Tanıklar, Ülkerspor’u Anlatıyor: Şampiyonluklar, Anılar, Kapanış ve Artçıları (Bölüm II)

11/Eyl/23 10:21 Eylül 11, 2023

Semih Tuna

11/Eyl/23 10:21

Eurohoops.net

Eurohoops, Ülkerspor’un hikayesini huzurlarınıza taşımaya devam ediyor.

by Semih Tuna / stuna@eurohoops.net

1993 yılında Ülker Grubu’nun 1 numarası Sabri Ülker’in yanına basketbol aşıkları oğlu Murat Ülker ve damadı Orhan Özokur, bir basketbol takımı kurma niyetiyle geldiler.

Sabri Bey’e çekinerek konuyu açtılar. Ondan ise beklemedikleri bir yanıt aldılar. Murat Ülker, Sabri Bey’in o sözlerini şöyle aktarıyor: “Kuracağınız takımın şampiyon olması şartıyla, ‘evet’ diyorum.”

****

Parkede 13 yıl boyunca kıran kırana maçlar yapmalarından çok evvel Ülker ve Anadolu Grubu, Nasaş isimli bir alüminyum şirketi kurdu. Bu şirketin ayrı dönemlere yayılmış 5 yıl süreyle basketbol liginde de bir takımları bulunuyordu.

Sabri Ülker’in ticaretteki ortağı, parkede ise rakibi olacak Anadolu Grubu’nun sahibi Tuncay Özilhan, bir öneriyle geldi: “Nasaş Kulübü’nün Ülker Grubu tarafından alınması için yaptığım öneri kabul gördü. Önce Sayın Orhan Özokur’u ikna ettik, ardından da Sabri Bey’i… Kısa bir süre sonra Nasaş Kulübü’nün adı “Ülkerspor” oldu”.

1993’te, Ülker fabrikasının bir katında başlayan operasyonun ünü, Edirne’nin ötesine taştı.

****

Ülkerspor, 2006 yılında Efes Pilsen’i mağlup ettikten sonra da A Takım faaliyetlerini kapanma kararı aldı. Ülkerspor, basketbola ilgi duymaya başladığımda dönemde Harun’uyla, Haluk’uyla, Booker’ı, Koturovic’i ve çok daha fazlasıyla bende iz bırakmış bir takımdı.

O dönemin tanıkları, bugün Ülkerspor’u anlatıyor.

Bu vesileyle bu geniş dosyaya konuk olan Çetin Yılmaz, Murat Özyer, Selçuk Ernak, Tolga Öngören, Orhun Ene, Harun Erdenay, Tutku Açık ve Oğuz Savaş’a teşekkürlerimizle…

Hazırsanız, yazımızın ikinci bölümüne giriş yapalım…

Tanıklar, Ülkerspor’u Anlatıyor: Kuruluş, Yolların Kesişmesi, Altyapı ve Ersan İlyasova (Bölüm I)

13 sene, 4 lig şampiyonluğu

Ülkerspor, 1993-2006 yılları arasınaa 4 adet lig şampiyonluğu sığdırdı. Her geçen sene artan yatırımın olduğu düzlemde, karşılarında Efes Pilsen gibi bir dev de yer alıyordu. Araya TOFAŞ’ın kapanmadan önceki dönemini de katabiliriz. 13 senedeki 4 lig şampiyonluğu, tatmin edici miydi?

Çetin Yılmaz: Çok tatmin edici bir başarı, çünkü büyük rakipleriniz de var.. Fenerbahçe, Efes, Galatasaray, TOFAŞ gibi takımlar var. Boru gibi takımlar, koçlar var. Türk koçlarının da çok değerli olduğunu düşünüyorum. Çok saygı duyuyorum onlara. Her koçun şampiyon olması gerekmiyor. 2. olmak için de koç gerekli, diğer sıralar için de gerekli yani. Biz doğru zamanda, doğru yerde olan koçlarız. Bir de doğru zamanda doğru yerde olamayan koçlar var. O yüzden başarı olarak görüyorum. Şampiyonluk senesi 1-2 tane daha fazla olabilirdi. TOFAŞ’ın da olabilirdi. Mesela TOFAŞ 27 senedir ligde 2 kere şampiyon olabildi. Bunlar olabiliyor. Ben olaya kulüp bazında değil de genel Türk Basketbolu penceresinden bakıyorum. Ülker’in Türk Basketbolu’na da çok şey verdiğini düşünüyorum.

Daha önce de Eczacıbaşı aynı ivmeyi vermişti. Mesela Çukurova da çok şey yapmaya çalıştı ama bir Eczacıbaşı ile Ülkerspor olamadı, Paşabahçe de olamadı mesela. Eczacıbaşı o dönem çok önemli bir misyonu yüklendi ama Ülker de sadece lige değil, Avrupa’ya ve milli takıma da etki edecek şey yaptı. 2. şampiyonluğumuzu kazanırken ilk 5’imiz: Michael Anderson 31 yaşında, Harun Erdenay 32 yaşında, Haluk Yıldırım 22 yaşında, Asım Pars 21 yaşında, Kevin Rankin 22 yaşında. Velhasıl Ülker’de ilk 5’in üçü Onuralp Bitim’in yaşındaydı. Hangi spor gazetecisi yazdı ki bunu? Bunlar çıkınca da oyuna giren 6. adam da 21 yaşındaki Tolga Tekinalp’ti. Sonra da genç Tutku Açık yetişti.

Harun Erdenay: O döneme baktığınız zaman TOFAŞ da, Efes de muazzam takımlar kurmuştu ki onların yanında Fenerbahçe de aynı şekildeydi. Türkiye Ligi’nin 4-5 tane çok iyi takıma sahip olduğu dönemlerdi. 4 şampiyonluk yanında Türkiye Kupası, Cumhurbaşkanlığı Kupası gibi başarılar da var. Bence tatmin ediciydi. Avrupa’da Final Four olmadı. Final Four’un kıyısından döndüğümüz anlar oldu. Bence Ülker orayı taçlandıramadı.

Orhun Ene: Bu göreceli bir şey. Şampiyonluk anlamında baktığınızda aslında daha çok da olabilir ama karşısında Efes gibi o zaman da çok ciddi, daha önce kurulmuş kulüp anlamında da tecrübesi olan bir takım vardı. Onların da en iyi dönemlerinde olduğu bir gerçek. Koraç Kupası’nı kazanmışlardı. O dönemde de Efes ligi domine eden bir kulüptü. Çok kısa sürede bu kadar tecrübesi olmayan bir müessese olarak bence Ülker başarılıydı. Sadece A Takım seviyesindeki bir başarı olarak değil, altyapı organizasyonuyla da Türk Basketbolu’na hizmet etmiş, o dönemde değerler kazandırmış bir kulüptü Ülker. Daha çok başarılar elde edilebilir miydi tartışabilir ama geçmişte baktığınızda da, Efes‘in ilk kurulduğu döneme baktığınızda da Türkiye Ligi’nde kurulduktan sonra hemen şampiyon olabilmek kolay değil. Ki Avrupa’da da ligde de hegamonyası olan bir Efes dönemine de geldiği için ben Ülker’i başarılı olarak görüyorum. Talihsizliği hep Efes Pilsen ile karşılaştırılması oldu. Ülker; altyapısını yaptı, orada oyuncular yetiştirdi. Aynı zamanda değerli antrenörler, idari anlamda yöneticiler buralarda hizmet etti. Bence başarılıydı.

