Sinan Atalay’dan Eurohoops’a: Başantrenörlüğe Gelişi, Axel ve Tony Hamleleri, Vitto Brown ve Daha Fazlası…

2023-09-25T13:53:51+00:00 2023-09-25T13:53:51+00:00.

Bilal Baran Yardımcı

25/Eyl/23 13:53

Eurohoops.net

Bahçeşehir Koleji’nin koçu Sinan Atalay, Eurohoops’a röportaj verdi.

by Semih Tuna / stuna@eurohoops.net

FIBA Europe Cup’taki temsilcimiz Bahçeşehir Koleji, hem ligde hem Avrupa’da başarılı bir sezon geçirmek için hazırlıklarını sürdürüyor. Turnuvanın 2022 şampiyonu, bu başarıyı bir kez daha tekrarlama niyetinde.

Bahçeşehir Koleji’nde 2022-23 sezonunun sonuna doğru göreve getirilen Sinan Atalay, yaklaşan yeni sezon öncesinde Eurohoops’a kapsamlı açıklamalarda bulundu. Başantrenörlüğe geliş sürecini detaylı şekilde aktaran başarılı basketbol adamı, yaz döneminde yapılan hamleleri, Vitto Brown’un iptal olan transferi ve daha fazlasını konuştu.

S: Geçtiğimiz yılın ortasında görevin başına getirildiniz. Böyle bir görevi bekliyor muydunuz? Baş antrenörlük beklediğinizden erken mi geldi?

C: Yakın çevrem bu konuda beni çok iyi tanır. Son beş altı sezondur hep baş antrenör olma hayalini kurdum. Bu hayalle beraber kendimi geliştirmeye çalışıyordum. Koçları, takımları inceliyordum. Koç olunca oynatabileceğim basketbolu geliştirmeye çalışıyordum çünkü bu sene “A” basketbolu oynarken seneye “A+” oynamak isteyebilirsiniz, “B”ye çevirmek isteyebilirsiniz. Bunlar kendi gelişimimle alakalı. Fakat yine de bu kadar kısa sürede olmasını beklemiyordum, daha üç dört senem daha var diye düşünüyordum.

S: Peki görev geldiğinde neler hissettiniz? Ne de olsa çok büyük bir sorumluluk.

C: Evet. Takımı aldığımda ya 0/9, ya 0/10’du. Çok büyük bir sorumluluktu. Tabiri caizse taşın altına elini sokmaktan daha büyük bir sorumluluktu. Sadece işime odaklanmam gerektiğini hissettim. Kendi kariyerimden çok bir an önce takımı o noktadan çıkartabilmeye odaklandım. Bunun için yapmam gerekenleri düşündüm. Zaten takımın içerisindeydim. Bazı sorunları, bazı oyuncuları, bazı eksikleri gözlemleyebiliyordum. Fakat asistan koçken bazı noktaları yönetemiyorsunuz. Oyuncu da yönetim de sana asistan koç olarak bakıyor. Baş antrenör olunca sorumluluktan çok ‘bu negatifi ortamı nasıl pozitife çeviririm?’ diye düşündüm. Pozitife çevirince de birçok şey lehimize gelişti. Gerçekten zor bir sorumluluk. Fakat şu anda sorumluluğumu daha da zor olarak görüyorum.

S: Pozitife çevirmekten bahsettik. Geçen sezon siz göreve geldikten sonra kadroda bir değişiklik olmamıştı. Ama siz geldiniz ve oynanan basketbolun kalitesi çok değişti. Nasıl böyle ‘siyahla beyaz’ gibi bir durum oluştu?

C: Aslında bir hamle yapmak istiyorduk ama kendi aramızda konuştuğumuzda bunun da risk olacağını düşündük. Bir hamle yaptıktan sonra maçlar kaybedilmeye devam edilirse… Orada gelebilecek oyuncu kötü çıkarsa ana grubumuzu kaybedebilir, bu sefer işi hiç kontrol edemezdik. Alparslan Bey ile konuştuğumuzda ‘Ben bu kadroyla bu işi becerebileceğimizi düşünüyorum, bir tane maç kazanmamıza bakıyor’ dedim. Çünkü o zamana kadar oyuncuların antrenman ve maçlardaki reaksiyonları bana ‘aslında hazırmışım’ gibi hissettirdi. Maçları sonuna kadar oynayabilmemiz… Örnek olarak Darüşşafaka maçını serbest atışlardan kaybettik, Aliağa Petkim maçında öndeydik, boş şutlarımız girmedi. İstediğimiz basketbolu oynamaya başlamıştık, o reaksiyonu alıyordum. Bu bana biraz güven verdi. O andaki oyuncu grubuyla yapabileceğimize inandık. Özellike bu sezon da kadromuzda olan Muhammed, Hadi, Berkay, Jerry… Bu sezon kadromuzda olmayan Langston… Bu oyuncular saha içinde gerçekten takımı çok sahiplendiler. Bu da benim işimi kolaylaştırdı. Sadece iyi yaptığıma inandığım rakip analizi konusunu daha iyi yapmamı sağladılar. Bu da maç kazanmamıza sebep oldu. Sonra zaten arkası geldi.

