by Semih Tuna / stuna@eurohoops.net
Türkiye Sigorta Basketbol Süper Ligi’nin son finalisti Pınar Karşıyaka’da yeni sezon hazırlıkları devam ederken başantrenör Ufuk Sarıca ile bir araya geldik.
Koç, yeni sezon yapılanmasına, geçtiğimiz sezonki isimlere, Basketbol Şampiyonlar Ligi’ndeki duruma ve organizasyonun yapısına, transferlere, gidenlere ve daha birçok konuya dair samimi açıklamalar yaptı.
Sözü çok uzatmadan ona bırakalım.
İlk olarak… Yaz dönemi nasıldı sizin için?
Aslında sezon çok güzel bitti ama yaz ayları kulüp için biraz hareketli geçti. Bir kongre süreci yaşadık ve bu kongre süreci olağanüstü genel kurula döndü.
Dolayısıyla genel kurulun sonucunu bekledik, bu da 1-1.5 ay gibi bir süreye denk geliyor. O dönem hareketli geçince pek tatil de düşünemedik. O yüzden yoğun bir yaz dönemi geçirdik diyebilirim.
Kadroyu tamamladınız. Biraz daha detaya ineceğiz elbette ancak, şu anki mevcut kadro sizi tatmin etti mi?
Açıkçası içime sinen bir kadro. Zaten ben genelde elimizde bulunan ya da kurduğumuz kadronun özelliklerine göre basketbolu evirebilen bir koçum. Ben, içinden çıkamadığım bir oyun düzenim olup da devamlı olarak ona oyuncu ekleyen bir koç değilim. Oyuncuların özelliklerine göre oyun sistemi geliştirebilen veya o oyunları oynatabilen bir tarzım var.
Çok açık konuşmak gerekirse yazın başında öncelikli 1-2 opsiyonumuz vardı ama gelişen süreçte bazı transferlerde bir parça geç kaldık. Ancak bence günün sonunda yetenekli ve çok yönlü bir takım olduk. Kadro olarak şu anki görüntü iyi evet, ama bizim beraber antrenman yapacak süreye ihtiyacımız var.
Takım olarak çok fazla çalışma şansımız olmadı. Mesela Hilliard (Darrun) daha yeni geldi. Daha ikinci antrenmanını (13 Eylül) yapacak. Ligin başlamasına da 3 hafta kaldı. Önümüzde 5 tane de hazırlık maçı var. Bunları iyi değerlendirmek lazım. Şu ana kadar 3 maç yaptık ama çok eksik kadrolarla yaptık. Kadro bazında ben umutluyum. Tabii yazın yaşadığımız süreçleri yaşamasak 1-2 önceliğimiz olacaktı ama bu kadro da yetenekli ve potansiyelli.
Angel Delgado, Kuzminskas gibi Avrupa’da tecrübeli oyuncuların yerine Vernon Carey, Kelan Martin gibi Avrupa tecrübesi sınırlı isimlere yöneldiniz. Sizce yeni sezona başlarken bu bir risk teşkil ediyor mu?
Bir risk. Aslında burada Kelan Martin’i ayırmak lazım çünkü onun Almanya’da oynadığı bir yıl vardı. Takıma da en erken gelenlerden birisi. Geçen sene de istemiştik ama Avrupa’ya getirememiştik. Dolayısıyla onunla çok daha fazla çalışma şansımız oldu. İsteklerimizi anlayabilen bir oyuncu. Bence çok iyi sezon geçirecek.
Vernon ise çok genç bir oyuncu ve Avrupa’daki ilk senesi olacak. Uzunların gelişimi, tecrübe kazanması da biraz daha geç oluyor. Bu noktada bir risk var ama bugünün şartlarında Vernon çok yetenekli bir oyuncu. İlerleyeceği, aşama yapacağı noktalar var. Bir an önce gelişim gösterir ve iyi oynar diye umuyorum.
Oyun kurucu ve uzun oyuncu transfer pazarında kolay bulunamıyor. Tüm takımlar kadrolarını oluşturduktan sonra bu tür riskleri almak durumunda kalıyorsunuz. Yeteneğinden hiç kuşkum yok.
Hilliard transferi de aslında tecrübeyi yakalayacağımız transferdi. Mevcut takımdan da Errick McCollum, Vitto, Jaylon gibi isimler var. O tecrübeyi yakalayacağız, Furkan Haltalı’nın da gelişmesini sağlamamız lazım.