Selçuk Ernak: Şampiyon olamadığı senelerde de Ülker’in 1-2 sezon haricinde hep final oynadığını görüyoruz. Bence tatmin ediciydi. Çünkü Ülker takımı sıfırdan bir organizasyon yaratıp 13 senede bunu yapmış bir takım. Dediğiniz gibi yerli-yabancı çok kaliteli kadrolarla, çok kaliteli antrenörlerle oynadık. Ülker’le ilgili benim eleştirim olursa bu ülkede daha çok şampiyonluk kazanamaması değil de Avrupa’da daha ileriye gidememiş olması olurdu. Tabii ülkenin varolduğu dönem içerisinde Efes Pilsen’in prime döneminde olduğunu da unutmamak lazım. Aydın Örs önderliğinde kendi yetiştirdiği oyuncularla üst üste şampiyon olabilen, Avrupa kupası kazanmış -ki o dönemde insanların hayalini kuramadığı bir durumdu- ve daha sonra Ergin Ataman koç olduğunda ilk defa Final Four’a giderek başka bir ufuk açmış durumdaydı. Yani Ülker şampiyon olması kolay bir 13 yıllık dönemde var olmadı. Çok çetin ve rakibinin topla tüfekle Avrupa’da ses getirdiği bir dönemde var oldu. Bence gayet başarılıdır. Hem altyapıda yetiştirdiği oyuncu sayısı, altyapıda yetiştirdiği antrenörler, A Takım’da kazandığı şampiyonluklar, oynadığı finaller, kazanılan Cumhurbaşkanlığı kupaları hiç yabana atılacak başarılar değildir. Ancak dediğim gibi eleştirmek gerekirse Avrupa’da daha başarılı olması yönünde bir eleştirim olurdu.

Murat Özyer: O an içinde olduğunuzda 13 senede 4 şampiyonluk, 6 Cumhurbaşkanlığı ve 3 tane de Türkiye Kupası var. 4 şampiyonluktan daha fazlası kazanılabilirdi ancak şu an bakınca belki altyapısından gelen oyuncuları içeriye atarak hem şampiyonluk kazanıp hem de altyapısındaki çocuklarla beraber şampiyon olma becerisini de gösterebilirdi diye düşünüyorum. Fakat 13 senelik bir kulübün aşağı yukarı 3 senede bir şampiyon olmasının da kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum. Yüksek bütçeler tabii o dönem genelde Ülker ve Efes’teydi.

Tutku Açık: Aslında şöyle: Şampiyon olmak büyük bir hikaye. 13 senede 4 şampiyonluğun 2’sinde vardım. Birinde genç oyuncuydum, diğerinde büyük katkım da oldu ama şampiyon olmak çok kolay değil. Daha fazlası olabilir miydi, elbette olurdu ama demek ki senden daha iyileri vardı. Burada tabii Efes’i de yadırgamamak lazım. Efes çok önemli yatırımlar yaptı. O zaman kulüp takımları bugünkü gibi değildi. Fakat şampiyonluk kesinlikle az değil çünkü şampiyonluğun hikayesi kolay değil. Şampiyonluk sadece yatırımla, sadece oyuncuların performansıyla, iyi bir antrenörle olmuyor. Bunların hepsi bir araya geldiği zaman olabiliyor. Bazen hepsi bir araya gelse de şans faktörü yanınızda olmadığı zaman kaybedebiliyorsunuz. Görüyoruz yani, basketbolda son dakikalarda neler olabiliyor. Tuhaf bir oyun bu.

Tolga Öngören: Tabii ki tatmin edici. Hele hele Ülker gibi yeni bir kulübün, altyapıya, A Takıma yeni yatırım yapmış bir takım için çok tatmin edici. Kolay değil yani. Şampiyonluk olmak çok zor, tekrar etmek üç kat daha zor.

Akılda kalan anlar / maçlar / olaylar

13 seneye altyapı ve A takımda neler sığmaz ki? Tanıklarımız ne anlatıyor, dinleyelim.

Çetin Yılmaz: İlk toplandığımız gün aklıma geliyor. Doğan Hakyemez ile oturup konuşmuştuk, ona ‘Yeni bir takım kuruyoruz. Bu oyuncular da bizi çok tanımıyorlar. Sen de ben de bugüne kadar oyuncuların, yöneticilerin, idarecilerin çok alıştığı gibi tipler değiliz. Biz farklıyız’ demiştim çünkü benim diktatör gibi bir disiplinim yoktu. Onlar yaşamın bana emanet ettiği insanlar; değiştirip, dönüştürüp kendimle beraber en iyi yere getirmeye çalışacağım kardeşlerimdi. O yüzden oyuncularla ilişkilerim sıcak ve rahattı ama antrenmana geldiğinde salonda sert bir komutan var zannediyorsun. Tabii bağırmam komutan gibi değil, sahadaki idman disiplini tıkır tıkır makine gibi işliyordu. Dışarıdan biri gelse ‘bunlar çok ciddi idman yapıyor, koç bunlar kırbaçla dövüyor herhalde’ diye zanneder fakat idmanın öyle bir yerinde, öyle bir espri yapıyoruz ki hep beraber kahkahaya kapılıyoruz. Sonra bir düdük çalınıyor ve herkes yeniden robotlaşıyor. Böyle bir yapı var. Bu kültürün oluşması için de bizi tanımaları lazım.

Neyse, biz takımı aldık tatile gittik. Orada herkes birbirini yakından tanıdı. Türkiye’nin iyi bir tatil köyüne gitmiştik. Tatil diye gitmiştik ama günde 2 saat idman da yaptık. Fakat orada yüzdüler, gezdiler. Çok sıcak bir ortam oldu. Bir de altyapı oyuncuları da gelmişti. O zaman derdini çözen ağabeylerini bir anda idmanda 6 tane tıraş olmuş, asker gibi giyinmiş koçlar olarak gördüler. İdman 10.32’de başlıyordu. ‘Deli mi bu adam? Niye 10.30 değil de 10.32?’ diyorlardı ama onu bilerek yapıyordum. Orada sistem ve siteme uyma sahadaki top paylaşım disiplinine kadar etki ediyordu. Oyuncular bir baktı olay çok iyi, maçları da kazanıyoruz… O zaman bu yoldan gidelim. Dışarıda kardeş, sahada disiplinli bir koç.

İlk tanıştığımız an önemliydi. Yeni bir kültür oluşturmuştuk. Bu kültürün oluşumunda Doğan Hakyemez, Coşkun Teziç (idarecimiz), Mahmut Rumani, Hakan Kutbay ve değerli masörümüz Cenk Akkaya’nın çok büyük rolü olduğunu düşünüyorum. Burada ısrarla bir şeyi vurgulamak istiyorum. Ülker grubunun kuruluşunda görünmeyen kahramanlardan bahsedeceksek eğer… Ne Coşkun’u, ne de Cenk’i atlayamayız. Kulüp ve gelenek, bu arkadaşlara çok şey borçlu.

Neyse… İlk sene şampiyonluğu finalde kaçırmıştık. O seriyi de hakem çok kötü yönetti. Normalde hiç hakem demem ama 4 tane kötü düdük vardı, akşamında uyuyamamıştım. Gece 1-2 gibiydi telefon geldi, maçın hakemi aradı. ‘Maçı seyrettim, sonunu çok kötü yönetmişim. Senden özür dilerim’ dedi. Ben de ‘Beni şu an çok rahatlattın, başka kimse rahatlatamazdı. Teşekkür ederim. Sahiden çok saygı duyulacak birisin, benim için konu kapandı’ dedim.

Bir seride de şampiyonluğu kaçırmıştık. Emin Moğulkoç, Efes ile oynarken maçı yöneten hakemdi ve kaybettik. Bizim çocuklar çok isyan ettiler. Maçı hakem nedeniyle kaybettiğimizi düşünüyorlardı. Ama bana sorsan öyle değildi.  Ertesi gün eşim bana, ‘Çetin böyle olmaz, boğazda bir kafe var oraya gidelim, müzik dinleriz’ dedi. Gittik. Sonra garson geldi ve kocaman bir Efes birası getirdi. Bunu yan masadan gönderdiler dediler. Bir baktım yine Emin Moğulkoç’tu. Masasına gidip konuştuk (gülerek). O da hakem antrenör ilişkisinin sıcaklığını gösteriyor.