S: Bazı maçlardan bahsettiniz. Benim geçen sene Bahçeşehir’de sizin olduğunu dönemi tanımlarken aklıma Karşıyaka maçı geliyor. Maçı kaybettiniz belki ama geçen sezonki Karşıyaka’nın, kaybettiği maçlarda bile o kadar süre -28 dakika- boyunca kötü bir duruma düştüğünü hiç görmemiştim. Bunun üzerine eksik kadroyla çıktığınız bir Beşiktaş maçı da vardı. Orada da yakın geçen maçı bir şekilde koparabildiniz. Burada fark yaratan rakip analizinin daha yoğunlaşması mı oldu?

C: Benim aslında koç olduğuma, bu işi yapabileceğime gerçekten inandığım maç Bursaspor maçı. O hafta çok iyi hazırlanmıştık. Ufak tefek sürpriz savunma değişiklikleri yaptık. Bursaspor açık sahayı iyi oynayan bir takımdı. Onlara neredeyse hiç açık saha imkanı vermedik. O maçı kazanmamız, oyuncuların analiz konusunda bana inanması, Karşıyaka maçı, Beşiktaş maçı… Hepsi arka arkaya geldi, başlangıç ise o maç oldu. Galatasaray maçımız var mesela… İlk yarıda Langston Hall’la tempo yapmaması için kavga ediyordum. ‘Anlıyorum ama kendimi durduramıyorum, ne istediğini biliyorum’ diyordu. Benim koçluğumun %60’ı, %70’i kendi kurallarım içerisinde rakip analizidir. Rakibin zayıf noktalarına atak edip güçlü noktalarını savunmak gibi bir çalışma stratejimiz var. Rakip analizi şu an bizim için her şey.

S: Çok yakın bir geçmişe kadar bilhassa Türkiye’de koçlar konusunda dar bir çember vardı. Hep aynı isimleri görüyorduk. Şimdi bu isimlere siz, Ender Abi, Erdem Can, Yakup Sekizkök eklendi. Çember genişliyor. Sizin basketbola bakış açınızda bu ne kadar önemli?

C: Bizim kulübümüz bu konuda yapılmayanı yapıyor. Zafer Aktaş’tan süregelen bir durum. Bir sezon asistanlık yapmış olan kişi, daha sonra bu kulüpte baş antrenör olabiliyor. Bazen arkadaşlarımızla dalga geçiyoruz, Alparslan Bey ‘hazırlanın, birkaç sene sonra içinizden biri koç olacak’ diyor. Bu kulüpte bu durum çok güzel. Ben de yıllardır ‘koç olmak istiyorum ama çember çok dar, hep aynı isimler dönüyor’ diye düşünüyordum. ‘Bir yerde bu çember kırılacak, benim o güne hazır olmam lazım’ diyordum. Bu sezon baş antrenör olduktan sonra ligdeki birkaç asistan koç arkadaşım beni arayıp ‘bize yol açıyorsun, kulüplere örnek oluyorsun, inşallah başarılı olursun çünkü senin başarılı olman bizim de o çembere girmemiz olacak’ diyerek teşekkür ettiler. Erdem Abi olsun, Yakup Abi olsun, Ender Arslan olsun bu tarz isimler pek çok kulübe yön verecek, buna inanıyorum. Bu çemberi bizim etrafımızdan genişleterek büyütmek fazlasıyla inandığımız bir konu. Arkadaşlarıma da hep söylüyorum: ‘Bu kulüp bana bu şansı verdiyse üç yıl sonra sizden birine de bu şansı verebilir’. Çünkü aslında çok büyük bir risk.

S: Açıkçası dışarıdan bakan bir göz olarak ben siz geldiğinizde de çok şaşırmıştım, böyle bir hamleyi beklemiyordum.

C: Ben de beklemiyordum (gülüyor). Alparslan Bey bana ilk söylediğinde ben açık açık ‘dışarıdan biri gelsin’ dedim. ‘Tamam, ben koçluk yaparım, kendimi hazır hissediyorum ama şu andaki durum öyle bir durum değil’ dedim. O da bana ilk günden beri çok güveniyor.

S: Biraz kadroya bakalım. Tony Taylor, Axel Boutielle gibi büyük, finaller oynamış isimler var. Taylor İtalya’da da, Karşıyaka’da da bunu yaptı. Onları buraya transfer ederken sizi etkileyen nokta ‘kazanmayı bilen oyuncu’ mantalitesi mi oldu?

C: Açıkçası kadroyu kurarken teknik anlamda benim için 1-3-5 pozisyonları çok önemliydi. Hüseyin Bey, Alparslan Bey, ben ve teknik ekipteki arkadaşlar kadro planlamasını yaparken beraber konuşarak yapıyoruz. ‘2 ve 4 numaralar için ise isimleri vereceğim, onlar üzerinden gidelim’ dedim. Zaten 2 numaramızı (Brein Tyree) biz sezon bitmeden almıştık. 1 numarada Tony Taylor, 3 numarada Axel ligi bilen oyuncular. Geçen sene kendim şahit oldum, Axel kazanmayı çok isteyen bir oyuncu. Biz de burada tekrar kupa kazanmak istiyoruz. Sıradan oyuncularla bunu yapamayız, kazanmayı bilen oyuncularla yapabiliriz. Tony Taylor’ın Karşıyaka’da nasıl oynadığını biliyoruz. Kazanmayı bilen, ‘winner’ karakterli oyuncular… 1-3-5’i bu şekilde seçmemin sebebi bunlardı. 2 ve 4 numaralarda tamamen teknik oyuncular istedim. 5 numara Jerry… Geçen seneden inanılmaz kazanma alışkanlığı yüksek bir oyuncu. Sahada savaşan ve kazanamayınca haklı bir şekilde kavga eden bir isim. Tony ve Axel’in Türkiye’yi bilmesi… Tabii ki ben de genç bir koç olduğum için buralarda risk almamam gerekiyordu. Hiç tanımadığım bir oyuncu grubuyla yola çıkmak istemedim. Buraya gelmeden önce tabiri caizse arka kapılardan mesaj yollatabileceğim bir oyuncu grubu seçmeye çalıştık.