İyi bir takım olacağız. Bazı şeyleri yolda halledeceğiz ama birbirimizi de büyüteceğiz.
Vernon’dan bahsetmiştik. Bu transfer nasıl gelişti? Çünkü Vernon lisedeyken bir yıldız, Duke gittiğinde de yıldız potansiyeline sahip. G-League’de de yıldız ve şu anda 22 yaşında. Bu yaşta, geçmişinde ‘yıldız adayı’ apoleti taşıyan isimler, ABD dışına böylesine erken çıkmazlar.
Vernon’un erken bir NBA tecrübesi var. Bu da aslında onun karakterinde var olan potansiyeli gösteriyor. Bugünün şartlarında birçok oyuncu Avrupa’ya gelmeyi kabullenmiyor. Ben kendisine, EuroLeague seviyesine çıkabilecek bir oyuncu olduğunu anlattım. Bunları Avrupa basketboluna entegre edebilirse 2-3 yıl içerisinde çok daha farklı yerlere gelecek.
Bence Kelan Martin’in de aynı şekilde bir düşünce tarzı var. O da Vernon gibi, daha önceki örneklerde olduğu gibi, buradan bir üst seviyeye çıkabilmeyi, basketbolunu geliştirebilmeyi düşünüyor. Aslında Vernon da böyle gelişti.
Vernon, daha önceki geçmişinde -Delgado’ya nazaran- hücumda bir takımın yükünü çekmiş bir isim. Bir numaralı opsiyon olmanın ne demek olduğunu biliyor. Onun transferinde de iyi açıyla devrilmeyi, alçak post’tan atak etmeyi bilmesi veya komple hücum paketi mi etkili oldu?
Sezon öncesi değerlendirdiğimiz uzun oyuncuların içerisinde zaten Vernon da vardı. Fakat ilk etapta başka opsiyonlara yönelmek istememizin nedeni, az önce de konuştuğumuz ‘tecrübe’ kısmı. Yani çok genç olması. Bako isminin yanında ve Duop Reath de (Ed. notu: Reath, geçtiğimiz günlerde Portland Trail Blazers ile imzaladı) geçti.
Birkaç farklı isim de vardı ama sezonun geldiğimiz bu döneminde artık ağustosun sonlarında bu transferi yapacak hale geldiğimiz zaman özellikleri, dışarıda kalan diğer uzunlara göre Vernon’u öne çıkardı.
Vernon’un gelişime açık, belli bir şutu da var ve pası da olan bir oyuncu. Tabii ki G-League’deki boşluklara, koridorlara göre Avrupa basketbolu çok daha sert. Boyalı alanda çok daha büyük kavga var. Vernon’un da kendini buna adapte etmesi lazım.
Biz de bunun üzerine konuşuyoruz, çalışıyoruz. Bu alışkanlıkları elde ettiği zaman bence o özellikleri çok daha rahat ortaya koyacak. Çok yönlü bir oyuncu. Skor yapma özelliği var. Delgado da skor yapabiliyordu ama o bitirici roldeydi, roll oyuncusu olarak devriliyordu.
Savunmada da blok tehdidi var ve muazzam bir atlet. Özellikle kas grubu. Eğer öğrettiklerimizi alabilirsek kariyeri de yukarıya doğru ivmelenecek.
Biraz Braian Angola’dan bahsedelim istiyorum. Sezon ortasında Maccabi Tel Aviv ile anlaşmıştı malumunuz. O durum sizce takımı bir tık da olsa olumsuz etkiledi mi?
Aslına pek de etkilemedi. Belki benim basketbol oynadığım dönemde olsa hem kulüp tarafı hem oyuncu tarafı hem de taraftar tarafı bunları çok kabullenemezdi. Bugün farklı. Sezon içerisinde bu transferler olabiliyor ve herkes o profesyonelliği devam ettirebiliyor. Takımı pek etkilemedi.
Ancak Angola özelinde yarı final ve final serilerinde performansına bir parça eksi yazmış olabilir. Bu benim kendi değerlendirmem.
Angola bütüne baktığımızda iyi bir sezon geçirdi, bu doğru. Ancak McCollum’a final ve yarı finalde gereken o skor desteğini veremedi. Angola yerine Hillard gibi bir isme yönelmenizde bunun da etkisi var mı?