İlk şampiyonluğu kaçırdığımız Efes finali önemli nokta. EuroLeague’de TOP 8’e kalma maçımız önemliydi. Yunanistan şampiyonunu deplasmanda yendik. O unutamadığım bir şeydi. Olympiakos, Real Madrid gibi takımları deplasmanda farklı yenmek güzel şeylerdi.

Harun Erdenay: Oradaki maçlarda 2001 finalini unutamam. Anadolu Efes serisinde 2-0 geriye düşmüştük ki oradan çevirmiştik (Ed. notu: Harun Erdenay son 3 maçı 28.3 sayı ortalamasıyla tamamladı). Unutamam onu.

Ben odada Serdar Apaydın ile beraber kalırdım, Orhun Ene de Recep Şen ile kalırdı. İnanılmaz şakalaşmalarımız olurdu. Bir gün Milano‘dayız, uçak sisten kalkmadı. Biz 9-10 saat havaalanında perişan olduk. Sonunda da uçak İzmir’e gece 2-3 gibi indi. Sonra otele geçtik. Biz otelde Serdar Apaydın ile beraber iyi bir şekilde uyuruz diye düşündük. Sonra sabah 6.30’da telefon çaldı uyandırma servisi diye. ‘Bu ne??’ deyip kapattık. Sonra 7, 7.30’da yine aynı şekilde oldu. En sonda da 8’de kahvaltı geldi odaya. Sonradan öğrendik ki bunu Orhun Ene ile Recep Şen ayarlamış. Sonradan öğrendik tabi ama perişan olduk.

Avrupa Kupaları’nda da ilk maçı 19 sayıyla kaybedip rövanşı 21 sayıyla kazandığımız bir maç vardı. Bir de tabii o dönem EuroLeague yoktu ama Avrupa’da son 8’e kalmıştık. Barcelona ile eşlemiştik. Hatırlardığım üç etkileyici şey bunlar.

Murat Özyer: Mart ayında beklenmedik anda başantrenörlüğe gelişim bir hikayedir mesela.

Unutamayacağım bir başka şey de şu: Ergin Ataman ile birlikte oyunculara baktıktan sonra bütçemizi yapardık ve sonrasında genel menajere götürürdük. Ardından oyuncuların menajerlerini arardım. Barcelona’dan başka bir oyuncu isterken bizi oyalayınca birçok oyuncuyu kaçırmıştık. Sonrasında Ergin Ataman’a ‘listede 5. sırada da Jeff Trepagnier kaldı ama onu araştırınca da İtalya’da koçun üzerine formasını atarak yürümüş’ dedim. Ergin Ataman da bana ‘alalım’ diye cevap verdi ve aldık.

Bormio’daydık. Bir maç oynuyoruz. Orada bir Rus oyuncu, Jeff Trepagnier’e screen yaptı ve Jeff Trepagnier yere düştü. Bunun devamında sonraki hücumda Jeff Trepagnier screene öyle bir girdi ki adamın burnunu kırdı. Ardından üzerine çullandılar. Jeff Trepagnier sırtını duvara verdi ve ‘Tek tek gelin’ dedi. Her gelene de yumruk mesafesinde duruyor. Ruslar deli olduğunu anlayınca etrafını sardılar. Ergin Ataman’a ‘Biz kimi aldık’ dedim. Sonrasında Ömer Onan, ailesiyle beraber Jeff Trepagnier’i Antalya’ya seyahate götürdü. Jeff Trepagnier döndüğünde pamuk şeker gibi olmuştu. Banvit serini oynarken ben de herkesi hazır tutmak istiyorum. Ömer Onan da çok iyi oynuyordu. Jeff Trepagnier dönüp ‘hazır ol’ dedim, ‘endişelenme’ dedi. Ömer Onan’dan öğrendim bu hikayeyi.

Mesela İbrahim Kutluay ve Mirsad Türkcan da kolay idare edilecek oyuncular değillerdi ama ayrılmasına rağmen Ergin Ataman’ın dışarıdan Mirsad’la olan iletişimi… Değişik bir sezon yaşamıştım. Bunlar unutamayacağım şeyler kendi adıma. Belki düşünsem çok daha fazla anılar çıkar ama bunlar benim bir yerde bir şey anlatırken kullandığım anılardır çünkü muazzam mesajlardır. Yani eğer takımında tutkal oyuncular varsa maksimum performansı alabiliyorsun. O sene (2006) Anadolu Efes’i 4-0’la yenmiştik.

Son unutamayacağım şey de şu: şampiyonluğu yaşadık ve ertesi akşam başkanı aradım. Başkana, ‘Efes, Türk oyuncuları alıyor’ dediğimde Başkan bana, ‘Onlar gitsin hocam’ dedi sonra ben, ‘Başkanım şampiyon olduk, ana kadroyu koruyalım ve daha iyisini kuralım’ dedim. Başkan, ‘Hocam gitsinler onlar biz yarın kahvaltı edelim’ dedi ki meğerse kulüp kapanma noktasına gelmiş. Biz daha kupayı Murat Ülker’e götürmeden kulübün kapandığı mesajını aldık. Hayatında ilk defa şampiyonluk yaşıyorsun ve bir gün sonra da kulübün kapandığı mesajını alıyorsun. Değişik duygulardı.

Tutku Açık: Geriye dönüp bakmak lazım ama hep sonları hatırlıyoruz. Yani, bizim Cumhurbaşkanlığını kazandığımız, Türkiye Kupası’nı kazandığımız ve şampiyon olduğumuz sezonlar hep aklımda kaldı. Fakat 2001 sezonu… Benim daha 20’li yaşlarda olduğum sezonda birçok maça çıkmış olmam benim için çok anlamlı. Hem altyapısında yetiştiğim hem de A Takım’a çıkıp çok katkı verdiğim ve sonunda şampiyon olduğumuz bir sezondu. Tabii o Efes’le oynadığımız final serisini de hayatta unutamam. Final maçında bana taktik faul yapmışlardı. Ellerim titreyerek o atışları baskete çevirmiştim, şampiyon olmuştuk. Benim için unutulmaz maçtı.

Tolga Öngören: Ben Ülker’de çok uzun kalmadım. 2. senenin ortasında ayrıldım ama bizim için en önemli konu play-off serisinde geriden gelip Efes’le seriyi eşitlemiş olmamız olacaktır. Orada da Ahmet Cömert’te kavganın çıktığı bir maç vardı. EuroLeague’de son 8’e kalmamız güzeldi. Ülker’e ilk Türkiye Kupası’nı Ankara’da kazandırmıştık. Tek maçtan ziyade başarı anlamında Türkiye Kupası’nı kazanmış olmamış, EuroLeague’deki son 8 -ki o zaman için bu çok önemliydi – ve Efes’e karşı 3-0’dan seriyi 3-3’e getirip 7. maça götürmemizi söyleyebilirim.

Öte yandan Kerem Gönlüm’ü ve Tutku Açık’ı çok oynatmıştık. Murat Özyer ve Selçuk Ernak vardı ekibimizde. Onlar da çok yol aldılar. Türk Basketbolu’nda önemli yerlerde oynamış olan oyuncularda bizim de bir katkımız olmuştur teknik ekip olarak. Bunlar güzel şeyler. Mesela Caner Topaloğlu’nu ilk biz oynatmıştık. Fatih Solak’ı almıştık, onu oynatıyorduk. Yeni oyuncuların katılmasına, profesyonel yönde yer kazanmasına Ülker teknik ekibi çok destek oldu.