S: ‘Axel kafayı kazanmakla bozmuş bir oyuncu’ dediniz. Benim aklımda kalan Tony Taylor da şu: İki sene önce eşi doğum yapıyor. Hiç uyumuyor, Polonya’ya gidiyor, maçı kazandırıyor. Tek bacağı sakat, play-in serisi, rakip Tenerife. Tenerife sonra şampiyon oluyor. Tek bacağıyla kazandırıyor Karşıyaka’ya maçı. Takım için ölecek bir adam. 

C: Şu anda da öyle.

S: Ben buradan oyun kurucu pozisyonuna gelmek istiyorum. Trae Golden’ı hatırlıyorum, Langston Hall’u hatırlıyorum. Golden ligin sayı kralı, asist kralı oldu fakat bence sahadaki verimiyle istatistikleri arasında farklı bir korelasyon vardı. Langston Hall da benim kişisel olarak çok tutmadığım tarzda bir oyuncu. Tony Taylor ile birlikte o pozisyonda büyük bir gelişim olduğunu düşünüyorum. Siz katılır mısınız?

C: Kesinlikle katılıyorum. Biz Langston Hall’ın geldiği sene kurduğumuz yapıda bir numaramızın yönlendirici olmasını istedik. Önceki senelerde hep Trae Golden gibi skorer bir oyuncu vardı. Langston Hall biraz daha yönlendiriciydi. Yanında Jamar Smith vardı, Sam Dekker vardı. Bu sene kurduğumuz yapıda ise çift guardlı bir sistem yaratmaya çalıştık. İlk günden beri ‘Tony Taylor’ı alıyorsak yanına mutlaka bir tane daha yönlendirici olmalı’ diye konuştuk. Muhammed Baygül çift guard oynayabilen bir oyuncu, kasım ayının sonuna doğru umarım Kartal gelecek. O da hem 1 numarayı hem 2 numarayı iyi oynayabilen bir oyuncu. İki tane yönlendiricinin Tony Taylor’ın performansını da çok daha yukarı çekeceğine inanıyoruz. Geçen sene Jerian Grant – Tony Taylor ikilisi bize bunu net gösterdi. Karşıyaka’da izledik. Belli dönemlerde tek başına kalıyordu. O zamanlarda da bazen o rolü oynayamayabiliyordu. Hatta Tony Taylor ile ilgili hep bir ‘Büyük maçları oynayamaz’ algısı var. Ben buna hiçbir zaman inanmıyorum. O, maç ayırtabilen bir oyuncu değil. Beş dakika vites arttırdığı zaman neler yapabildiğini görebiliyoruz. Onun yanına birini koyduğunuz zaman çok rahatlıyor. Antrenmanlarda da mümkün olduğu kadar onu çift guardlı sistemde oynatıyoruz. Bazen Axel’i bile pick&roll becerisi gelişsin diye onun yanına koyuyoruz. Kurgumuzu tamamen iki yönlendirici ve dışarıdaki şutörler üzerine kurmaya çalıştık.

S: 1-3-5 çok önemli demiştiniz. Ben de 2 ve 4 üzerinden gideceğim. 2 ile başlayalım. Breein Tyree’yi biz geçen seneki Galatasaray maçıyla tanıdık. Buraya geldiğinde de heyecanlandıran bir transferdi. Ben onun bir çıkışı olduğunu biliyordum. O bir buçuk aylık süreçte ne oldu?

C: Tyree’yi geçen sezon ufak tefek takip ediyorduk. Ben canlı izlemek için Galatasaray maçına gittim. Orada da izleyip bir kenara not aldım. Sonra bizim seriyi oynadıktan sonra oyuncuyla ve menajer şirketiyle iletişime geçtik ve önümüzdeki sezon için anlaştık. Fakat oyuncu yeni yeni Avrupa’da gözükmeye başlıyor ve potansiyelinin farkında. Çıkış hakkı istedi. Biz de yeni sezon planlamasında kim koç olacak bilmiyorduk. O dönemde de yeni gelecek koç belki Tyree’yi istemeyecek, kulübe ekstra bir maliyet olacaktı. Buna girmemek için biz de çıkış hakkını kabul ettik.