Elbette var. Hilliard kolejden sonra devamlı EuroLeague’de olan, iyi bir skorer. Çok tecrübeli. Net bir şutör ve son yıllarına bakarsanız %40’la üçlük atabilen bir oyuncu. Tabii Angola, Hilliard’a göre potaya daha fazla gidebilen bir oyuncu. Hilliard’ın da farklı özellikleri var. Bu biraz da oyun kimyasıyla alakalı.
Maccabi Tel Aviv‘de biraz daha çakılı şutör olarak kaldı ama Hilliard bizde daha farklı bir role evrilecek. Bence Braian Angola’nın da artısı, geçen sezon şut yüzdesini hep yukarıda tutmasıydı. Fakat kariyerinize baktığınızda aslında geçen seneki gibi çok atmamıştı. Bu da onun için önemliydi, çünkü hep potaya atak ederek oynayamazdı. Angola da bize çok katkı verdi. Belki yarı final ve finalde skor katkısı yapamadı ama bazen oyuncuların da düşüşleri olabiliyor, normal.
Angola, Maccabi ile sağlık kontrollerinden geçemedi. O esnada geri gelmek için mutlaka haber yollamıştır diye düşünüyorum.
O sağlık kontrolü benim de anlamadığım bir nokta. Haber yollamaktan bir yana, burada oturduk ve konuştuk. O da kalmak istiyordu. Bizim de onu kadroda tutmak istediğimizi söyledim ama söylenen doğruysa çok yüksek bir rakama tekrar İsrail’i tercih etti. Yoksa biz onun performansından, takımdaki varlığından memnunduk.
Aynı şey Angel Delgado için de geçerli. Biz onu tutmadık değil, o gitti. Biz, kontratındaki opsiyonundan çıkmadık. Kendisi son gün, opsiyonunu kullanarak başka bir takıma gitmeyi tercih etti.
Oraları oynayan takımı tutarak üzerine birkaç ekleme yapmak benim için çok daha rahat olacaktı.
Vitto Brown sürecinde neler oldu tam olarak.? Ben, Bahçeşehir Koleji ile anlaştığını ve sadece resmi imzanın eksik kaldığı detayını biliyorum. Nasıl tekrar ikna ettiniz, son gün nasıl her şey değişti?
Aslında biz Vitto ile anlaşmıştık, daha sonra Bahçeşehir Koleji bir teklif yaptı. Bizden yüksek bir teklifti, orada oyuncunun aklı karışıyor haliyle. Biz Vitto’nun kaldığını düşünüyorduk ama böyle bir şey çıkınca biz de acil durum ilan ederek gerekli görüşmeleri yaptık.
Biz bir parça fedakarlık yaptık, o da fedakarlık yaptı. Burada daha düşük kontrata oynamayı kabul etti. Burada çok mutlu, burayı seviyor ve seviliyor. Türkçe şarkı da söylüyor.
Enteresan bir kişilik, sporculuğu da çok iyi. Dolayısıyla biz onuna devam etmek istiyorduk o da buradaki mutluluğundan dolayı devam etmek istiyordu. Hadise buydu.
Kadroda devam eden bir başka oyuncuya bakalım: Errick McCollum. Daha önce verdiği bir röportajda Karşıyaka’da emekli olmak istediğini söylemişti. Sizce bu ulaşabilir bir hedef mi?
Bence ulaşılabilir. Errick; Avrupa’da üst düzey kulüplerde, çeşitli ülkelerde, değişik koçlarla oynamış. Aileden dolayı da basketbol hep hayatında olmuş, çok akıllı bir oyuncu. Ailesine düşkün.
Ailesini de değişik maceralara sokmak istemiyordur. 34-35 yaşında ve bunu bir sene daha uzatmak ve o şekilde devam etmek istiyordur. Şehir de güzel. Onların da hoşuna gidiyor, rahat ediyorlar. Bence olabilecek bir hedef.
Siz, Kenan Sipahi ile farklı dönemlerde çalıştınız ama Avrupa’dan Beşiktaşa’a döndüğünden beri çok daha farklı bir oyuncu gibi. Sahada hep öz güvenliydi ama artık farklı bir seviyede, ayakları yere çok daha sağlam basıyor. Siz de öyle düşünüyor musunuz, o tecrübe onu değiştirdi mi?
