by Semih Tuna / info@eurohoops.net
Antrenörlük kariyerinde Banvit, Erdemirspor, Beşiktaş, Galatasaray ve Anadolu Efes kulüplerinde yardımcı koç olarak görev yapan Yakup Sekizkök, başantrenörlük kariyerine Darüşşafaka Lassa’da start verdi.
43 yaşındaki basketbol aklı, yaklaşan 2023/24 sezonu öncesinde Eurohoops’a özel açıklamalarda bulundu.
En büyük hedefinin milli takımın başına geçmek olduğunu belirten Sekizkök; samimi röportajında Darüşşafaka macerasına, görkemli yardımcı antrenörlük geçmişine, genç jenerasyonun NCAA tercihine ve daha fazlasına değindi.
S: Basketbola başlayan her genç antrenörün hayali bir gün baş antrenör olmaktır fakat siz gerçekçi anlamda ne zaman “baş antrenör olmalıyım” dediniz?
Antrenörlüğe başladığım zaman (gülerek). Çok uzun süreler boyunca altyapıda zaten kendi yolumu kendim buldum. Altyapılarda çok fazla yardımcı antrenörlük yapmadım. 17 yaşımdan itibaren hep takım alarak başladım.
Bir takımı çalıştırırken başka bir takıma yardım ettiğim olmuştu ama A takıma gelene kadar altyapı takımlarında hep kendi takımımın baş antrenörü olarak görev aldım. Oradayken çok fazla deneme yanılma yapma, kafamdakileri özellikle fundamental, oyuncu gelişimi gibi konularda uygulama şansım oldu. Bunlar aslında A takıma çok uzak konular bile diyebilirim. Hiç set, düzen oynatmadan tamamen birebir, hızlı hücum, oyuncuyu özgür bırakma, basit bir ‘pattern’ üzerinden başlayıp tamamen oyuncunun yaratıcılığına işi bırakacak şekilde sekiz -dokuz sezon çalıştım.
Ondan sonra bir anda bazı kapılar açıldı ve A takımlarda görev almaya başladım. O zaman da hedefim tabii ki baş antrenörlüktü ama benim yaptığım işten çok farklı bir işe adım atmıştım. Her şey yolunda gitti; asistan koçluğumun ilk üç, dört sezonunda çok donanımlı, bu işin basamaklamasını iyi yapan, bire sıfırdan başlayarak, takımı beşe beşe kadar getiren, düzenli yarı saha basketbolu öğreten antrenörlerle çalışma fırsatım oldu. Kendi birikimim ve gözlemlerim ile beraber bu fırsatlar beni A takım baş antrenörlüğüne hazırladı. Ondan sonra da işin tecrübe kısmı kalıyor. Bu bahsettiğim dört, beş yılın ardından baş antrenör olmak belki on, on bir yılımı almış olabilir ama ben o kararı ilk dört yıldan sonra verdim. Kendi bilgi birikimim ve oyuncu ilişkilerimle bir A takımı yönetebileceğimi görmüştüm ve zaman kararımı vermiştim.
S: Yardımcı antrenörlük kariyeri olarak çok görkemli bir özgeçmişiniz var. Bu kadar uzun süre baş antrenör olmamanızın sebebi Anadolu Efes‘in çok iyi bir şekilde ilerlemesi miydi, yoksa hazır olmakla alakalı bir durum muydu?
Benim yaşım, baş antrenörlük için normal bir yaş diyebilirim. Belki çok genç bir baş antrenör değilim ama yeni ve genç jenerasyonun üyesiyim. Geç kalmış değilim. Belki beş, altı yıl daha asistan koçluk yapmış olsaydım geç kalmış olacaktım, orası kesin. Bu adımımı geç atmamın sebebi de evet, tabii ki Anadolu Efes‘tir.
Ben zaten Galatasaray sonrasında bir karar verip ayrılmıştım. Organizasyonu ve hedefi iyi olan bir BSL veya TBL takımında baş antrenörlük yapmak üzere kendime yol çizmiştim.
İstediğim fırsatlar olmadığı için asistan koçluk yapmak yerine, kendi kulübüm Darüşşafaka’da genç takımı alıp, BGL’nin ilk sezonunda görev almıştım. Sonra Anadolu Efes ve Ergin Ataman’la tekrar çalışma, A lisansı olan bir EuroLeague takımında görev alma imkanı olunca baş antrenörlük hedefimi erteledim. O zaman da hazırdım.
