı. Staffla oyuncular arasında çok önemli bir bağ vardı. Daha sonra Aleaddin Yakan’ın altyapıya gelmesiyle çok önemli organizasyon kuruldu. Aleaddin Yakan bizimle çok ilgilenirdi. Biz sabah okula gidip, öğlen çıktıktan sonra idman yapardık, daha sonra akşam da yapardık. Demek ki iyi potansiyelli oyuncular da bir araya gelmiş. Çok güzel bir jenerasyon da yakalanmıştı. 2000’den önce Efes’in hakimiyeti vardı ama sonrasında Ülker’in hakimiyeti oldu.

Zaza Pachulia ve Ersan İlyasova

Ersan İlyasova ve Zaza’nın keşfi

Ülkerspor’un altyapısıyla alakalı basketbol adamlarımız fikirlerini söyledi. 13 senede 2 kalburüstü NBA oyuncusu, hiç de fena değil. Evet, Ersan İlyasova ve Zaza Pachulia’dan bahsediyoruz. Şimdi sözü onların keşfine öncülük eden adama, Selçuk Ernak’a bırakalım. Oyuncular buraya nasıl geldi?

Selçuk Ernak: Zaza’yı bizim A Milli Takımımız Gürcistan’a maç oynamaya gittiği zaman bir sürü basketbol adamı görmüş. Çünkü Zaza, Tiflis’te bir Türk kolejinde öğrenciydi. Çok eğitimli bir ailenin çocuğudur. Biz çabuk davrandık. Ülker altyapısına belli bir kaliteyi getirmek için oralarda daha disiplinli davrandık. Haber alır almaz hemen organizasyonu yaptık, Tiflis’e gittik. Hatta gittiğimizde de orada yerel bir tatilmiş, okulda kimse yoktu. Okuldaki insanları ve o insanlar aracılığıyla Zaza’yı bulduk. Zaza’nın ailesiyle irtibata geçtik ve niye orada olduğumuzu anlattık. Zaza ile ilgili nasıl hayaller kurabiliriz onu anlattık. Ailenin de eğitimli ve sporcu kökenli olması bize çok yardımcı oldu.

Sonrasında onları İstanbul’da da misafir ettik. O iki ziyaret sonunda da biz, Zaza’yı Türk vatandaşı olup Ülker’de oynamaya ikna ettik. Zaza’nın diğerlerinden farklı olarak şöyle bir şartı vardı, ‘Ben, Türk vatandaşı olarak burada oynarım ama kendi Milli Takımımda oynamak istiyorum’ diye bir şart koştu bize. Ülker yönetimi de kabul etti. Ardından uzun bir süreçte Zaza, Ülker’de hem altyapıda hem de A Takımda oldu. Tabi NBA gerçek bir hedef ve Zaza’nın belki birkaç sene daha burada oynayarak gitmesi onun da rotasını değiştirebilirdi. Fakat Zaza 14 yaşında koyduğu hayallerin peşine koşmuş bir adam ve bunun sonunda da aslında Ülker A Takımı’nda çok fazla oynamadan NBA’e gitti.

Ersan İlyasova’nın hikayesi bambaşka. Bizde Zaza’nın bulunması ve Türkiye standartlarının üstünde kalitede bir oyuncu olmasından dolayı altyapı olarak iştahımızın kabardığı bir durum ortaya çıktı. Ülker firmasının beraber iş yaptığı Özbekistan’da bir Türk firması, orada bir takımın sponsoruydu. Onları misafir ettik. Onların A Takımıyla bizim genç oyuncularımız bir maç oynadı. Ben o şirketin yöneticileriyle tanışma fırsatı buldum ve tabii onlara hemen Zaza örneğini anlatarak Özbekistan’da böyle bir şansımızın olup olmadığını, bize yardım edip etmeyeceklerini öğrenmeye çalıştım.