‘Tony’nin yanına koyabilir miyim?’ diye çok düşünüyordum. Koyabileceğime inandım. Gerekirse yönetim altıncı yabancıyı alacağımızı da söyledi. Ben ‘benim bir sistemim var, bu sisteme göre oynayacağım’ diyen bir koç değilim. Ben birazcık daha elindeki oyuncularla ne yapabileceğini düşünen bir koçum. Böyle sistem kurmaya çalışıyorum. Tony ve Tyree’nin işimize yarayabileceğini düşünmüştüm. Bir şekilde oynayabileceğimi düşündüm. Sonra bir sabah telefon çaldı. Temmuz’un ortası gibiydi, milli takımdaydım. ‘Breein Tyree gidiyor’ dediler. ‘Hayırlısı olsun’ dedim ama nasıl gideceğini sordum. Sistemimizi anlatmıştık, oyuncuyla konuşmuştuk. ‘Sassari istiyor’ dediler. Gitmeme ihtimali var mı diye sorduğumda ise ‘Sassari parayı yatırırsa gider’ dediler. Sonra da Breein ile konuştuk. O da bize daha üst bir kupada kendisini daha fazla gösterebileceğini düşündüğünü söyledi. Problem yoktu, sonuçta dünyanın sonu değil. Hemen araştırmaya döndük. O dönemde de havuz daralmıştı. Birkaç tane oyuncu için Yaz Ligi’nin bitmesini bekledik. En sonunda takıma gelen Scrubb oldu. Bana sorarsan hayırlı oldu. Scrubb’ı görünce Breein’ın gitmesine çok üzülmedim. Breein ile de çok güzel bir yapı kurabilirdik. Hatta sezonun ortasına doğru EuroCup ya da EuroLeague takımlarından biri isteyebilir diye düşünüyorduk. Buy-out’ı da olduğu için yine de biz onun yerine altıncı yabancıyı bakalım diyorduk. Scrubb ise nazar değmesin daha iyi oldu.

S: Şimdi 4’e gelelim. Amath M’Baye’yi istediğinizi biliyorum…

C: Evet, keşke…

S: Masada Galatasaray vardı, siz vardınız, CSKA vardı. Tercihi CSKA‘dan yana oldu. Ardından Vitto ismi… Oldu gözüyle bakılıyorken döndü. Burada neler oldu?

C: Hüseyin Bey ve Alparslan Bey ile oturduğumuzda benden oyuncu listesi istediler. Biz öyle çalışıyoruz. Pozisyonlar için beş altı alternatif sunuyoruz. Tabii bu sistemle doğru orantılı oluyor, sadece beğeniyoruz diye olmuyor. Listemizde Amath M’Baye, Vitto Brown ve Tyler Cavanaugh gibi isimler vardı. İlk etapta Amath ve Brown’a gittik. Başka bir isme de gitmedik o dönemde. Amath’ı çok bekledik. Fakat tercihini CSKA’dan yana kullandı. Zaten o ara Vitto ile konuşuyorduk. Sonra ben U19 Dünya Şampiyonası’ndaydım. ‘Vitto transferi ne oldu, olacak mı?’ diye düşünürken alternatif üretmeye çalışıyorum. Bir yandan da orada turnuva oynamaya çalışıyoruz. Alparslan Abi’den bir telefon geldi ve ‘Vitto tamam dedi’ dedi. Şaka yapmıyorum, bütün ekibi akşam yemeğe çıkardım. O dönemde o kadar gerilmiştim ki… Zaman daralıyor, istediğim dört numarayı bulmak gerçekten çok zor. Yemeğimizi yedik, eğlendik, sabah kalktık ve antrenmana gittik. Otele döndüm, Alparslan Abi’den bir telefon daha geldi: ‘Vitto vazgeçti’. O otel odasındaki halimi size anlatamam. ‘Nasıl yani?’ diye sordum. ‘Vazgeçti, Karşıyaka’ya dönmek istedi’ dedi. Detaylar da var fakat söylemeyeyim. Bana göre olmayacak şeyler olmuş. Hayırlısı dedik. O dönemde yalan yok, baya üzülmüştüm. Hem Vitto hem Amath çok istediğim transferlerdi. Allah o kadar büyük ki… Şaka yapmıyorum, iyi ki Tyler olmuş diyorum. Karakteri, çalışması, iletişimi… Bazen 15-20 sayı atıyor, ne ara attı diye kendi aramızda konuşuyoruz. Çok acayip bir oyuncu. Asker bir defa.

S: Muhtemelen şu anda Avrupa’ya kendini kanıtlaması gereken şeyleri de var. ALBA üstü Zalgiris üzerine mutlaka çıkış yapması lazım, onun için de doğru bir adres.

C: Olabilir, belki bunun da farkındadır ama öyle bir profesyonel ki… Ben ‘Buraya geldim, çıkış yapayım, gideyim başka bir yere’ mantalitesinde olduğuna çok inanmıyorum. Tabii ki herkesin hedefleri böyledir ama gittiği zaman da profesyonelliğinden kaybedeceğini düşünmüyorum. Burada gerçekten EuroLeague’in en üst seviyesindeymiş gibi profesyonel yaklaşıyor. Ben inanamadım. O kadar sene Zalgiris‘te oynamış, EuroLeague’in üst seviyesinde oynamış… Aşırı memnunum Tyler’dan.

S: Şimdi yerlilere geleceğim. Arca ile başlayalım. Arca, geçen sene Heidegger ayrıldıktan sonra son beş altı haftalık bölüm hariç ligin en iyi guardlarından biriydi. Çok ‘underrated’ kaldı gibi geliyor bana. Siz katılır mısınız?