Galatasaray’dan ayrıldıktan sonra da görüşmelerim olmuştu. BSL’de farklı bir kulüpte bu yola daha erken de girebilirdim. TBL’den de birkaç kulüple temas kurmuştuk. Organizasyon ve hedef olarak uyuşmadığımız için sadece baş antrenör olmak için bir yere gitmek istemedim. Sonra Darüşşafaka bana altyapı sorumluluğu teklif ettiği zaman, donanımlı ve kaliteli oyuncularla çalışmanın bir antrenör için değerli bir fırsat olduğuna karar verdim. Senin verdiğini oyuncunun alabiliyor olması lazım. Takım olarak ve oyuncu olarak gelişimi gözlemleyebiliyor olmak antrenöre ayrı bir haz veriyor. Ben orada, bu imkanın olduğu bir jenerasyon gördüm. Böylece baş antrenörlük hedefimi erteledim. Daha doğrusu baş antrenörlük beklediğim için orayı kabul ettim. Mithat Demirel de anlaşırken bana ‘Sana zaten teklif gelecektir, teklif geldiği zaman senin için hayırlı olacaksa konuşuruz, yoluna devam edebilirsin, senin önün açık. Fakat asistanlık teklifi gelirse burada kalmanı istiyoruz. Efes ve Fenerbahçe‘de, EuroLeague’de asistanlık olursa ise tamamdır’ dedi. Zaten beş ay sonra Anadolu Efes oldu, kısmetmiş. Baş antrenörlük hedefimle ilgili hikayem bu.
S: Şu anda baş antrenörlük kariyeriniz başladı. Her şey hayal ettiğiniz gibi mi gidiyor?
Evet kesinlikle kafamda tasarladığım gibi gidiyor. Benim şansım şu; yıllardır Anadolu Efes’te, milli takımda, Beşiktaş‘ta, Galatasaray’da Ergin Hoca ile beraber çalıştık. Özellikle Galatasaray’daki EuroCup sezonundan itibaren sadece bir asistan koç değildim. Bir nevi NBA’deki ‘associate head coach’ gibiydim. Ergin Hoca da hem teknik-taktik anlamında, hem organizasyon anlamında bana çok alan verdi. Çok fazla işin içerisindeydim. Özellikle Alper Yılmaz ve Özgür Alyüz ile de iletişimimiz iyi olduğu için sadece X/O konusunda, parkenin içinde değil dışarıdaki organizasyonun ve takım dinamiklerinin, idari dinamiklerinin de içinde oldum. Bu, insana çok büyük bir tecrübe katıyor.
Galatasaray gibi bir camiada bu kadar büyük yetki ve sorumluluk verilmesi, Anadolu Efes’te böyle sorumluluklar ve yetkiler verilmesi… Çoğu kulüpte baş antrenörün edinemeyeceği tecrübeleri edinme şansım oldu. Ergin Hoca’nın yaşadığı rahatsızlıklar, milli takıma gidişleri, aldığı maç cezaları da benim kendimi test etme imkanımı arttırdı, kendimi gösterme fırsatı verdi. Bunları yapabileceğimi bildiğim, bu kulüplerde bu tecrübeleri yaşadığım için ben bir plan yaptım, hayal kurmadım. Şu anda da o planı uyguluyorum, her şey yolunda gidiyor.
S: Bu planda Daçka’nın rolü neydi? ‘Sadece baş antrenör olmak için baş antrenör olmadım’ dediniz. Sizi Daçka’da cezbeden ne oldu?
Darüşşafaka Lassa, hem Basketbol Süper Ligi’nde her sene iddialı kadrolar kuran ve play-off hedefiyle yola çıkan bir kulüp, hem de Şampiyonlar Ligi’nin direkt katılımcısı.
Şampiyonlar Ligi de son iki yılda Avrupa’nın ikinci kupası haline geldi. Kadrolara, katılan takımların organizasyonlarına bakıldığında EuroCup’ın üzerinde. Bunların yanında kulüp, Darüşşafaka Lisesi ve Darüşşafaka Cemiyeti’nin kanatları altında bir eğitim kurumu. Sadece sporcu üreten değil, aynı zamanda insan yetiştiren bir kurum. Benim de daha önce iki kere bu kurumda çalışma fırsatım oldu.
Burada işimden aldığım keyif, bu kuruma hizmet etmenin verdiği manevi haz çok farklı. Bunun yanında hedef olarak kendilerine sadece sportif başarı, kupa, galibiyet koymayan; süreci doğru yaşamayı, istikrarlı şekilde rekabetçi takımlar kurup performans göstermeyi, o seviyede tutunmayı, oyuncu yetiştirmeyi hedefleyen bir kurum.
Altyapıda şimdi Daçka Akademi ile beraber çok ciddi bir atılım var. Kulüp, oyuncu yetiştirme işini daha da küçük yaşlardan işin içine girerek başka bir boyuta taşıyacak. Tabii ki bu bir anda olmayacak fakat tüm bu etkenleri tartıp değerlendirdiğim zaman kendi hedeflerime ulaşabileceğim bir kulüp, bir kurum olduğunu gördüm. Daha önceden de iki kez çalışma imkanı bulduğum için hiç tereddüt etmeden göreve başladım.
S: Genç jenerasyondan bahsettik. Son iki seneye kadar Türkiye’de ve Avrupa basketbolunun genelinde dar bir koç çemberi vardı. Sürekli aynı isimlerden bahsediyorduk. Son iki senede Dusan Alimpijevic, Erdem Can, siz, Sinan Atalay, Ender Arslan gibi isimler dahil oldu ve bu çember genişledi. Sizin basketbol görüşünüze göre aynı çemberden çıkıp farklı isimlere yönelmek ne kadar değerli?