Selçuk Ernak: Müsaade ederseniz iki tane söyleyeyim. Birincisi: 2006’da Türkiye Birinci Ligi’nde Türkiye şampiyonu olmuştuk. Şahane bir kadromuz vardı. Kadro gerçekten aile ortamı olan bir kadroydu. Çok fazla beraber vakit geçiriyorduk. Bir hafta sonra kulüp kapandı. Bu unutamayacağım bir olay. Öncelikle bunu söyleyebilirim.

Diğeri ise ben ilk A Takım’a çıktığımda sevgili Tolga Öngören başantrenördü ve Murat Özyer ile ben de asistan koçtuk. İlk senemizde Ülker ilk defa Türkiye Kupası’nı kazanmıştı. Sene başında da Cumhurbaşkanlığı’nı kazanmıştık. Sene sonunda da Efes’e finali 4-3 kaybetmiştik. Bu ikisi en izin bırakan olaylar. Tabii kendi kazandığımız madalyalar, şampiyonluklar da bunlar işin mutlu kısmı ama bu ikisi kadar şok edici değildi.

Oğuz Savaş: O dönem bize çok zulm gibi gelse de altyapı oyuncuları olarak A Takım maçına İpekçi’ye giderdik.

Topkapı’daki fabrikanın üstündeki antreman tesisleri… Onun alt tarafında geçirdiğiniz vakitler, öğle yemekleri, dinlenmek için kaldığınız zamanlar, yaptığımız antrenmanlar, fabrikadan gelen çikolata kokusu, yediğimiz şeyler… Unutamayacağım. Maçlar, şampiyonluklar…

Genç şampiyonasında 2. olduk. Asıl genç takım da Yeşilyurt’tu. Ben de A Takım’da olduğumdan Yeşilyurt’ta oynayamamıştım. A Takım elenince de bizim Ülker Genç Takımı’yla şampiyonaya gittim. İkinci olduk ama ben MVP oldum, onun öncesinde de Yıldız Şampiyonlukları, kendimden iki yaş büyüklerle oynarken genç takımda şampiyonlukları… Çok anı var yani. Maç olarak çok anı olsa da tesis, antrenman ortamı onlar unutulmaz.

Orhun Ene: Bizim ikinci senemizde şampiyon olmamız çok değerliydi. Kurulduktan sonra ikinci senede Efes Pilsen’in güçlü olduğu bir dönemde şampiyon olmamız çok değerli. O sezon etkileyicidir. O sezonki kadro da çok güçlüydü. Tüm sezonu söyleyebilirim. Benim orada etkilendiğim sezon.

Çetin Yılmaz: Hiç unutmuyorum deplasmanda bir Real Madrid maçını kazandık, dönüyoruz. Ben de uçağın sol önünde oturuyordum. Bütün uçakta bütün oyuncular önde kucak kucağa aile gibilerdi. Ben de uyur gibi yapıyordum ve hepsi de benimle uğraşıyordu. İşte mesela patrona ‘Orhan Bey gördünüz sahada Aleaddin Yakan hoca olmasa, biz maçı alamazdık’ diyorlardı. Ben de her şeyi farkındayım. Tüm Ülker ailesi de gelmişti. Orada biri de ‘Murat Özyer de etkiliydi’ diyordu. Bir başkası da ‘Orhan Bey, Çetin Hoca’ya niye bu kadar para veriyoruz, gönderelim gitsin’ diyordu. Bir eğlence vardı. Fakat idmana girince de öl diyorsun, ölüyorlardı. Aile dedikleri de bu. Otorite ile gırgır da geçebiliyor, dışarıda samimi. Anlatamayacağım hikayeler de var. O yakın ilişki belli bir kültür oluşturdu. Sonra oraya farklı kültürden adamlar gelse bile o kültürü değiştiremediler, çünkü hoşgörü kültürü ve sıcaklık oturmuştu.

Dallas Comegys ile Charles Shackleford’u beraber oynatmak istiyordum. İkisini transfer edecektik ama bir gün Orhan Bey geldi ve Dallas Comegys işinden vazgeçildiğini söyledi. Bu ikisi beraber olursa Final Four yaparız demiştim. Dallas Comegys de Fenerbahçe‘ye gitmişti. O sene TOP 8 yapmıştık. Charles Shackleford bizi tek başına TOP 8’e soktu. Amerikalı oyuncularımızdan birinin ayağı, birinin kolu kırılmıştı. Charles Shackleford 28 sayı – 20 ribaundla falan oynadı. O kendi harcamış bir NBA oyuncusu. Tek sezon çalıştık ama çok güzel ayrılmıştık. Adamı havaalanına ben götüreyim, yolcu edeyim diye düşündüm. Sonrasında götürdüm, tam pasaporttan geçiyordu dönüp ‘Ben sana sarılacağım, sen esaslı bir insansın ama şunun da farkında ol benim koçum olup öldürmediğim tek adam sensin’ dedi. Birçok koçu kalpten gitmiş, bir tek seni öldüremedim diyor. Sonrasında gülüştük. Kendisinin problemli olduğunu biliyordu. Yolcu ettik öyle.

Kapanma

Yıl 2006, Ülkerspor, Efes Pilsen’e karşı seriyi 4-0 ile kazanmış ve 4 senelik Lacivert Beyazlı dominasyonuna son vermişti. Daha şampiyonluk kutlamalarının coşkusu bitmemişken gündeme haberler düştü: “Ülkerspor, A takım faaliyetlerinden çekiliyor!” Basketbol olarak işler yolunda gidiyordu, Efes’e karşı direnç kırılmış, gelecekte daha fazlasının gelebileceği de parkedeki kadroyla tescillenmişti. Neden çekildiler?

Çetin Yılmaz: Bunun da tek cevabı yok. Bence kapanma nedeni Ülker yönetiminin idari bir kararıydı. Ülker yönetimi kendi iş paketlerinde böyle bir şeyin gereksiz olduğuna karar verdiler ve buradan çekildiler. Bu kadar basit.

Soru: Bir hafta Fenerbahçe‘yi, bir hafta Beşiktaş‘ı, bir hafta Galatasaray‘ı yeniyorduk, antipatik oluyorduk dediniz. Buna mı bağlıyorsunuz?

Bu da onun parçası olabilir, yani paketin içine giren bir madde olabilir ama iş anlamında bunun kendilerine faydalı olmadığını gördüler. Boşu boşuna para harcıyoruz, kar etmiyoruz diye bakmışlardır. Ben niye her sene 30 milyon vereyim ki demişlerdir. İş dünyası gözlüğüyle olaya baktığında bunun kendilerine bir faydasının olmadığını ve bu sektörden çıkmaları gerektiğini düşündüler ve çıktılar. Bu paketin içinde finans kısmı olabilir, antipatik kısmı olabilir. Bunlar düşünceler olabilir. Yeni yatırımlara kanal açmak olabilir. Bu basketbol takımının bize ne faydası var, buradaki parayı başka yatırım için verelim demiş olabilirler. Halkla İlişkiler Uzmanı da ‘Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş‘ı kendilerine düşman etmelerini’ demiş olabilir. Finansmanın başındaki buraya harcanan para karşılığında ne alındığını sormuş olabilir. Yani bir sürü nedenden dolayı olabilir. Tek tek açıklanmasına imkan yok. Bence Ülker grubu basketbol yapısına harcadığı ekonomik fedakarlığın gerekli olmadığına karar verdi ve çekildiler.

Soru: Finansal açıdan olabilir dediniz ama sonrasında Fenerbahçe Ülker, Galatasaray Cafe Crown, Beşiktaş Cola Turka oldu.