C: Kesinlikle. Arca ile ilgili… Yazın bütün oyuncuların transferi bitme noktasındayken telefonlaştık. Bu bizim için çok önemliydi. Ben daha tabiri caizse çaylak bir koçum. Oyunculara kendimi tanıtma, oynatmak istediğimiz basketbolu anlatma açısından önemliydi. Tyler, ‘koçla konuşmadan, oynatmak istediği sistemi duymadan imzalamayacağım’ demişti. Anlattık, aşırı mutlu oldu. Beklentilerimizi anlattık. Hemen hemen her oyuncuya bunu yaptık. Tyler ile telefonu kapattıktan 10 dakika sonra imzayı da atmıştı. Çok mutlu olmuştum.

Arca konusunda da… Arca çok hedeflerine odaklanmış bir oyuncu. Yazın telefonda konuşurken ‘Ben geçen sezon Bahçeşehir seviyesinde bir takımda oynamayı hedeflemiştim, şu an bunu başardım. Şimdi bunun üstüne çıkmak için hedef koyuyorum. Bunu daha Karşıyaka altyapısındayken kendime hedef koydum ve bu doğrultuda iş yapmaya çalıştım’ dedi.

Bu beni çok etkilemişti. Belki basit bir cümle gibi gözükebilir fakat Kartal’ın, yabancı oyuncuların olduğu bir durumda Arca gibi bir oyuncunun bunu söylemesi koça çok güven verir. Şu anda da aramızdaki diyalog öyle bir hale geldi ki… Bazen çok sinirlendiriyor beni. Antrenmanlarda, maçlarda çok fazla onunla diyalog kuruyorum. Agresifleşiyorum. Maç sonunda geliyor ve ‘Sakinleştirici hap vereyim mi hocam?’ diyor. Böyle güzel bir diyaloğumuz da oluştu. Onunla ilgili beklentim çok yüksek. Ona da söyledim. O yüzden bu kadar iş konusunda da üstüne geldiğimi söyledim. Arca’nın çok kısa sürede çok yukarı çıkabileceğine inanıyorum. Sadece bir tık şut konusunda gelişmesi gerekiyor ki onun için de Arda (Kandaş, asistan koç) sağ olsun özel antrenmanlar yaptırıyor ona. O da bunun üzerine çok gidiyor. Oyun zekası, oyun görüşü, koçu dinlemesi… Buralarda önünün çok açık olduğunu düşünüyorum.

S: Takımın enerjisini yukarı çıkaran bir isimden daha bahsedeceğim: Hadi Özdemir. 39 yaşında ama ondan sahada bir ‘hustle’ görüyoruz, bütün benç ayağa kalkıyor. Böyle bir karakterin takımda olması sizin için ne kadar önemli?

C: Hadi bizim için çok önemli. Hadi’nin çok kariyerli bir lig geçmişi yok, daha çok alt ligleri domine etmiş. Fakat burada zaten bu sene kaptanımız da oldu, çok önemli bir karakter haline geldi. Antrenmanların yumuşak geçtiğini görüyor, hemen antrenmanı sertleştirebiliyor. Bütün sezonun antrenmanlarını inceleyebilseniz görürdünüz, antrenman tempomuzu inanılmaz şekilde yukarı çeken bir adam.

S: 50’ye kadar oynar mı diyorsunuz (gülüyor)?

C: Bilmiyorum ne kadar oynar da (gülüyor)… Çalışma konusunda yorum bile yapmıyorum. En erken gelip en son çıkanlardan biri. Bunu laf olsun diye söylemiyorum, gerçekten böyle. Dört sezondur aynı şeyi görüyorum. O konuda inanılmaz bir karakter. Saha içinde de onunla da konuştuğumuz üzere şöyle bir rolü var: ‘Oynarsın, oynamazsın hiç problem değil. Adaletli olduğuma inanıyor musun?’ dedim. ‘İnanıyorum’ dedi. ‘Tamam, oyuna seni attığımda iyi oynarsan kalırsın, bunu bil. Kötü oynarsan kenarda oturursun. İyi oynayıp oynamadığına ben karar vereyim’ dedim. Çünkü oyuncu her zaman iyi oynadığını düşünür. Zaten diyaloğumuz da koç-oyuncu ilişkisinden çok abi-kardeş ilişkisi şeklinde. Ben de ona yeri geldiğinde abi diyorum. Her şeyden önemlisi dediğim gibi antrenman tempomuzu yukarı çekmesi. Sadece bu sezon bu konuda biraz zorlanıyor çünkü kadroda antrenmanlarda herkes sert. Onun da zamanı gelecek. İnsanların yumuşadığı dönemde Hadi yine sert olarak çıkacak. Bu durum onun da hoşuna gidiyor çünkü tamamıyla fiziksel oynayan bir oyuncu. Şut konusunda çok özgüvensizdi. Antrenmanlarda bile boş kalıyordu, atmıyordu. Sürekli atmasını söyledim. Bazı maçlarda iki üç tane çok kritik üç sayısı var geçen sezon. Hadi çok özel bir karakter. Burada ailenin bir parçası. İş konusunda da asla hakkını yemem. Tyler Cavanugh ne kadar çalışıyorsa Hadi de o kadar çalışıyor.