İlk olarak sürekli yeni isim çıkacak diye bir mecburiyet yok. Aktif olan, yaşı ne olursa olsun kendini güncel tutan ve yenilikleri takip eden her antrenör aktif olarak çalışabilir. Çok tecrübeli, yaşı bizlerden büyük, yıllardır sektörün içinde olan başarılı antrenör büyüklerimiz de var. Bize de yol gösteriyorlar, destek oluyorlar. Fakat evet, bir jenerasyon geçişi var. Sizin saydığınız isimlere ben Erhan Ernak ve Ömer Uğurata’yı da ekleyebilirim. Erhan Ernak; Aydın Örs ve Ergin Ataman’dan sonra Avrupa kupası kazanmış üçüncü Türk baş antrenör. Çok değerli bir isim. Daha da hatırlayamadığım isimler varsa kusuruma bakmasınlar. Çok fazla değişiklik, çok fazla yeni isim de bir yozlaşma, bir sabırsızlıkla sonuçlanıyor. Başarılı olan, özellikle kendi kulübünün içerisinden yetişip görev alarak başarılı olan antrenörlerin ben desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Erhan Ernak ile bir Avrupa kupası geldi, şimdi onun yerine Sinan Hoca geldi ve umarım ona da aynı sabır ve destek gösterilir.
Fakat ben genç antrenörüm, ben yeni çıktım diye devamlı gençlerin önü açılsın diye de bir şey yok. Mesela Pesic… Sırp milli takımını belki de aktif en yaşlı Sırp koç olarak nerelere taşıdı, Dünya Kupası’nda final oynattı. Zaten yaşı ne olursa olsun hak eden, sabreden, çalışan antrenörlerin sektörde bir yere gelip tutunacağına inanıyorum. Ondan sonrası zaten devir teslim dönemi. Bazen aynı kulüpte ilişki yozlaşabiliyor, farklı bir hareket gerekiyor, farklı bir başlangıç gerekiyor. Fakat bu her seferinde daha genç, daha yeni bir antrenör olacak diye bir şey yok. Dediğim gibi, ben baş antrenör olarak ilk defa gelsem de Darüşşafaka’ya üçüncü kez geliyorum. Bir ara verdikten sonra tekrar kulübüne dönüp başarılı olan antrenörler de var. ‘Bu adam beş sene çalıştı, artık bitti, biz yenisini alalım’ şeklinde de düşünmüyorum. Tecrübeli antrenörlerin de hala sektöre, Türk basketboluna ve bizlere katacağı çok şey var. Konuya ‘Artık o jenerasyon bitti, gençler geldi, top bize emanet, onlar emekli olsun’ şeklinde bakmıyorum.
S: Daçka kadrosuna geçmeden sizinle alakalı kişisel son sorumu sormak istiyorum. Bireysel hedefleriniz neler? Yıllardır EuroLeague piyasasının içinde olduğunuzdan dolayı uluslararası bir basketbol adamısınız fakat bizim yabancı liglerde çalışan koç sayımız çok az. Sizin ilerdeki hedeflerinizden biri yurtdışında, uluslararası bir organizasyonda yer almak mı?
Öncelikle çok güzel bir soru. Nasıl Sırp antrenörler, Yunan antrenörler, İtalyan antrenörler tüm Avrupa’da çalışıyorsa, Türkiye’de de örnekleri varsa ve yayılıyorsa bizim de yurtdışına açılmamız lazım. Ben bu görüşe inanıyorum. Yurtdışına giden antrenörler oraya Türk oyuncular, asistanlar da götürebilir. Bu şekilde Türk basketbolu için hem oyuncu hem antrenör olarak, belki diğer pozisyonlardan atletik koç, sağlık ekibi olarak daha geniş bir pazara da hitap edebiliriz. Fakat bu hangi kapsamda olur? Avrupa’da Kosova’da Türklere kapılar açık. Orta Doğu’da çok açık.
Fakat Ergin Hoca’nın yaptığı gibi Yunanistan, Erman Hoca’nın yaptığı gibi Fransa, Ahmet Çakı gibi Almanya… Buralarda da bizim boy göstermemiz lazım, buralara gitmemiz lazım. Bunun dışında işin Amerika tarafı var, orası başka bir boyut. Orada sektör biraz daha farklı çalışıyor. Ben muhakkak oralarda da bir Türk ekibinin olması gerektiğine inanıyorum. Hatta video koordinatörlüğü yapan genç arkadaşlar var. WNBA’de Emre Vatansever ve ekibi var. Oraya da kesinlikle gitmek lazım fakat iyi şartlarda gitmek lazım. Karar mekanizmasında yer alacak şekilde orada olmak lazım. Yoksa antrenmanda pas ver, üçüncü sıradan maçı izle değil. Hakikaten işin içinde olmak, belki de oraya başka Türk antrenörlerin gelmesine destek sağlayacak yetki ve sorumluluklarla gitmek lazım.