Yavaş yavaş çekildiler. Hayat siyah-beyaz değil. Kurumsal olarak bunları küstürmeden dediler. Mesela 30 milyon harcıyorsa da bunun 15 milyonunu dağıttılar. Süreç içerisinde oradan çekildi ve bugün bakıyorsunuz bir tek Ülker Arena var. O da normaldir, artık ABD’deki NBA kulüplerinin salonları da aynı olabiliyor. Dolaylı olarak çekildiler yani.

Murat Özyer: Ben başantrenör olarak sezonu bitirmiştim ama Mart’a kadar hep yardımcı antrenördüm. Aslında bir sene önce kapanıyormuş. Bunu daha sonra öğrendim. Burada Ali Doğan başkan ve Ergin Ataman’ın her zamanki gibi Murat Ülker’i ikna etmesiyle 1 sene ertelenmiş. Hatırlarsanız o dönemde de Kerem Gönlüm ve bir sürü oyuncu gelecek yıl yatırım olmayacak diye serbest bırakılmıştı. Ancak sonra 10 günlük süreçte Ergin Ataman ve Ali Doğan başkanın hamleleriyle aile bir sene daha bu işin devamına ikna edilmiş. Sonrasında da hatırlarsan herkes gibi kapatmadılar. Sponsorluğu 3’e böldüler. 3 sene boyunca Fenerbahçe Ülker ve kulübün altyapısını da Alpella olarak Fenerbahçe’ye verdiler, Beşiktaş‘a Cola Turka ve Galatasaray‘a da Cafe Crown olarak sponsor oldular. Ardından da Fenerbahçe’nin tamamen sponsoru oldular Fenerbahçe Ülker olarak. Orada da tabi Murat Bey’in Fenerbahçeli olması, Aziz Yıldırım’ın bu ikili eşleşmeyi çok başarılı şekilde idare etmesinin payı vardı.

Kapanma sebebi olarak sonradan okuduğum kendilerine kötü sözler söylenmesi, bir tanıtımın olması ama bundan sonra Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş’ın rakibi olarak değil de onları destekleyen bir basketbol unsuru olarak hayata devam etme gibi bir stratejileri olduğunu öğrendim. Aslında içinde olmama rağmen çok da içinde değildim, sormadım.

Harun Erdenay: Orayı Orhan Özokur kurdu, uzun yıllar götürdü ama daha sonra orada bir değişiklik oldu. Ali Doğan gelmişti. Benim tahminim bu, Murat Ülker’in kararıdır. Sonuçta Ülker ailesinin patronu oydu. O da Fenerbahçeliydi. Ben üzülmüştüm. Çünkü 9 senemi verdiğim kulüp kapanmıştı. Bence tamamiyle yönetimsel bir karardı. Üst düzeyde yöneticilerin aldığı karardı.

Selçuk Ernak: Bence, Ülker’in firma yönetimi kendi takımıyla kendi hedeflediği müşteri kitlesine rakip olmak istemedi. 15-20 tane faktör sayabiliriz ama bence benim seneler boyunca kafamı meşgul eden şey, Ülker öyle bir noktaya gelmişti ki oradan bir 10 sene daha devam etse ne olurdu diye düşünüyorum. Gerçekten Türkiye’de basketbol haritası ve güç dengesi çok değişik şekilde konuşlanabilirdi.

Orhun Ene: Bu müessesenin bir kararı. Ülker kurum olarak Türk sporuna hizmet etmek istiyor. Bunu da kendi oluşturduğu kulüp üzerinden yapmak yerine diğer camia takımlarıyla yapmayı seçtiler. Doğru bulanlar da yanlış bulanlar da var ama yine de spora ne kadar değer verdiklerinin göstergesi. Yani birçok kulüp kapanmıştır ama buradaki fark şudur; Ülker kapandıktan sonra da Türk Basketbolu’na yatırım yapmaktan vazgeçmedi. Sonrasında 2-3 sene Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe gibi kulüplere yatırım yaptılar.

Tolga Öngören: Burada bu tip yatırımları yapan insanlar, bu süreçlerde yatırımlarını değerlendirirler. Bakarlar, stratejik olarak doğru yerlerde mi, doğru şekillerde mi, doğru şekilde mi? Ülker de bence marka olarak basketbolun çok faydasını gördü. Tanınırlığı, bilinirliği, algısı çok değişti. Pozitif anlamda söylüyorum bunu. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’a büyük sponsorluklar sağlayarak topluma bir geri bildirim yaptılar. Bu da bir marka için tercihtir. Orada bence değerlendirme bu yöne gitmiştir. O günleri yaşayan dışarıdan bir insan olarak ben böyle değerlendiriyorum yani.

Çekilmenin artçıları

Böylesine bir çekilme tabii ki tahmin edilemezdi. Altyapı, çok ciddi şekilde ürün vermeye başlamıştı. Düşünün, altyapı oyuncularından Alpella isminde bir takım dahi çıktı ve ligde hiç fena iş çıkarmadı gencolar. Ülker’in kapanmasının hangi tabakalarda, nasıl artçıları oldu? Kapanmasa, Türk basketbolundaki oyuncu üretimi daha kuvvetli şekilde devam edebilir miydi?

Çetin Yılmaz: Ülker’in kalitesi çok yüksekti. O yükseklik devam edecekti. Cidden 10 parmaklı bir üretiminiz varsa -ki bence 5 parmaklı bu- onun da biri kırıldı. Doğa öyle bir şey ki birleşik kaplar usulü gibidir. Gidenin yerine mutlaka başka bir şey gelir. Yani boşluğu başka bir şey doldurur. Süreçle dolar. Yani mesela Ülker kapandı, Banvit çıktı. Yani bir şekilde çıkar. O boşluk dolmazsa zaten basketbol biter ama Türkiye’de basketbol bitmez. Fakat sahiden önemli bir parçası da kırıldı. Bugün Efes‘i olmayan Türk Basketbolu aksar. Ülker, Efes gibi eski olmadığı için Türk Basketbolu aşırı aksamadı ama bir kolu çolak kaldı… Bir ülke takımı bitti. Ülker organizasyonu, küçük bir Avrupa ülkesinin tüm basketbol organizasyonun üstündeydi, öyle söyleyeyim.

Tolga Öngören: Ülker’in basketbol operasyonlarını kapatması Türk Basketboluna çok zarar verdi. Türk Basketbolu ve Avrupa, çok düzgün yönetilen, çok iyi sonuçlar alan ve aynı zamanda sürekli oyuncu üreten bir kulübü kaybetti. Hepsini yan yana koyduğunuzda çok zararı oldu. Yine söylüyorum biz buna basketbol tarafından bakıyoruz. İşin öbür tarafından bakarsanız da üst seviye insanların da bu karara ait rasyonel, geçerli nedenleri vardır. Fakat basketbol için gerçekten büyük kayıptır. Bugün, Ülkerspor olsaydı bir tane daha kaliteli, üst seviyede yönetilen çok kaliteli işler yapan ve üreten bir Türk kulübü sahibi olmaya devam ediyorduk.

Selçuk Ernak: Banvit kapandı ve biz hala daha konuşuyoruz. Bütün takımlarda Banvitli var, Banvit iyi ki zamanında bu kadar oyuncu yetiştirmiş, hala genç yaştaki oyuncular kadrolara destek veriyor. O dönemlerde bu, Ülkerspor için mevzu bahisti. Çünkü Ülker’den önce birinci ligde bir sürü takımda genç oyuncular arasında Efeslileri görüyordunuz. Ardından Ülker’in kapandığı dönemde Efeslilerin yerini Ülkerliler almaya başladı. 2. Lig ve 1. Lig takımlarında ciddi roller almaya başladılar. Ülker antrenörleri önemli görevlere getirildi. Ülker devam etseydi bu durum da artarak süregelirdi. Özellikle altyapıyla ilgili Ülker, makası diğer kulüplerle çok açardı diye düşünüyorum.