S: Ayrılan oyunculardan birine bakalım: Jamar Smith. Jamar Smith skorerdi fakat verimli de bir skorerdi. Geçen sene ne oldu ona? Bir şey olmuş olmalı.

C: Jamar Smith bir önceki sezona gerçekten çok iyi geçirdi. Kupayı kazanırken kritik maçlarda çok emeği var. Bir önceki sezonda büyük şanssızlıklar yaşadı. Bunları çok insan bilmez. Ben kendi adıma sakatlık konusunu dışarıda konuşmayı, bahane olarak sunmayı sevmem. Elimdeki oyuncular kimse onlarla oynamaya bakarım. Fakat oçok fazla sakatlık yaşadı. Smith antrenman yaptıkça temposunu yukarı çeken, antrenmanla yaşayan bir oyuncuydu. Sakatlıklar yüzünden o tempoyu bir türlü yukarı çekemedi.

Ben koç olduktan sonraki son bir ay gerçekten bu konuda çok özveriliydi. Çok istiyordu. O dönemde sürekli ‘bir antrenman, maç; bir antrenman, maç’ temposunda gitti. Üç dört gün dinlendirip tedavi yaptırıyorduk. Hiçbir şekilde ritim bulamadı ama oynatmam da gerekiyordu çünkü sahada Jamar Smith’in olması her zaman bir tehdit. Jamar Smith’e beş pozisyonun iki tanesini versen bir tanesini mutlaka istediğin şekilde sayıya dönüştürebilir. Onunla konuştuğumda sakatlıkları çok artmaya başlamıştı. Artık ciddi dinlenme ve tedavi sürecine girmesi gerekiyordu. Bir, bir buçuk ay hiçbir şey yapmadan tedavi olması gerekiyordu. Bizim de o zaman maç kazanmamız lazımdı. Sonuçta herkesin hayatı söz konusu.

Onunla şöyle bir konuşma yaptık: ‘Ben normalde antrenman yapmayan oyuncuyu maçta oynatmayı tercih eden biri değilim. Sakat oyuncular %100 olacak, en az üç antrenman yapacak, ondan sonra maçta oynatırım. Fakat senin için eğer maçta %100’ünle oynayabileceğinin garantisini veriyorsan şöyle bir şey yapacağım: Maçtan bir gün önce seni antrenmana alacağım, zaten genelde yumuşak bir antrenman oluyor. Orada sen istediğin şekilde ritmini yakala, maçı oyna. Onun dışındaki zamanlarda ister dinlen, ister halter yap, ister bireysel şut at. Sadece senden maçta %100’ünü vermeni istiyorum’ dedim. O da ‘tamam’ dedi. Son bir, bir buçuk ayını böyle geçirdi. Hatta kazanmamız halinde playoffa kalacağımız TOFAŞ maçında ısınmaya çıktı, ısınmada göz göze geldik. ‘Koç, artık yapamayacağım, gitmiyor’ dedi. İki kasığında da problem vardı. ‘Bugün yapamayacağım, çok özür diliyorum’ dedi. Aşırı duygusallaştı, sarıldı. Orada bitti zaten. Yeni sezon öncesinde de artık Jamar’ın vücudunu çok iyi tanıyorduk. Öyle bir riski ben kendi adıma alamazdım. Hala kendi aramızda konuşuyoruz. Reggio Emilia’da sezona çok iyi başladı. Keşke tekrar çalışabilsem ama yaşı nedeniyle artık çalışamayabilirim (gülüyor).

S: Derin Can Üstün, kadroda devam etseydi muhtemelen sahada oynayacaktı (Cevat Soydaş Turnuvası), fakat tercihi Cedevita’dan yana olmuştu. Öncesinde de Fenerbahçe ile anlaşabilirdi. Ayriyeten Genç oyuncuların NCAA’e gitmesi gibi bir trend var. Burada tam olarak ne oluyor? Biz oyuncuları burada tutmaya yönelik bir sistem mi oturtamıyoruz? Yoksa oyuncuların vizyonundan kaynaklı bir gelişme mi bu? Siz nasıl görüyorsunuz?

C: Çok hassas bir konu. Ben iki taraftan da değerlendirmeye çalışıyorum. Derin Can konusunu da ayriyeten anlatırım fakat oyuncu tarafından ve aile tarafından olaya şöyle bakıyorum: Hep genç oyunculara ‘Oynaman lazım, oynayabileceğin yere git’ diyoruz. Abileri de bunu söylüyor, menajerleri de bunu söylüyor. Fakat maalesef ki çocuklar onayabilecekleri yerlere gitmiyor Türkiye’de. Ya da oynayabileceği bir yere gittiğinde oynatılmıyor. Ben şahsi olarak oyuncuların sürekli yurtdışına gitmesine karşı değilim. Eğer oynayabileceği yerse isterse Amerika’ya gitsin, isterse Almanya’ya gitsin, isterse Türkiye’de kalsın. Yeter ki oynasın. Olaya kulüp tarafından bakıyorum: Yetiştiriyorsun ve bir anda gidiyor. Kulüp tarafı da aşırı derece de haklı. İki tarafa da baktığımda benim gözümde iki taraf da haklı. Hem kulübü hem oyuncuları koruyan bir sistem oluşturulabilir. Az önce oyuncunun oynamasına dair konuştuk. Örnek veriyorum BGL’nin üstüne bir lig daha açılabilir. Oyuncuların oynayabileceği bir ortam yaratılabilir. Kulüp tarafına bakıyorum. Para harcıyorlar, yetiştiriyorlar, emek harcıyorlar, hedef koyuyorlar ve bir anda gidiyor. Kulübün de bundan bir çıkarı olması lazım. Oyuncunun gitmesini engelleyebilecek bir çıkardan bahsetmiyorum, para karşılığında gitmesinden bahsetmiyorum. Belki parasal anlamda, tesis anlamında devlet desteğiyle ilgili bir şeyler yapılabilir. Federasyon destekli bir şey de olabilir. Mutlaka kulübün oyuncunun gitmesine engel olmadan bir çıkarı olması lazım. Bir kulübün oyuncuyu yetiştirirken ‘Ya kendim oynatacağım ya da şöyle bir kazanımım olacak’ demesi lazım. Benim dışarıdan gözlemlediğim bu şekilde.