Sorunun başında benim hedefim olarak sordunuz. Benim bir Türk basketbol antrenörü olarak en önemli hedefim, kendimi görmek istediğim en yüksek nokta A milli takımımızın baş antrenörlüğü. Yurtdışında çalışmayı tabii ki herkes ister. Ben de gelen teklif hedeflerimle uyuşursa tabii ki değerlendiririm ama benim hedefim milli takımın baş antrenörü olmak. Şu anda A milli takımda üçüncü dönemim. Daha önce 2010’da küçük bir rol almıştım. Daha sonra Ergin Hoca ile beraber ikinci asistan olarak 2014’ten 2016’ya üç turnuva, üç yaz, üç sezon boyunca görev almıştım. Şimdi de birinci asistan olarak yine Ergin Hoca ile beraber çalışıyoruz. Benim hedefim, hayalim bu: Türk milli takımı baş antrenörlüğü. Yurtdışına bakış açım da anlattığım şekilde.
S: Şimdi biraz Daçka kadrosunu konuşmak istiyorum. Ben iki ay önce verdiğiniz bir röportajı okudum. ‘Sahada mutlaka çift guard olması gerekiyor’ demiştiniz. Daçka’da bu durum istediğiniz gibi oldu mu? Daha çok ‘ball handler’ı sahada tutmak Avrupa basketbolunun ilerlediği yön mü?
Darüşşafaka’da istediğim oldu. Kadro yapısı olarak bu tip bir kadro kurduk fakat daha taşlar yerine oturmadı. Şu anda ne ben, ne de oyuncular tam olarak istediğimiz yerde değiliz, tatmin olmuş değiliz. Çalışmaya devam ediyoruz. Sadece işin hücum tarafında değil, savunma tarafında da eksiklerimiz var. Kendi değerlendirmemizi yapmamız gerekirse hücum, savunmadan bir adım önde gidiyor diyebilirim. Biz sahada minimum iki, bazen üç guardla bulunmaya yönelik sistemi kurabilmek için oyuncuları da ona göre transfer ettik. Yerli kadromuzda Can Korkmaz vardı, Rıdvan’ı da bünyeye ekledik. Kısa yabancılarımızda da muhakkak topa yön veren, hükmeden, kendine ve takım arkadaşlarına alan yaratabilen yabancılar olmasına dikkat ettik. Ek olarak aşağıdan gelen Eray Büyükcangaz’ın da böyle bir becerisi var. Tabii ki tecrübesinin artması lazım. İstikrar yakalaması ve fiziksel gelişimini tamamlaması lazım. Diğer kısalarımızda da biraz daha savunma ve fizik tarafını düşünerek Lloyd Pandi gibi, Canberk gibi oyunculara gittik, ilk saydığım oyunculardan alamayacağımız desteği almak üzere kadromuzu kurguladık. Kağıt üzerinde istediğimiz o çift guardlı sistem hazır, parçaları birleştirdik diyebilirim.
S: Peki sizin düşünceniz 2000’li yılların ortasından, 2010’lu yıllardan beri mi böyleydi? Yoksa son yıllarda Avrupa basketbolunu kıran Larkin & Micic uyumu ve onları takip eden diğer takımlarla birlikte mi bu prensibe ulaştınız?
Daha önce de çift guard kullandığımız olmuştur. Avrupa’da birçok takım bunu yapmıştır fakat çift guarda dönmek hep çift ‘point guard’a dönmek olarak karşılanırdı. Takımda iki tane point guard var, onlar topla çok haşır neşir, hücumun ilk 14-15 saniyesinde topu getiriyor, pası veriyor, belki pick&roll oynuyor; bu iki adamı da yan yana oynatmanın eksileri vardır. Çünkü bu oyuncular 1.80, 1.85 boylarında kısa ve çabuk oyunculardır. Fizik olarak sahada küçülürsünüz. Her zaman çift guard oynamazsın.
Mesela Carlos Arroyo ile Ender Arslan yan yana çok oynamışlardır fakat hiçbir zaman aynı anda 30 dakika sahada kalmazlar. Farklı takımlardan, farklı oyuncularla da bu örnekleri arttırmak mümkün. O fizikli point guard’ı bulduğunuzda ise, bunu uzun dakikalara yayma şansınız oluyor. Savunmanın sana atak edebileceği imkanı vermiyorsun, küçülmüyorsun. Yine sahada point guard fiziğinde tek oyuncun oluyor. Fakat iki point guard’ın oluyor. Anadolu Efes’te olan buydu. Bu seneki kadroda da hem Kyle Allman, hem Mason Jones, hem Muhammad Rahkman 2 numara fiziğindeler. Kadromuzda ufak bir point guard yok. Çift guard tabii ki bizim keşfettiğimiz bir şey değil, yıllardır uygulanan yerleşim fakat dediğim gibi; takımın bir ana point guard’ı vardır, bir de yedek point guard’ı vardır, o ikisini yan yana kullanmak da çift guard’a dönmektir. Ama dört tane veya üç tane size’lı point guard alırsanız 2 numara pozisyonunu, point guard pozisyonuna çevirmiş oluyorsunuz. Bu da kendini farklı bir yapıya dönüştürüyor. Benim de kurgulamak istediğim buydu.