Orhun Ene: Bu kararı alırken müessesinin de bir fikri, düşünceleri vardır. Onunla ilgili ben bir şey diyemem ama Ülker’in diğer kulüplerden farkı birçok müessese takımı kapandıktan sonra komple spordan çıkmıştır ancak Ülker bu anlamda spordaki değerini ve yerini bildiği için hiç olmazsa sponsorluk anlamında, ekonomik anlamda bu desteğini çekmemiştir. O yüzden benim için değerli olan taraf budur.

Bizler bu işin içinde insanlarız, tabii ki kapanmasını istemeyiz. Neticede dünyada bu iş artık bir sektör. Bir sektörün içerisinde de bunun ekonomik tarafları da var ve bunları da değerlendiren profesyonel yapılar var. Bu da onların aldığı bir karardı. Kendi açılarından doğrularıyla bu kararı alıyorlar ancak sportif tarafa da sırtlarını çevirip bu işin içinden tamamen çıkmadılar. Onun için doğru bir müesse olduğunu her dönemde spora katkı sağladığını kapandıktan sonra da kanıtlamıştır yani.

Oyuncu üretimi kapanmamış olsalar muhakkak olurdu ama şöyle de değerlendirmek lazım. Oyuncu üretseniz bile günümüzde bu iş değişti. Yabancı sayısı arttı, yetiştirdiğiniz oyuncuları bir yerden sonra elinizde tutamayacak hale geliyorsunuz. Biz bunu TOFAŞ’ta da yaşıyoruz yani. Gerçekten sadece gençliğe yatırım yapma sevdasında olan, belli bir yaşa kadar onları yetiştirip onlardan fayda alma tarafını düşünmeden o yaştaki gençliğe bir faydası olsun diye düşünen müesseseler, sabırla altyapı yatırımlarına devam ediyorlar. Birçok yerde de kendi A Takım seviyesinde bunun karşılığını almadan bunu yapıyorlar. Buna rağmen devam eden kulüpler var ama geçmişte oyuncuları kendi kulübünüzde tutma şansınız daha fazlaydı, o zamanın şartlarında tabi. Bu oyuncular, A Takım’da sizin bünyenizde birkaç sene daha kalabiliyorlardı.

Şimdi bu kolay değil. Bugün de olsa muhakkak eskisi kadar kolay olmayacak. Belki de bu tip müesseseler, kurumlar, kulüpler artık geçmişteki kadar istekli ve arzulu altyapı yatırımı yapmak istemiyorlar. Onun için Ülker bugün olsa ne olurdu bir şey diyemeyeceğim ama geçmişin şartlarında tabii ki o 13 yıllık performansa baktığınızda 4 şampiyonluğun dışında yetiştirdiği oyuncular devam etse muhakkak faydası olurdu. Ancak kulüpler artık günümüzde eskisi gibi bakmıyor. Zaten dünya da değişti. Oyuncular dünyanın her yerine gidebiliyorlar. Avrupa’da birçok altyapıda oynayan Türk oyuncu var, ABD’de NCAA’de oynayan oyuncular var yani biraz dünya basketbolunun şekli değişti. Yetiştirdiğiniz oyuncu sizin olmuyor artık. Tabii oyuncuların da önünün açılması lazım. Günümüzde oyuncuların her yerde oynayabilecek olması işin dinamiğini değiştirdi. Bu yatırımları gerçekten başka yerlerde de kendi altyapısından yetişmiş oyuncuları görmekten mutlu olacak kulüp mantalitesi kaldırabilir. Yani 19 yaşında benden gitsin ama neticede iyi bir yere gidiyorsa bizim altyapımızdan yetişmiştir, bundan mutluluk duyarız diyen kulüpler bunu başarır. Ancak ben oyuncuyu yetiştirdim hiç olmazsa en azından 2-3 sene A Takım’da da oynasın dediğinizde bu kafayla hareket ettiğinizde oyuncuları tutamıyorsunuz. Bu da bugünün gerçeği.

Murat Özyer: Eczacıbaşı mesela çok iyi örnek. Mesela şu anda futboldaki Altınordu modeli, Banvit gibi. Eczacıbaşı oyuncu üretimini başarıyordu. Rahmetli Batur ağabey tamamen kendi yetiştirdiği oyuncular ve bir yabancı da dahil ederek oyunuyordu. Şampiyonluğu da vardı ve sempatik takımdı. Ancak o da kapandı. Çukurova biraz daha Ülker tarzıydı girişiyle fakat tabi Ülker daha sonra altyapıyı da sahiplendi. Ve hatta Banvit de Ülker’den etkilenmiş olabilir.

Oğuz Savaş: Kapanmasaydı büyük artısı olurdu. Gerçekten çok güzel organizasyon, çok güzel bir düzen vardı. Altyapıya ait tesislerle basketbol fabrikası gibiydi. Sadece basketbolcu olmak için kafayı verdiğinizde her türlü imkanının olduğu, çok değerli koçlarla çalıştığınız bir yerdi. Kapanmasaydı çok oyuncu çıkardı. O günden bugüne oyun değişti, kurallar, yabancı kuralı değişti. Kesin bir şey söylemek de kolay değil. Bugün oyuncu çıkmıyor, Ülkerspor olsaydı çıkardı demek de haksızlık olur ama bence illa büyük bir artısı olurdu.

(Kapanmasa Ülker’de devam eder miydin?) Birleşme olmasa ben Ülker’de devam ederdim. Orada oynayarak, kendime bir şeyler katarak devam ederdim ama gelecek nasıl olurdu bilemiyorum. Belki de uzun yıllar Ülker’de oynardım. Nasıl ki uzun yıllar Fenerbahçe‘de oynadıysam belki Ülker’de devam ederdim. Fakat Ülker’de de bana güvenen, süreleri veren de Ergin Ataman’dı. Ergin Ataman da sezon ortası ayrılınca bir sonraki yıl antrenör kim olurdu, kim gelirdi, nasıl olurdu bunu kestirmek zor ama kapanmasa devam ederdim Ülker’de herhalde. O zaman ülkenin iki EuroLeague takımı Ülker ve Efes‘ti. Oynanabilecek en iyi takım onlardı.

Tutku Açık: Sadece Ülkerspor olarak düşünmeyelim. Kapanan her kulübümüz mutlaka basketbolumuzu çok etkiliyor. Mutlaka kapanmak için sebepleri vardır. Bunla alakalı bir şey söylemiyorum ama Ülkerspor bazında konuşursak Türk Basketbolu’na uzun yıllar hizmet etti. Kapanma da demeyelim daha doğrusu bir birleşme oldu. Sadece kulüp bazında kapanırken desteklerini hiçbir zaman esirgemediler. Böyle basketbola büyük katkı yapan kulüplerin kapanması bireysel ve takım bazında bizi mutlaka etkiliyor. Yerine takımlar gelebiliyor ama ben bir antrenör ve eski bir basketbolcu olarak böyle köklü kulüplerin ayakta kalmasını, basketbolun içinde olmasını diliyorum.

Çetin Yılmaz, Türk basketboluna olan katkıları tartışılmaz, yaşayan bir basketbol efsanesi. Onunla Ülker hakkında konuşurken bazen bağlamdan çıkmak zorunda kaldık. Buraya yazılamayan, fakat ziyan olmasını istemediğim farklı konuları da konuştuk.

Müsaadenizle onlardan bazı kısımları sizlerle buluşturmak istiyorum.