Derin Can konusuna gelirsek… Biz bu sezon Derin Can’ı kadromuzda tutmayı planlıyorduk. Hatta benim odamda kadrodaki oyuncuların ismi yazıyor, Derin Can’ın ismini daha geçen hafta sildik oradan. Daha sonra bir Fenerbahçe‘ye gitme süreci oldu. Gitti denildi, aile kalmak istedi, çok karışık bir süreç oldu. Kötü ve bizi üzen taraf ise şu oldu: Derin Can’ın Cedevita’ya gidişi bizden habersiz oldu. Bu bizi üzdü. Ben onun için elimden geleni yaptım. Sahaya attım. Genç bir antrenör olarak genç bir oyuncuyu sahaya attım. Sadece maçlarda değil, antrenmanlarda da olayın üstüne gittim. Derin Can’ın yeteneği vardı fakat 16 yaşında sahaya girebilecek kadar belki yoktu, biz bu cesareti gösterip onu sahaya attık. Maç kopmuştu ama çok önemli değil.

Langston Hall’la, Muhammed Baygül’le antrenmanlara çıkardık ve sahaya attık. Bunu yaptıktan sonra Türkiye’deki Bahçeşehir okullarında altyapı çocukları için bir hedef oluştu: ‘Derin Can bunu yapabiliyorsa biz de yapabiliriz’. Yazın iki tane kampa katıldım, orada çocuklarla sohbet ettik. Çok şaşırdım, iki kampta da ‘Derin Can nasıl A Takım’da oynadı?’ diye soruldu. Olay oralara kadar ulaşmış. Bu sadece Derin Can ile alakalı değil, birçok altyapı oyuncusu için bir hedef oluştu. O kadar güzel bir şey ki… Derin Can bunu yapabiliyorsa Ahmet de yapabilir, Mehmet de yapabilir. Biz bu doğrultuda Sarp’ı çıkarttık. O da henüz fiziksel olarak hazır değil ama biz şimdiden onu hazırlıyoruz. Aşağıdan gelen o kadar güzel çocuklarımız var ki… Seneye bir tane daha, ondan sonraki sene bir tane daha çıkaracağız. Ben burada olduğum sürece bu konuda oldukça hassas olan Alparslan Bey’in de desteğiyle yeni Derin Can’ları aşağıdan getireceğiz ki en azından çocukların Türkiye’de A Takım’da oynamaya dair bir umudu olsun.

Az önce sorduğunuz ‘Çocuklar neden gidiyor?’ sorusu… Bu umudu yaratmamız lazım. Sadece bizim değil, herkesin yapması lazım. Efes mesela bu sene bunu Melih’le, Efe’yle, Salih’le yapıyor.

S: Siz Alparslan Bey’den bahsettiniz. Orada da Alper Yılmaz var. Ben bir konuşmasını gördüm. ‘Erdem Hoca’nın bana sözü var, alt yapıdan çıkan dört oyuncudan ikisi ocak ayı gibi rotasyonun içinde olacak’ diyordu. 

C: Benim de Alparslan Abi’ye sözüm var. Elimden geldiğince, fırsat buldukça o çocukları yukarıya hazırlayacağım. Zaten kondisyonerimiz Enis Bey A Takım’a eksik fizikle gelmemeleri için özel olarak hazırlıyor. Bizim haftada yaptığımız antrenmanlardan bir iki tanesine üç dört tane altyapı oyuncumuz giriyor. Onlar da rotasyona giriyor ve Tony Taylor’ı savunuyor. Sarp’ın Mike James’i savunması inanılmaz bir şey.

S: Sahaya çıkmayı bırak, aynı ortamda bulunmak bile bir altyapı oyuncusu için harika olmalı.

C: Sarp’a şunu sordum: ‘İki ay önce Bursa’da U16 Şampiyonası oynuyordun, bugün Mike James’i savundun. Aradaki farkı görüyor musun?’. ‘Evet’ dedi. Bizim bunları gizli tutmamamız lazım. Bunları senin sayende, diğer arkadaşlar aracılığıyla sürekli ön plana çıkartıp diğer çocukların ilham almasını sağlamalıyız. Sosyal medya artık çok kuvvetli. Ön plana çıkartmalıyız ki herkese bir umut olsun, herkesin bir hedefi olsun. Ailenin şunu demesi lazım: ‘Ben çocuğumu Amerika’ya götürmeyeyim. Bahçeşehir oynatıyor, Efes oynatıyor, ben çocuğumu buralarda deneyeceğim’. Bunu diyebilmesi lazım.