Kesinlikle aynı şekilde düşünüyorum. Ona da geçen sezonun başında söyledim. Onun İspanya tecrübesi, oradaki görgüsü… Biz çeşitli dönemlerde çalıştık ancak üzerinden 7 yıl geçmişti. 7 yıl da insanın hayatında bildiklerinin çoğalması, tecrübesi Kenan’ı bugünkü olgunluğa taşıdı. Ailesinin de etkisi var. İyi bir aile kurdu. Aile de burada etki eden en büyük faktörlerden bir tanesi. Ben de onu 6-7 öncesine göre daha iyi tanıyorum. Onu özgür bırakıyorum. Birçok pozisyonda ya yaratıyor ya da kendi sayısını bulabiliyor.
Bazen kaçırabiliyor ama Kenan bir şutör değil, bunu da bilmek lazım. Ondan devamlı yüksek yüzdeli şut atmasını bekleyemezsiniz ama organizasyon kısmını iyi yapabilen oyunculardan bir tanesi. Takım da ona kuvvet veriyor. Yan parçaların da iyi olmasıyla Kenan’ın performansı yukarıya çıktı. Bu sene de üstüne koymasını bekliyoruz.
İki senedir yabancı transferinde bu döneme kadar da beklenebiliyor. Geçen sene Kuzminskas hamlesi gelmişti bu dönemde, bu sene ise Hilliard. Buraya kadar beklemek zor değil mi?
Şampiyon olduğumuz sene ben, Juan Palacios’u son transfer olarak almıştım ve şampiyon olduk. Beklemek her türlü zor ama bazen de beklemek hem fiyat açısından -ki bu da önemli bizim için, sonsuz bütçemiz yok sonuçta- hem de elit oyuncu konusunda avantaja dönüyor. Tecrübeniz varsa, burayı soğukkanlı şekilde idare edebiliyorsunuz. Tabii ki haziranın 15’inde takım hazır olsun istiyorsunuz ama o dönemde 15 seçenek oluyor ve orada doğruyu bulamadığınız durumlar oluyor. Geçen sezon başında eleştiri de alıyorduk.
Mesela Skyler Flatten bütçemizin olmadığı bir dönemde takımı tamamladığımız bir parça oldu fakat 3-5 maçın ardından gördük ki bizi taşıyacak oyuncu değildi. O sırada sponsorumuzla bir imkan, bir çıkış bulduk ve Kuzminskas’ı monte ettik. Onu beklemesek, Skyler’ın üstünde bir oyuncu alsak belki de o transfer olmayacaktı. Tüm takım için demiyorum ama 1-2 parça için yapılabilir bu bekleme.
Bu yaz dönemi kadro kurma hazırlığı biraz hareketli ve sıkıntılı geçti. Özellikle final oynadıktan sonra takımı biraz daha rahat kurgulayalım istiyorduk.
Hilliard sene başı listemizdeyken EuroLeague demişlerdi ve fiyatı da bugünkünden çok farklıydı, bizim için konuşulamayacak noktadaydı. Sonrasında, bugünün şartlarında onu da kadroya kattık. İnşallah o da çok olumlu basketbol oynayacak. Kişilik olarak zaten çok pozitif bir insan.
Geçen sene kadroda 6 yabancı vardı ve bu seçimlerden boş çıkan olmadı. Bu seneye bakıyoruz, kağıt üzerinde yine 6’da 6. Ligde ise kadroya ise 5 yabancı alabiliyorsunuz. Geçen sene bir Fenerbahçe maçı hatırlıyorum, 102-98 kazandığınız maç. Vitto kadroda değildi ve haliyle de üzülmüştü. Sonuçta sizlik bir durum da yok ama bazen problemler yaşayabiliyor musunuz?
Büyük bir problem olmadı ama senin de dediğin gibi… Hayal kırıklıkları, oyuncunun enerjisiyle ilgili düşüşler oluyor. Çünkü bütün oyuncular oynamak istiyor ama bir kural da var. Bu kuralın çerçevesinde de koç olarak karar vermek kolay değil. Bir bölümde hatırlarsın, biz Kuzminskas’ı kesmiştik yarı final serisinde.
Kuzminskas’ın mesela 20 sayı atması değerli ama sizin için başka bir takıma karşı başka bir senaryo ortaya çıkabiliyor. Bazen savunmada sorun yaşadığınız, size’ı küçük bir takım olduğu zaman mesela. Bunları düşünerek karar veriyorsunuz.