Açıkçası yardım etmeye isteklilerdi fakat çok bilgi sahibi değillerdi. Ben yaklaşık 10 kez Özbekistan’a gittim. Önce bu takımla beraber bir şeyler yapmaya çalıştık. Hatta o takımda halihazırda oynayan Sergei Karaulov vardı. Sonrasında Karaulov draft oldu fakat onu bizim Türkiye’ye getirmemize takımın teknik patronları izin vermemişti. Biz de başka hedeflere yönelmek durumunda kalmıştık. Fakat buradaki gibi bir altyapı organizasyonu Özbekistan’da yoktu. Bu bahsettiğimiz firmanın da hedef kitlesi gençlerdi, çünkü gençlere hitap eden işler yapıyorlardı. Bana Özbekistan’ın coğrafi olarak 6 bölgesini verebileceklerini söylediler. Ben de Özbekistan’da 6 bölgede onların sponsorluğunda basketbol kampları yapmayı önerdim ve kabul ettiler. Bir tane eskiden Sovyetler Birliği kadın takımını çalıştırmış antrenör bulduk. Bize 6 bölgede görevlendirecek antrenörler ve yardımcılarını buldular. Dolayısıyla bu kampları yaptılar ve bu kampların sonunda antrenör 42 tane oyuncu seçip onları Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te topladı. 10 günlük bir kamp yapıldı ve ben de o kampa gittim. 42 kişi içinden de Ersan İlyasova’yı seçtim. Hikayenin devamını biliyorsunuz.

Ersan İlyasova

Ersan, Ülkerspor altyapısından çıkan en değerli oyuncu. Milli takıma ‘geldi-gelmedi’ tartışmalarının yaşandığı bu günlerde de Ay Yıldızlı formaya sahip çıkması, olabildiğince çok turnuvada takımla yer alması takdire şayan. Özbek topraklarından çıkan bu çocuk, adını NBA’e gitmeden çok daha önce duyurmuştu aslında. 2018’e kadar düzenlenen, Petrovic’ten Kukoc’a, Magic’ten Sabonis’e kadar olağanüstü oyuncuların da yer aldığı dünyanın en prestijli altyapı turnuvalarından olan Albert Schweitzer Turnuvası’nda 2004’te Türkiye’yi şampiyonluğa taşımış, en değerli oyuncu ödülünü de almıştı. NBA Draftlarında çok daha üstten gidebilirdi, geçirdiği sakatlıklar olmasaydı… Buna rağmen gayet iyi bir NBA kariyerini geride bıraktı. Peki o sakatlıklar olmasaydı ne olurdu, potansiyeline ulaşabildi mi?

Selçuk Ernak: All-Star seviyesinde olurdu rahatlıkla. Çünkü Ersan İlyasova’nın geçirdiği sakatlıklar ayak bileğinin yapısal bozukluğundan kaynaklanıyor. Bir darbe veya aksiyona dayalı değil. Ayak bileğinin dışındaki çıkık, yuvarlak kemiğin ayağına yerleşim şekli, basınca dayanacak pozisyonda değil. Ersan o kemikten 3 kere ameliyat oldu ve 2 kere de kırdı o kemiği. Mesela Ersan, NBA kontratını aldığında ve orada ilk ameliyatı olarak G-League’de oynadığı zaman Türkiye’de bir EuroLeague takımında oynayan en genç oyuncuydu. Amerikalı tıp adamları Ersan’ın ayak bileğini %40 kapasiteyle kullanabildiğini söylemişti. O sakatlıklar olmasa Ersan %100 All-Star seviyesinde bir oyuncu olurdu. Sporculuk hayatı da daha uzun olurdu tabi ama Zaza da Ersan da NBA’de çok ciddi rollerde oynamış, şampiyonluk kazanmış, gittikleri her takımda rotasyonun saygın bir noktasında olmuş çok kaliteli oyuncular. Benim için ömrümün sonuna kadar gurur kaynağı her ikisi de.

Murat Özyer: Ersan İlyasova, Avrupa’da kalsaydı belki oyunu daha farklı olabilirdi ve öyle NBA’e gidebilirdi diye düşünüyorum. Sakatlığının da tabii rolü var. Ben, Ersan ve Zaza kadar çalışkan oyuncular görmemiştim. Zaza, Ahmet Cömert’in anahtarını alarak sahada kalırdı. Aynı şey Ersan için de geçerliydi. O çalışma yeri onları bir yere getirecekti. Daha farklı bir yere gelirler miydi bilmiyorum ama onlarla yolumuzun Ülker’de kesişmesi ve telefon açtığımızda bir dostumuz olarak onların cevap vermesi hoş bir şey.