S: Yerel liglerden konuştuk, oradan devam edelim. Sezon bittikten sonra kime ‘Yabancı sayısı ne olacak? Takım sayısı ne olacak?’ diye sorsam ‘Biz de bilmiyoruz, bekliyoruz’ cevabını aldım. Takımların kurulma aşamasında, haziran ayında bu olayın belli olmaması, bir güne ‘altı yabancı oluyor’ diye uyanıp ertesi güne ‘beş yabancıda kalmış’ diye uyanmak ne kadar sürdürülebilir bir plan? Bunun bir doğrusu var mı?

C: Biraz göreceli bir karar. Sezon başında biz de aynı problemi yaşadık. 18 takım mı olacak, altı yabancı mı olacak, bir dönem 4+2 konuşuldu, 5+1 konuşuldu… Bir sürü şey konuşuldu. Bir sabah kalktık altı yabancılı sistem yaptık. Bir sabah kalktık beş yabancılı sistem yaptık. Bir sabah kalktık 4+2 yaptık. Biraz daha erken, en azından ocak ayında takımlara söylenmesi lazım. Bence bir doğrusu da yok.

S: Sürekli olan bu değişiklik takımın her parçasını etkiliyordur herhalde.

C: Kesinlikle. Altı yabancının da bence birçok yanlış kısmı var. Eskiden 3+2’ydi, onun da birçok yanlış noktası var. Hepsinde bir şey bulunur. Önemli olan benim gözümde oyuncuya bakış açısı. Pasaporta değil, oyuncuya bakman lazım. Ben öyle bakıyorum.

S: Son olarak milli takımın devşirme kullanımıyla bitirmek istiyorum. Hakan Demir ile Filipinler’de röportaj yaptığımızda karşı olduğunu söylemişti. Sadece Hakan Demir pek çok insan da bunu savunuyor. Bazı insanlar da ‘olmalı çünkü milli takımlar başarıdan sadece bir parça uzakta olabiliyor’ diyorlar. Sizin görüşünüz ne?

C: Ben devşirmeye karşıyım.

S: Gündem onlar olduğu için değil… Mesela Larkin ya da Wilbekin uzun süredir Türkiye’de oynuyorlar, artık ülkeyi benimsemişler, onlar da ‘dahil olmasın’ noktasında mısınız?

C: TBL’de de bir sürü altı yedi senedir Türkiye’de oynayan yabancı var. O zaman onlar da Türk statüsünde oynasın. Tony Taylor da altı yedi senedir Türkiye’de oynuyor, o zaman onu da Türk statüsünde oynatalım. Öyle bir mantık olmaması gerektiğini düşünüyorum. Ercan Osmani farklı bir konu. Yanlış hatırlamıyorsam Ercan Osmani bizim altyapımızda oynamış bir çocuktu. O farklı bir statü. O benim gözümde Türk vatandaşlığına hak kazanmış biri gibi gözüküyor. Devşirme gibi görmüyorum.

Ben devşirme olayına fazlasıyla karşıyım. Nedeni şu: Devşirme yaptık, belki de milli takımlarımızda en başarısız yıllarımızı yaşıyoruz. Devşirme olmadan önceki yıllarımıza bakıyorum, en başarılı yıllarımızı yaşamışız. Başarılı odaklı bakılacaksa, bu işin bir matematiği varsa böyle bakmak gerektiğini düşünüyorum. Genelde guard pozisyonlarında devşirme yapıyoruz. 10 senedir o pozisyona devşirme yapıyoruz. Neden yapıyoruz? Eksiklerimiz var. 10 senede milli takımda oynayabilecek bir oyun kurucu yetiştiremiyorsak burada sorunu kendimizde aramamız lazım. Biz orada işin kolayına kaçıyoruz. Yetiştirelim. Bana sorarsan guardımız da var. Kartal’ı var, Kenan’ı var, Berk’i var, oyun kurucumuz da var. Belki devşirmelik diğer oyuncuların milli duygularını etkiliyor, bilemiyorsunuz. NBA oyuncularını herkes eleştiriyordu, bu sene aslanlar gibi mücadele ettiler. Ender Arslan’la de çok samimiyim. Onun milli takım senelerini çok iyi biliyorum, çok fazla hikayesi var. Onunla konuştuğumuzda onun da çok karşı olduğunu görüyorum. ‘Eskiden daha güzel bir ortam vardı, şimdi o duyguyu bazen alamıyorum’ diyor. Kendisi milli takımın yardımcı antrenörü. Ben devşirme olayına fazlasıyla karşıyım. En azından milli takımdaki devşirmenin Türkiye’de Türk statüsünde oynamaması lazım. Ben ona da karşıyım.

Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!

NBA gündemindeki son gelişmeler için tıklayın!

2023-24 EuroLeague kadrolarına ve transferlerine ulaşmak için tıklayın!

Eurohoops’un DEV Dünya Kupası rehberine ulaşmak için tıklayın!