S: Siz Larkin & Micic ikilisi kurulduğunda böyle bir performans bekliyor muydunuz?
Beklemiyordum. Tabii ki kadroyu kurarken hedefimiz yüksekti ama ikisinin yan yana bu kadar süre oynayarak takımı yukarıya çekebileceğini, deneme yanılmayla bulduk. Sonuçta transferleri yaparken Shane Larkin’i takımın ilk 5 oyun kurucusu, Vasilije Micic’i de hem kenardan gelecek oyun kurucu, hem de rakip takımın en skorer oyuncusunu tutabilecek bir oyuncu olarak aldık. Nitekim bir sezon önce Zalgiris Kaunas – Olympiakos serisinde Olympiakos’u elerken Micic, Spanoulis’i tutuyordu. Biz bu role göre almıştık. Sonra işler farklı bir noktaya evrildi. Deneme yanılma yaparak doğruyu bulduk.
Daçka kadrosuna baktığımda hep kariyerinde bir adım ileri atmaya çabalayan oyuncuları görüyorum. Bu herhalde bir tesadüf değildir.
Kesinlikle öyle. Doğru bir tespit. Kyle Allman iki yıldır EuroLeague’e aday fakat o basamağı henüz çıkmadı, bence çıkacak. Biz diğer oyuncuları ararken de, diğer oyuncularla konuşurken de hep Darüşşafaka’nın onlar için doğru bir yer olduğunu, bizim oyun sistemimize uyduklarını, burayı doğru kullanırlarsa Avrupa basketbolunun en üst noktası olan EuroLeague’e çıkma şanslarının olabildiğini anlattık. Hem Muhammad Rahkman’a, hem Mason Jones’a, hem David McCormack’e, hem Todd Withers’a…
Muhammad kariyerine ilk defa haftada iki maç oynayan bir takımda yer alacak. Hem yerel lig, hem Avrupa kupası oynamak onun için önemli bir tecrübe. Bunu yapabildiğini gösterirse… Zaten kendi pozisyonunda bence çok değerli bir oyuncu. Biz de onun becerilerini daha aktif ve verimli kullanmak üzere hem kendi maçlarımızı izleyip değerlendirmeler yapıyoruz, hem de deneme yanılmalar yapıyoruz. Daha takım içerisinde gideceği çok yer var, bize yapacağı çok katkı var.
Mason Jones da NBA hedefi olan ve G-League’de de bu hedefine ulaşmaya çalışan bir oyuncuydu. Biz de ona Avrupa’dan NBA’e giden çok oyuncu olduğunu anlattık. Burada ona sunacağımız imkanlarla, oyun sistemiyle kendi oyununu daha da ileriye götürüp tecrübesini arttırarak Avrupa basketbolundan da alacağı artılarla hedefe daha çok yaklaşabileceğine ikna ettik. Mason buna güzel bir örnek. Herhangi bir eksiği yok ama müthiş atletik bir oyuncu da değil. Biraz daha pick&roll oynayabilecek, oyun durduktan ve yerleştikten sonra aksiyonu değerlendirip, pozisyonu okuyup doğru hareketi yapabilecek bir oyuncu. Kendisine bu becerilerini daha da geliştirebileceği bir ortam sunacağımızı belirttik.
Todd Withers Avrupa’da zaten oynamıştı, sonra bir Yeni Zelanda macerası oldu. O da benim iki yıldır hali hazırda takip ettiğim bir oyuncuydu. Benim için 4 numaranın dış atış tehdidi çok önemli. Todd da çok iyi bir şutör. Fiziksel gelişimini arttırmaya ihtiyacı var. Şu an bu noktada atletik koçlarımız Ertan Bedir ve Semih Turhan ile her gün çalışıyor. Sadece parkede mesai yapmıyor. Atletik kabiliyeti çok yüksek bir oyuncu. Kas kütlesini, direncini ve kuvvetini arttırırsa bence net bir EuroLeague oyuncusu.
David McCormack daha çok genç. Uzunların olgunlaşması tabii ki daha da vakit alıyor. Fiziği var. David’in biraz sabır ve tecrübeye ihtiyacı var. Savunmasında çemberi iyi koruyor, ribaundları çok iyi ama belki kendine adam değişimi savunması gibi bir nokta daha ekleyebilir. Hücum ve savunmada repertuarına bir şeyler daha katabilirse bence o da uzun yıllar EuroLeague’de görev alabilecek bir oyuncu.
S: Withers’tan, Jones’tan, McCormack’ten bahsettik. Ben asıl Kyle Allman’a odaklanmak istiyorum. Allman daha önce de Darüşşafaka’ya istenmişti. Isiah Pinerio’nun geldiği yaz Selçuk Hoca, VEF Riga’dan Allman’ı da istemişti. O dönemden bu yana da Avrupa’daki birçok takımın gözü Allman’daydı. Bence Darüşşafaka’ya gelişi onu tüm ligdeki en iyi transferlerden biri haline getiriyor. Onu ikna etme süreci nasıl oldu?