Çetin Hoca Harun Erdenay’dan, İbrahim Kutluay’dan, Milli Takım’dan, Ülker ve Avrupa ilişkisinden, kulüpten ayrılışından bahsetti. Sorular bende, söz ise Çetin Hoca’da:

Semih Tuna: İlk sene kadroda Harun Erdenay yok. Onu da çok istemişsinizdir diye düşünüyorum.

Çetin Yılmaz: Çok istemiştim. Harun Erdenay ile konuşup ona ‘senin artık karar vermen lazım. Sayı kralısın ve ben de şampiyon koçum. Final maçında da 28 sayı atmışsın, ben de Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı almışım. Türkiye’de yapacağın bir şey yok. Bu ligin şampiyonu, sayı kralı olacağımıza gel Avrupa’nın sayı kralı ol. Ben sana bunu teklif ediyorum’ demiştim. İnsanlar buna inanmayabilir ama Harun Erdenay da teklif edilenlerin yarı fiyatına Ülkerspor’a geldi. Fakat Avrupa Sayı Krallığı’nda da derece geldi, en yüksek yüzdeli üçlük atan oyuncu olarak da EuroLeague’i bitirdi. Çok akıllıca bir seçim yapmıştı. Harun çok gösterişsiz, sade bir adamdır. Hak ettiği magazinsel desteği alamadı ama tartışmasız şekilde çalıştığım en yetenekli isimlerden biriydi.

S.T: 90’ların başında Cleveland’ın bir ilgisi olmuş sanırım?

Ç.Y: O zaman çok moda değildi NBA. Bir de açıkçası savunması NBA düzeyinde değildi. Ancak bugün yetişmiş olsa yani Harun Erdenay aynı özelliklerle, bu savunma zaafıyla bundan 10 yıl önce basketbol oynuyor olsaydı NBA’e giderdi. Bir takımın en skorer oyuncusu olabilirdi. Bir sürü oyuncuyla çalıştım ama bunu bir tek Harun Erdenay için söyleyebilirim. Harun Erdenay başka bir şeydi.

S.T: Harun Erdenay neden Türkiye dışına çıkmayı tercih etmedi?

Ç.Y: Gerek yoktu ki, zaten oradaydık. Avrupa’da 10 takım varsa biri bizdik. Koraç’ta oynuyorsak Koraç’ta, EuroLeague’deysek EuroLeague’de TOP 10 takımdan biriydik.

S.T: Doğan Hakyemez, İbrahim Kutluay’a “TOFAŞ ne veriyorsa aynısını vereceğiz yeter ki Ülker’e gel” demiş. O dönem için konuşulan paralar da inanılmaz boyutta. Herhalde onun transferini siz de çok beklemiştiniz.

Ç.Y: O konuşmaları hatırlamıyorum, yani Doğan Hakyemez ile İbrahim Kutluay ne zaman konuştu bilmiyorum. Ben, İbrahim Kutluay’ı istiyordum. O da bize gelmek istiyordu. O zaman Michael Anderson – Harun Erdenay – İbrahim Kutluay… Kim tutar bu üçlüyü? Bir de İbrahim Kutluay benim oğlum gibi, Harun Erdenay kardeşim gibi, Michael Anderson’ı Amerika’nın bağrından çıkarıp getirmişim. Yani bunlar aynı zamanda her şeylerini sahaya verecek yakınlarım ama burada yöneticilerin tercihleri daha farklıydı. Ben de o zaman tamam diyerek sezon başında istifa ettim ama kalmamı istediklerinden kıramadım. Fakat 3-4 ay sonra ben inanmadığım, başarılı olamadığımı gördüğüm takımımı bırakmak zorunda kaldım çünkü benim takımım değildi. Michael Anderson yok, İbrahim Kutluay yok.

Michael Anderson potaya çok hızlı giden bir oyuncuydu. Michael Anderson’ın şutuna bakmamıştım. Bana Naumoski’den daha kuvvetli, ona savunma yapıp top getirtmeyecek ve 3 saniyede diğer potaya geçecek bir isim lazımdı. Başka hiçbir şeyine bakmadım. Ne boyu, ne kilosu, ne şut yüzdesi… Beni çok ilgilendirmiyordu. Sadece top çalması, agresif defansı ve bir de topu push edecek olması… Önüme izlemek için 15-16 oyuncu getirmişlerdi. Oyuncuları izlerken ikinci, üçüncü dakikada bu değil diyordum. O kadar da emek verilmişti kliplere halbuki. Asistanlarım bana ‘Hocam biraz baksaydınız, buna 4 saat harcadım’ diyordu. 8. kaseti takmışlardı. Michael Anderson’ı gördüm. 4. dakikada ‘tamamdır, bunu alıyoruz’ dedim. Diğer kasetleri izlemedim bile, aradığımı bulmuştum. Mesela kendinize bir tişört alacaksınız, kafanızda her şey hazırsa onu iki dakikada bulursunuz, 500 tane şeyin arasından arar bulursun fakat ne alacağınızı bilmiyorsanız orada 8 gün bakarsınız.

S.T: EuroLeague’e bakalım biraz. 1999 yılında, sonunda şampiyon olacak Zalgiris‘e elendiğiniz seri çok üzücüydü.

Ç.Y: Öndeydik aslında. Sonra Michael Anderson’ın kolu kırıldı. İlk 4’e kalacakken 11 sayı öndeyken Michael Anderson’ın kolu kırıldı. Yani ben şansa bağlamam ama orada bir şanssızlık yaşadık. Yapacak bir şey yoktu artık orada. Takımın iki güçlü silahı vardı. Biri Michael Anderson, biri Harun Erdenay’dı. Yani takımında Larry Bird ile Magic Johnson var. Bird’in kolu kırıldığında karşı tarafı yenemiyorsun, şansla açıkladığım şey bu.

S.T: Avrupa’da Final Four yapamamak sizin içinizde ukte kaldı mı hiç, Ülker’e bunun için gitmiştiniz sonuçta.

Ç.Y: Ya gerçekçi olursunuz ya da hayal dünyasında yaşarsınız. İşte çıkıp ‘biz Final Four’a giremedik çünkü hakem sattı’ diye anlatırsınız olmaz. Türkiye’de yabancı sınırlaması kısıtlıydı. İki yabancı oyuncuyla Barcelona maçına çıkıyorsunuz. Şimdi Efes ve Fenerbahçe EuroLeague şampiyonu oldular. 9 yabancıyla sahaya çıkıyorlar. Onun yerine 2 yabancıyla çıksınlar ve geriye kalan 10 oyuncu Türk olsun. Kaç tur geçebilirler? Biz o durumdaydık. O takımla son 8 yapıyorduk.

Son 8’e kaldığımız takımda tek yabancı vardı. O yüzden böyle baktığımda tam tersine gurur duyuyorum. Biz yapabileceğimizin en iyisini yapmışız ancak kurallar geniş olsa 8 yabancı olsaydı belki Final Four yapardık. Fakat bu da falcılık olur, onu bilemiyorum. Ama neden yapamadığımızı biliyorum. İki kere Final Four’un kapısından döndük. Tek yabancın var, kurallar izin vermiyor. TBF senin 6-7 yabancıyla oynamana izin vermiyor. Şimdi Efes ile Fenerbahçe maçı oluyor sahada 16 oyuncu görev alıyor biri Türk ki o da 3 dakika oyunda kalıyor.