Yoksa formda olanı hep oynatsak dünyanın en kolay işi bu. Fakat iş öyle gitmiyor. Bazen o şutöre ihtiyaç oluyor, bazen başka bir oyuncuya. Bunla ilgili karar veriyorsunuz. Bu kolay değil, bu sene de kolay olmayacak. Sonuçta 6 tane yabancı oyuncumuz var ve hepsi de birbirinden değerli. Bunu hep birlikte idare edeceğiz. Onlara da söylüyorum bunu. Burada tabii Avrupa’da maç oynamak da önemli. Haftada 1 maç oynasak bu çok daha zor oluyor. Belki oralarda bir parça daha motivasyonu ayakta tutabiliyorsunuz ama işin doğası bu.
Avrupa’dan bahsetmişken… Son 2 sene play-in turunda bir veda durumu söz konusu. 2 sene öncesi için kötü konuşmak mümkün değil, ters zamanda yakanılmıştı. Tenerife gibi oraları bilen bir takıma karşı Tony Taylor adeta tek bacakla oynadı, Roll yoktu, Semih yoktu. 3. maçta sezonun en suskun ismi Joan Sastre ortaya çıkmasa belki Tenerife’yi saha avantajı olmadan eleyecektiniz.
Ancak geçen sezon biraz daha farklı olabilirdi sanki. Bilhassa siz takımın koçuyken. Hedeflenmesi yerler mutlaka Basketbol Şampiyonlar Ligi son 4’ü olmalı gibi geliyor. Geçen sene için bir hayal kırıklığı oldu mu sizde?
Elbette oldu. Çünkü sene başında o kadroyu kurarken takımın çok değerli olduğunu net biliyordum. Ama şöyle bir şey var, 12 yeni transferler yola çıkmıştık. Sadece 2 oyuncumuz ondan önceki senelerden duruyordu. Biri genç, biri de daha az süre alıyordu. Onun dışındakiler yeni oyuncuydu.
Yeni oyuncular bireysel olarak ne kadar iyi oyuncu olursa olsun takım anlayışına, sizin isteklerinize, sahadaki düzenlere kolay alışamayabiliyor. İlk 1-1.5 aylık süreçte molalarda oyuncuların isimleri çıkmıyordu bazen. 5 tanesi çıksa da diğeri çıkmayabiliyor, takılıyorsunuz çünkü 12 yeni oyuncu var.
Geçmiş dönemde 2-3 senelik kadrolar oluyordu. Alışkanlıklar oluyordu, ismi söyleyememeyi bırakın göz işaretiyle anlaşabiliyordunuz. Şimdi burada ise göz işaretini oyuncu yanlış bile anlayabiliyor. Kişilikler, karakterler daha adapte olmamıştı.
Yine de sezona iyi başlamıştık ama hücumumuzla bunu yapmıştık. İstanbul’da 2 uzatmada Efes‘i yendik, Galatasaray ve Beşiktaş‘ı da yendik. Buraları hemen geçince insanlar ‘her şey hazır’ sandı ama olmayan şeyler de vardı. Orada direksiyonun başındaki adam olarak bunu görebiliyordum.
Burada artı olan sonuçsal olarak kan kaybetmemiştik ama öyle bir dönem geldi ki… Kasım-Aralık dönemi. En zor dönemdir orası. Fikstür sıkışıktır. Basketbol hayatımın da en zor dönemidir.
Bir AEK maçı vardı hatta, Maçın başında 10-35 öne geçtikten sonra kaybetmiştiniz. Çok saçma maçtı.
Hakikaten çok saçmaydı, kaybettik. Bir anda konsantrasyonumuzu ve ardından gelen panikle kaybettik. O maçı kaybetmesek farklı olabilirdi.
Basketbol Şampiyonlar Ligi zor, ilk turda lider olamazsanız play-in oynatıyorlar. Elemelerden de iyi takım geliyor, o elemelere niye düşmüşler bilmiyorsunuz. İyi takımlar gelip sizin grubunuza dahil oluyor, siz de 2. torbadan dahil oluyorsunuz. Ben bunu sorguluyorum, tuhaf bir senaryo var orada. İşler bir anda bambaşka noktaya gidebiliyor, Telekom Baskets Bonn mesela. Ben onları geçen sene çok beğeniyor, tehlikeli olduklarını düşünüyordum. Kimseye bunu anlatamadık.