Dediğim gibi, Kyle’ın hedefleri belli. O hedefe ulaşmak için üç yıldır çok çalışıyor fakat istediği şartlarda istediği rol oyuncuya sunulmamış. Belki bizim verdiğimiz kontrattan daha iyi teklifler önündeydi ama bizim ona vereceğimiz rol ve sorumluluk bence onu cezbetti. Biz telefonda da konuştuk. Bunu çok az oyuncudan duymuşumdur; Kyle bana rol, dakika vs. söylemedi. Beni dinledikten sonra fikirlerimiz zaten uyuştu, anlaştık. Bunların zaten kafasında olan şeyler olduğunu söyledi. Benden istediği her gün sahada ekstra çalışmak oldu. ‘Sahada vakit var mı, antrenörler müsait mi?’ dedi. Bizde o kapı her zaman açık.
Darüşşafaka tesisinde bildiğiniz gibi iki salonumuz var. Darüşşafaka Lisesi öğrencilerinin kullanmadığı dönemlerde takımın kullanımına sınırsız açık. Antrenör kadrosuyla ilgili de kendisine bilgi verdim. Bireysel gelişimine katkı verecek ekibimizden de bahsettim. Benim son 10 yılda beraber çalıştığım guardlara dair de sohbet ettik. O telefon konuşmasından sonra iş çok hızlı ilerledi. Darüşşafaka’nın lokasyon olarak da İstanbul’un merkezinde olması bizim transferde elimizi kolaylaştıran bir şey. Teknik detaylarda ve rolde de anlaştıktan sonra Kyle’ı ikna edebildik. Ona çok fazla teklif vardı. Hatta bizimle imzalamasaydı bekleyip EuroLeague’e de gidebilirdi ama bu sezonu bizle geçirip ondan sonra o hedefi denemeye karar verdi.
S: Kadroya baktığımda pek çok atletik oyuncu görüyorum. Bir atletik oyuncuyla daha işlerin bitmek üzere olduğunu duymuştum: Jordan Usher. Sanırım onu da kadroya eklemek istiyordunuz.
Jordan Usher’la görüşmemiz oldu. Çok beğendiğimiz ve takip ettiğimiz oyunculardan biriydi. Fakat o üç guard’lı oyun sistemine kafamızda birebir uyan bir isim değildi. Çok iyi, çok kaliteli bir oyuncu olduğu için biz yine de onu almayı düşündük. Fakat bütçe konusunda anlaşamadık. Her pozisyonda bir sürü oyuncuyla görüşmemiz oldu. Usher basında da yer aldı fakat birçok oyuncuyla görüştük, fiyat ve rol beklentilerini, hedeflerini sorduk. Teklif yaptığımız oyuncuların ise hemen hemen hepsini aldık.
S: Son iki senede Daçka’nın neredeyse bütün maçlarını seyrettim. Genelde çok fazla şey vadeden fakat dar rotasyon sebebiyle bir noktada sıkışan bir takımdı. Sizin elinizde biraz daha geniş bir kadro var. Bunun avantajlarını nasıl göreceğiz? Bu konu sizin için ne kadar önemli?
Biz kadroyu geniş kullanmaya çalışıyoruz. Dün bir hazırlık maçında uzun bir süre sahada beş Türk oyuncuyla kaldık ve maç kafa kafaya gidiyordu. Türk oyunculardan da yabancı oyunculardan da tam randıman almak antrenör kadrosu olarak bizim işimiz. 15 kişilik kadromuz var, herkesin her an oynamaya hazır olmasını bekliyoruz, talep ediyoruz. Geçen yılki kadroda Doğuş Özdemiroğlu, Ercan Osmani gibi oyuncuların olduğu gerçeği var. Bu iki oyuncu A milli takım oyuncusu. Şimdi elimizde bu oyuncular yok. Canberk Kuş ve Can Korkmaz geçen yıl da kadrodalardı, şu an çok daha fazla dakika ve rol alır durumdalar. Geçen sene ile bu seneyi karşılaştırırsak kadro daha geniş diyemem fakat biz rolleri biraz daha homojen dağıtıyoruz diyebilirim. Tabii ki sezon başladıktan sonra her takımda olacağı gibi biraz daha rollerde keskin çizgiler olabilir. Bazı hazırlık maçlarında sahaya 13, 14 oyuncu girdiği oldu ama resmi maçlar başladıktan sonra oyuncu performansına ve rakibe hazırlığa göre o gün kaç oyuncuyla oynayacağımızı göreceğiz.
S: Son dönemde, özellikle de bu yaz genç oyuncuların NCAA’e akın ettiğini görüyoruz. Bu gidiş dalgasını siz nasıl yorumluyorsunuz? Bir yerde oyuncuları tutamayarak, onlar için bir sistem hazırlayamayarak yanlış mı yapıyoruz yoksa bu durum oyuncuların vizyonuyla mı alakalı?