Türk oyuncular, bizim zamanımızda bu fırsatla hem Efes‘te hem Ülker’de çok büyük bir şey yakaladılar. O da milli takıma etki etti. Aydın Örs ile birlikte Avrupa finali oynadık. Bu çocuklar bu sayede oynayarak gelişebildi. Çok önemli bir mesaj bu ayrıca. Basketbolu izleyerek geliştiremezsin, gelişimini etkiler ama nasıl bir oyuncu olacağını belirlemez. Basketbol izleyerek gelişebilecek bir şey olsa Türkiye’nin en iyi basketbolcusu ben olurdum.1974’te NBA dahil bütün ligleri izliyordu. İzleyerek olunsa ben olurdum (gülerek).

Basketbol oynayarak gelişir. Siz, 7-8 yabancıya, devşirmelere izin verirseniz milli takıma basketbolcu yetişmez. Burada Efes ve Fenerbahçe kötü şeyler yapmıyorlar, çok önemli işler yapıyorlar. Yaptıklarına çok şey borçluyuz. Yaptıkları emekler, harcadıkları paralar Türk Basketbolu ve Türkiye adına çok büyük reklam. Türkiye’ye hizmet ediyor bu iki kulüp. Bu başka bir şey ancak Türk Basketbolu dediğinizde sizin kafanıza kulüpler geliyorsa; Türk Basketbolu çok başarılı yani Efes ve Fenerbahçe sürekli Final Four’da, kupayı alıyorlar. Bundan daha başarılı bir yönetim, daha başarılı bir organizasyon, basketbolcu grubu, koç grubu olabilir mi? Çok başarılar.

Eğer Türk Basketbolu kulüp başarısıysa tamam ama Türk Basketbolu deyince aklınıza milli takım geliyorsa durum kötü. Türk Basketbolu milli takımsa o zaman yabancıyı sınırlandıracaksınız. O zaman da Efes ve Fenerbahçe’nin bu değerli başarıları gelmeyecek ama o zaman da milli takımla başarıları gelecek. Matematik ve istatistik yalan söylemez, sizi aldatmaz. Bilim zannetmez, inanmaz, benim fikrime güvenin demez, bilim ispat eder. Ben size ispat edeyim. Yabancı sınırı 2 olduğunda Avrupa finali oynadık, sınır 3 olduğunda da Dünya Kupası’nda final oynadık. İstatistikle, matematikle konuşuyorum. Bu, Çetin Hocanın fikri değil, matematik ve istatistiğin fikirleri. Şimdi burada karar vermek lazım ki bunu da sorumlulara bırakıyorum. Türk Basketbolu deyince kulüplerin bu değerli, altın başarısı mı -ki bakın haklarını da veriyorum, haklarını yemiyorum çok zor bir şey bu yani Efes ve Fenerbahçe’nin eline son 5 yılki performanslarıyla Real Madrid ve Barcelona su dökemez- ancak Türk Basketbolu bu mu? Türk Basketbolu milli takımsa da yabancıyı sınırlandıracaksınız. Bu kadar basit. Matematik söylüyor, benim fikrim değil. Bunun arası yok mu derseniz tabii arası da var. Buradan hareketle düşününce karar verecek yöneticiler bunu göz önüne almalı. Onlara da kopya veriyorum ‘işte kararları böyle alın’ diye (gülerek).

S.T: Ülkerspor’da ilk iki şampiyonluk sizinle birlikte yaşandı. Sıfırdan yaratılan bir kulüpte çok geçmeden iki şampiyonluk… Nasıl hislerdi?

Ç.Y: İşimizi yaptık. Ben yapı olarak böyleyim. Şampiyonluk kupası kazanılıyor, şampiyon oluyoruz, bitiş düdüğü çalıyor. Ardından beni sahada göremezsiniz. 15 saniye röportajımı yapıp giderim, yani işimi yapıyorum. Bu biraz kişilikle ilgili tabii. Ben de bilirim orada hakem masasının üstüne çıkmayı, yumrukları kaldırmayı, kulüp başkanıyla sarmaş dolaş olmayı ama ben vazifemi yapıp soyunma odasına gidiyorum. Bunlar benim unutamayacağım hislerdi.

S.T: EuroLeague şampiyonu olsanız daha farklı olabilir miydi peki bu durum? Heyecanınız daha farklı olur muydu yani?

Ç.Y: Olabilir, bilmiyorum. Varsayımlar üzerine bir şey diyemiyorum. Bugün 10 bin koç var. Hepsinin de hayali Türkiye Ligi’nde şampiyon olmak. Ben o hayalimi yaşadım ve hiçbirinde de anormal bir reaksiyon göstermedim. Bir de centilmen de olmak lazım. Mesele Efes-Ülker finalini oynuyoruz, son 10-15 saniye kala Efes takımı gelip topu potaya bile atmadı. Oyuncular sizi gelip omuzlarına alıyorlar, kaldırıyorlar. O maç bittikten sonra soyunma odasına gitmeden önce ilk Efes soyunma odasına gittim. Tabi oyuncuların kafaları önlerine eğikti, ‘Beyler tebrik ediyorum hepinizi, müthiş bir sezon geçirdiniz. Bu sene sıra bizdeymiş’ dedim ve sonra da gidip Aydın Örs’ü tebrik ettim. Daha sonra kendi soyunma odama gittim.

Çünkü ben kaybetmenin ne demek olduğunu biliyorum. Yumrukları havaya sallayıp kutlama yapmak ayrı bir şey, bunu deforme etmek ayrı. Tabii ki kaldıracaksınız, şampiyon olup hak etmişsiniz onu söylemiyorum, içerideki şovlardan bahsediyorum. Sonrasında soyunma odama gittim. Soyunma odasına giderken eşim de dayanamamış koşarak geldi ve bana sarılmak istedi. İlk lafı da ‘Aydın Örs’ü tebrik ettin mi?’ oldu. Ki Aydın Örs’ü tanımaz ama finalde daha önce kaybeden bir kocanın duygularını bilen bir eşi vardı. O günden sonra karımı daha çok sevdim, saygı duydum. Aydın Örs ile de daha sonra arkadaş olduk. Bu yakınlık arkadaş seviyesinden biyolojik olmayan kardeşliğe kadar gitti.

S.T: Son olarak… Ülker’den ayrılışınız nasıl oldu?

Ç.Y: Fenerbahçe’den ayrılış gibi, yani her şeyin bir sonu oluyor. Bunun da bir sonu oldu. Biz yönetimle transfer politikasında anlaşamadık. Onlar hatalıydı demek istemiyorum, belki de ben hatalıydım. Fikirlerimiz uyuşmadı. Onların da 6 yılda fikirleri şekillenmişti, bir görüşleri vardı. Benim de görüşlerim vardı. Bunlar birbirini tutmadı. Hatta o görüşleri doğrultusunda transfer yapmak istediler. Buna karşı çıktım ve istifamı verdim. Fakat iş başka, insan ilişkileri başka. İnsan ilişkilerinde bir aile ilişkisi vardı. Ülker ailesiyle oyuncuları, koçları, yöneticileri bir aile gibiydik. Ama yine de süreç içinde Ülker’den ayrılmam gerektiğine karar verdim. Kendi kurmadığım takım olduğunu düşünüyordum ve ayrıldım. Ancak hepsinden önemlisi bunlar iş ilişkimizde yaşananlardı. Şimdi gelip duygularımı söylemek gerekirse… Ülker grubunun tüm fertlerinin; başkanından en genç yöneticisine kadar her zaman bende ayrı bir yeri vardır. Kalıplamış olarak söylemiyorum bunu. Çok içten ve yürekten söylüyorum. Onlar benim ailemin parçasıdır. Oraya verdiğim emekten ve orada bulunmaktan onur ve gurur duyuyorum.

Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!

NBA gündemindeki son gelişmeler için tıklayın!

2023-24 EuroLeague kadrolarına ve transferlerine ulaşmak için tıklayın!

Eurohoops’un DEV Dünya Kupası rehberine ulaşmak için tıklayın!