Çetin Yılmaz: Sorun kötü değil ama benim kafam böyle işlemiyor. Çünkü yaşanmamış bir şeyi yaşatıp ona göre yorum yapmayı tercih etmiyorum. Yaşadıklarına bakıyorum, bir oyuncu ne ister? NBA’e gidip, iyi paralar alıp, kalıcı olmayı ve iyi katkılar sunmayı ister ki Ersan İlyasova her şeyi yapar. Ayağını kırmasaydı bir seviye daha yüksek noktada olabilirdi ama yine de olabileceği noktaya geldi. Ayağı kırılmasa belki bir tık daha yukarıda olurdu ama LeBron başka bir şey yani. Biraz ayağının sakatlığı da bir şeyleri engelledi o da hatırladığım kadarıyla milli takıma çağırıldığında ona verilmesi gereken ara verilmemişti ki bana sorarsan sebebi o. Genç Milli Takımlarda tam yetişirken çocuğun bir nefes alıp kendini toparlaması gerekiyordu ama orada çocuğu hemen idmana başlattılar. O kemiğin, çocuğun dinlemesi gerekirdi.

Harun Erdenay: Ben 2003’te Ülker’den ayrılırken Ersan altyapıdaydı. Benim ayrıldığım dönemde A Takım’a çıkmıştı.

Ersan İlyasova enteresan bir oyuncu, çok çalışmayı sever. O zamanlar bile antrenmandan önce gelirdi, antrenmandan sonra çıkardı. O fizikle, boyla inanılmaz şut yüzdesi olan bir oyuncuydu. Bu tip oyuncular az. 4 numarada oynamasına rağmen inanılmaz bir üçlük yüzdesi olan bir oyuncuydu. Ersan İlyasova gibi bir oyuncuyu NBA hemen almak istedi. Zaten bu tip yetenekli oyuncuların Avrupa’da kalmasına çok izin vermiyorlar.

Tutku Açık: Valla Ersan’ın buralara kadar gelebileceğini düşünenler varsa; ‘NBA’e gider ve bu pozisyonlarda oynar’ diyenler varsa yanılıyordur. Çünkü Ersan jenerasyon olarak benden küçük. Bizim bildiğimiz Ersan’ın sakatlıkları da vardı ama bir tek gözüken fiziksel olarak büyük avantajı vardı. Size’ı, bileğinin yumuşaklığı, zekası, şut tekniği vs belli seviyenin üstündeydi. Tabii ki çalıştığı antrenörler, onların kendisine kattığı şeyler, tercihleri vs buralarda çok önemli. Demek ki Ersan, Allah’ın verdiği yeteneği arttırarak kendisini en üst seviyeye kadar getirebildi.

Oğuz Savaş: Olabilirdi. Ersan gerçekten çok büyük yetenekti. Benim hayatımda gördüğüm en çalışkan insandı da. Aleaddin Yakan en sonunda sahadan zorla çıkarırdı. Yarın gelmesini yasaklayıp, ‘dinlen’ derdi. Çok çalışkandı ve çok da yetenekliydi. O sakatlıklar olmasa NBA’e girişi daha ciddi bir ağırlıkla olabilirdi. Tam gireceği sene ayağından bir sakatlık geçirmişti. O seneyi tam iyi geçirememesine rağmen büyük bir yetenek olduğu için gitmişti. O sakatlıklar olmasaydı daha çok oynayarak, daha yukarıdan gidip daha büyük bir ağırlıkla girecekti lige ve belki de daha büyük kontratlar alarak daha iyi yerlere gelebilirdi.

 

Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!

NBA gündemindeki son gelişmeler için tıklayın!

2023-24 EuroLeague kadrolarına ve transferlerine ulaşmak için tıklayın!

Eurohoops’un DEV Dünya Kupası rehberine ulaşmak için tıklayın!