Çok güzel bir soru. Ben bu konuya genel olarak şu şekilde bakıyorum. Bir kere oyuncuların yurtdışına gitmesine karşı değilim. Özellikle yıldız adayı olmayan oyuncu grubunun gitmesinden yanayım çünkü orada hem eğitimlerini sürdürebilirler, hem basketbol oynayabilirler. İyi bir okula gidiyorsa okulu bittiği zaman belki kendisine başka bir kariyer, yol çizebilir.
Fakat yıldız adayı, milli takım adayı hatta milli takımda forma giymiş, kendi takımında Basketbol Süper Ligi’nde 10-15-20 dakikalar oynayan genç bir oyuncunun gitmesi taraftarı değilim. Çünkü burada hele ki takım Avrupa’da da oynuyorsa hazırlık maçları, Türkiye Ligi normal sezonu, Türkiye Kupası, Avrupa kupası… Bütün bunlarda 60 maça çıkmış oluyorsun. 60 maçta 15 dakika alsan 900 dakika eder. NCAA’de ise maksimum 30-32 maç oynuyorlar. March Madness’a giden, Final Four’a kalan, sonuna kadar giden, 34-35 maça çıkan kaç takım var?
Çoğu takım 30 maçlık sezon oynuyor. ‘Freshman’ (ilk yılını geçiren oyuncu) olarak orada alacağın beş dakika, 30 maç üzerinden 150 dakika yapar. Hadi bir rol biçildi ve 10 dakika oynadın… Freshman oyuncuların hiçbiri 20 dakika oynamıyor. O yüzden ‘NCAA’e oynamaya gidiyor’ algısını değiştirmek lazım. Kaç dakika, kaç maç oynuyor? Kimle antrenman yapıyor? Çok iyi okullar da var, ama farklı division’lar da var, her okul oyuncuya gelişimini sağlayacak fırsatlar sunamayabiliyor. Division 1’de yer alan 300’den fazla takımın hepsinin imkanlarının iyi olduğunu söyleyemeyiz. Ama division 1 içerisinde, iyi bir dört yıllık bir programa dahil olarak kademeli olarak dakikaların artacaksa, junior ve senior (üçüncü ve dördüncü yıl) yıllarında 30 dakika oynayacaksan belki eğitim de alınacağı için değebilir.
Şu an bir de işin maddi kısmı işin içine girdi. Fakat BSL’de 15 dakika oynuyorsan, takımın sana bu kapıyı açıyorsa bence oraya gitmek oyuncunun hem gelişimi, hem de hedefleri için doğru bir karar değil. Tekrar söylüyorum, karşı değilim. Belki de TBL ya da TBL 2’de bir takımın kadrosuna girip oynamaktansa okul, antrenör ve verilen rol de doğruysa NCAA’e gitmek daha iyi bir yol olarak gözükebilir. Bunun için tek bir cevap yok. Oyuncuya ve şartlara göre doğru olup olmadığına karar verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bizim oyuncuların gitmesini ‘kaçma’ olarak görmememiz lazım. Dediğim gibi, orası da bir fırsat kapısı. Biz bir yerde yanlış mı yapıyoruz sorusuna gelirsek… Her takım muhakkak genç takımdan A takıma çıkacak, 18-19 yaşına gelmiş potansiyelli oyuncusuna kapıyı açamıyor çünkü kulüplerde sportif başarı beklentisi de var. Darüşşafaka’yı da katabileceğim bazı kulüpler ise farklı bir misyonla hareket ediyor. Kazanmak her şey değil. Sürece bakıyorlar, bazı beklentilerden ve hedeflerden oyuncu gelişimi için fedakarlık yapabiliyorlar. Bunu TOFAŞ-Berke örneğinde geçen yıl gördük. O yüzden ‘kulüpler yanlış yapıyor’ diyemem. Bu, kulüplerin tercihi.
Bazı kulüpler kadrolarını tecrübeli oyunculardan kurmayı tercih ediyor. Pilot kulüp kuruyor, oyuncusuna çifte lisans veriyor, genç oyuncusuna farklı katkılar sağlamaya çalışıyor. Her kulübün her yetiştirdiği oyuncuya bir anda A takımda rol ve dakika vermesini bekleyemeyiz. Yıldız adayı oyunculara bu pozitif ayrımcılığın yapılması lazım. Bunu yapan kulüplerimiz de belli. Fakat daha yüksek hedefleri olan EuroLeague takımlarının direkt EuroLeague’de 18 yaşındaki bir genç oyuncuyu sahaya atmasını beklemek de biraz hayalcilik olur. Oyuncu çok değerliyse… Hidayet Türkoğlu, Cedi Osman o yaşlarda EuroLeague’de oynadı. Oyuncu kendi onu kapıyorsa tabii ki önünü kesmemek lazım. Fakat o seviyede oyuncu yetiştirmek de kolay bir şey değil. EuroLeague seviyesinde, NBA seviyesinde, A milli takım adayı oyunculardan iki üç yılda bir tane yakalayabiliyoruz. O çocukların önünü açmak lazım. Bunun dışında kulüplerin diğer kararlarını ve yol haritalarını yanlış olarak görmüyorum.