Gerçekten format zor. EuroCup mesela çok daha kolay. Fazla maç oynamanız belki sizi yoruyor, çok daha fazla gidip geliyorsunuz ama her türlü kaybı telafi edebilecek bir lig gibi düşünün. Ama burada öyle değil ki burada bir maç içeride, bir maç dışarıda oynuyorsunuz. Günün sonunda averaja bile kalıyor. Ama geçen senenin özelinde böyle sıkıntı oldu. Ben sene başında da demiştim; biz, yolda büyüyecek bir takımdık. Oyuncuların beraber olması lazım. Sonunda da ligi domine eden, EuroCup’ta final oynayan Telekom’u eledik. Çeyrek finalde de 2-0 gibi net skorla Bursaspor’u geçtik. O dönemde kimse böyle olacağını düşünmüyordu. Ligi de ilk 4’te bitirdik.
Yıllardır oralara aday, oralarda kalan bir takım olduk. Avrupa ise açık konuşmak gerekirse bizim üzüntümüzdü. Umarım bu sene çok çabuk oralara entegre olup kayıp yaşamadan sonuna kadar girebiliriz. Bizim de kendimizi görmek istediğimiz yerler oralar.
AEK maçını sormak istiyorum çok kısa. 25 sayıdan döndü maç. Akil Mitchell’ın bir intikam maçı mıydı sizce?
Olabilir, gayet doğal. Biz onu sezon içinde performansını beğenmediğimiz için gönderdik. Performansı bizde çok vasattı ama ben çok beğenerek almıştım. Farklı özelliklerinin olduğunu düşünmüştüm ki geçen sene de gösterdi. Belki bizim onu biraz daha besler halde olmamız lazımdı ama bizdeki performansı vasattı gerçekten. Akil sadece bizim maçta da değil, geçen sene tüm sezonu iyi oynadı.
Bu yazın en çok konuşulan konularından biri de milli takımlardaki devşirmelerdi. Siz de Türk milli takımında devşirme kullandınız. Bazı insanlar devşirmeye tamamen kapalı, bir kısım ‘bazen başarıdan tek parça kadar uzak olabiliyorsunuz, bu yüzden olabilir’ diye bakıyor. Siz bunu deneyimlemiş bir basketbol adamı olarak ne düşünüyorsunuz?
Ben burada soru sormak istiyorum aslında. Amacımız, beklentimiz ne?
Biz ülkece, ülke federasyonu olarak, milli takım antrenörleri olarak 3-4 senelik bir planlama yapabileceksek -ki bu planlama bugüne kadar yapılamadı- o zaman devşirme kullanmayalım. O zaman herhangi bir şampiyonayı başarı odaklı görmeyip, hazırlık odaklı görüp 3-4 senelik planın sonucunda devşirmesiz oynamaya çalışalım.
Böyle bir planımız, isteğimiz var mı?
Yoksa biz her turnuvada olalım istiyorsak farklı. Burada hedefler önemli. Belli süreler, belli takımlar kendilerini geri çekebiliyor. Zaten öndeki, senden iyi olan takımı yenemiyorsun. Avrupa’da da bunlar var. Bizim ligde de yok bu. Bizim öyle bir düşüncemiz yoksa, bence devşirme kullanabiliriz. Benim dönemimde de bazı sıkıntılar oldu, şu anda da yaşanıyor. Burada esas mesela, bence bu devşirmelerin o elde ettikleri haklarla devamlı bağlılıkları ve takıma katılmaları lazım. Devşirme kullanan tek takım biz değiliz. Basketbolda ileri gitmiş birçok ülke kullanabiliyor. Baktığınızda biz devşirmesiz Dünya Kupası elemesinden Dünya Kupası’na giden bir takım yaratmıştık geçmişte. O dönemde devşirmemiz Scottie Wilbekin’di ama o olmadığı dönemde Ankara’da İspanya’yı yenmiştik. Ne wildcard aldık, ne de ülkemizde düzenleme durumu yokken lig usulüyle bir sürü takımı geçmiştik. Sonuçta yapılabiliyor. Devşirme olup olmama konusunda amacımızın ne olduğunun cevabını vermemiz lazım. Bu kadar basit bence.