S: Bu yazın tartışmalı konularından birisi de devşirme oyunculardı. Biz Filipinler’de Hakan Demir ile röportaj yaptığımızda devşirmelere karşı olduğunu söylemişti. Fakat bazı basketbol adamları da ‘başarıdan sadece bir oyuncu uzak olabiliyorsunuz’ diyebiliyor. Siz bu konuda hangi taraftasınız?
Devşirme kuralı çıktı ve çoğu ülke bunu kullanıyor. Milli takımları, özellikle de A milli takımı hem oyuncu gelişiminin son kademesi olarak görebiliriz, hem de başarı beklenen bir organizasyon. Biz bu yıl maalesef dilediğimiz sonuçları alamadık, başarısız olduk. Her Türk vatandaşı, her zaman milli takımın kazandığını görmek ister. Bu yolda eğer bu amaca hizmet edecek, Türk değer yargılarına da sahip, Türkiye’de yaşamış, oynamış, kültürümüzü öğrenmiş doğru sporcuyu seçip takım içine sadece teknik taktik anlamında değil, takımdaşlık olarak da monte edebiliyorsak ben devşirme oyuncuya karşı değilim.
Bunun başarılı örneklerini de hem basketbolda, hem farklı branşlarda görüyoruz. Fakat bazı ülkelerde -bizde de oldu- devşirme oyuncu sayısı arttığı zaman… Mesela Bulgaristan’da şu anda üç tane devşirme oyuncu var, hiçbiri kendi liginde oynamıyor. Bizde geçen sezon iki devşirme oyuncu vardı, ikisi de Türkiye’de oynuyordu. Onların da Türk pasaportu var, onlar da artık bizden biri ama bir Türk oyuncunun yerine Türkiye Ligi’nde süre almış oluyorlar. Onun karşılığında da aynı Türk oyuncular gibi Türk milli takımına hizmet vermelerini bekliyoruz. Türk oyuncuları iyi sezon geçirdikten sonra A milli takıma, aday kadroya alıyoruz, sonra son kadroya kaldıkları takdirde performans bekliyoruz. Devşirme oyuncularda da aynı şekilde: İyi sezon geçirdikleri takdirde aday kadroya davet ediliyorlar, bir tanesi oynayabiliyor. Takım kurgusu içinde en pozitif şekilde kullanmaya çalışıyorsunuz. İki, belki üç devşirme olduğu zaman ligde fazladan bir Türk oyuncunun yerinin işgal edildiğini düşünüyorum.
Benim şöyle bir düşüncem var: yazın turnuvada oynayan oyuncunun, takip eden yıl ligde devşirme oyuncu olarak bu hakkı kullanması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de altyapıdan yetişmemiş bir oyuncunun, milli takımda da oynamıyorsa, ligde Türk oyuncu olarak yer almasını doğru bulmuyorum.
Bizim niye bir devşirme oyuncuya ihtiyacımız var? Biz savunma yapsın, ribaund alsın diye almıyoruz. Böyle bir gerçek var. Biz ana oyuncu, ana skorer, takımın yıldızını arıyoruz. Neden böyle bir ihtiyacımız var? Çünkü milli takımdaki bütün oyuncularımız, NBA’deki oyuncularımız dahil kendi takımlarında görev oyuncusu. Biz onları milli takıma getirip daha fazla sorumluluk almaları, maç kazandırmaları için itiyoruz. Bu da kritik maçlarda, önemli maçların kritik anlarında belki onlardan çok fazla şey beklediğimiz için ters tepebiliyor. Bu açığı kapatmak için de devşirme oyuncu kullanıyoruz.
Biz eğer oyuncu yetiştirebilirsek; Serkan Erdoğan’ın Tau Seramica’da oynadığı gibi, İbrahim Kutluay’ın Panathinaikos‘ta, AEK’de oynadığı gibi, Mirsad Türkcan’ın Siena’da, CSKA‘da oynadığı gibi; Hidayet Türkoğlu’nun NBA’de oynaduğı gibi, gittiği takımın ilk 5, yıldız oyuncusu olacak oyuncuları yetiştirebilirsek zaten devşirmeye ihtiyacımız kalmayacak. Fakat biz iki üç devşirme yapıp milli takımda en iyisini kullanalım düşüncesiyle hareket edersek, sezonda da bu iki oyuncu Türk oyuncuların yerine BSL’de oynarsa iki takımın yıldızı, ana oyuncusu bu isimler olmuş oluyor. Bu da Türk oyuncusunun alacağı sorumluluğu, rolü bu oyunculara teslim etmeye yol açıyor. Benim çıkış noktam bu. Yazın milli takım formasına kim hizmet ettiyse takip eden sezonda da o hakkı o kazanmalı ve ligimizde sadece bir devşirme oyuncu yer almalı.
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!
NBA gündemindeki son gelişmeler için tıklayın!
2023-24 EuroLeague kadrolarına ve transferlerine ulaşmak için tıklayın!
Eurohoops’un DEV Dünya Kupası rehberine ulaşmak için tıklayın!