by Semih Tuna / info@eurohoops.net
Eurohoops Türkiye’nin Instagram hesabını takip etmek için tıklayın!
Ülkemizde Galatasaray ve Beşiktaş formalarıyla boy gösteren, iki takımla da şampiyonluk yaşayan Carlos Arroyo, Eurohoops’a özel açıklamalarda bulundu. Birçok konuda konuşan Arroyo, Türkiye geçirdiği günlere değindi.
Eurohoops: Carlos, röportaja başlamadan önce sana bir şey sormak istiyorum. Katıldığın bir programda Florida International’a (NCAA) gitmeden önce New Mexico State koçunun Porto Riko’ya kadar geldiğini, sana okulla ilgili videolar izlettiğini, bu esnada koçun uyuyakaldığını ve dolayısıyla New Mexico State’e gitmeme kararı aldığından bahsettin. Eğer koç o esnada uyuyakalmamış olsaydı New Mexico State’e gider miydin?
“Aslında (New Mexico State) bir numaralı tercihim değildi. Florida International evime daha yakındı, uçakla iki saatlik bir uzaklıktaydı. Ayrıca Miami şehri gibi nedenlerden dolayı kendimi daha rahat hissettim. Dolayısıyla bu iş oldu, koç ekibini de sevdim. New Mexico State meselesi ise anlattığın olaydan dolayı biraz şanssız gelişti. Şanssız bir olaydı ama olduğunda inanılmaz derecede komikti. Sonuç olarak Florida International’da oynama kararımdan dolayı mutluydum. Orada harika zaman geçirdik, eşimle orada tanıştım. O günden bugüne hala evliyiz, harika bir aile kurduk…”
EH: 21 yıl oldu, öyle değil mi?
“20 olabilir… Hayır, bu konuda hatırlayamamak gibi bir hata yapamam. Eşim evde ve kaç yıl olduğunu sürekli unutuyorum (gülüyor). Sanırım 25 yıldır beraberiz.”
EH: Okuduğum kadarıyla küçükken baban sana basketbolu temel yönden öğretmeye çalışmış. Buna rağmen çok farklı bir oyuncu oldun, sanki içinde bir sanatçı varmış gibiydi. Sanki her gün bir başka şaheser ortaya çıkaran bir ressam gibiydin. Bu yönün sokak basketbolundan mı geliyor? Mesela küçüklüğünde baban ileride seninle özdeşleşecek olan ‘bel arkası paslarını’ denediğinde kızıyor muydu? Bu durum, sokak basketboluna duyduğun aşktan dolayı ortaya çıkmış olabilir mi?
“Sanırım öyle. Basketbolu öğrenirken temel hareketleri, oyunu doğru şekilde oynamayı, bencil olmamayı ve oyunu doğru şekilde okuyarak doğru pası vermeyi öğrenirsiniz. Sokakta arkadaşlarınızla eğlencesine oynayıp temelden uzaklaşmaya başladığınızda ise gerçekten kendinizle tanışmaya ve yapabileceklerinizi anlamaya başlarsınız. Sonrasında ise orada öğrendiklerinizi gerçek maçlarda denemeye başlayabilirsiniz. Sokaklar benim için özgürce oynayabildiğim ve kendim gibi davranabildiğim yerlerdi. Orada bel arkası veya ‘no look pass’ gibi şeyleri deneyebiliyordum. Küçüklüğümde babam biraz katı bir insandı, bizden basketbolu çok disiplinli bir şekilde oynamamızı istiyordu. Yine de oyununuza farklı şeyleri, NBA maçlarından gördüğünüz şeyleri eklemeye başladığınızda… Mesela o günlerde Magic Johnson ve Isiah Thomas gibi oyuncuları çok sık izliyordum, dolayısıyla onlardan gördüğüm şeyleri kendi oyunuma eklemeye çalışıyordum. Sonuçta ben Michael Jordan değildim, çemberin üstüne kadar sıçrayamıyordum veya dilimi çıkarıp çembere giderek smaç basamıyordum. Dolayısıyla benimle aynı pozisyonda oynayan oyuncuları izleyip onlardan gördüklerimi oyunuma eklemeye çalıştım.”
EH: Evet, Michael Jordan’dan bahsetmişken bir keresinde Michael Jordan’a switch yapmayı ‘çılgınca’ bulduğun anını okumuştum. Porto Riko’dan çıkan bir çocuk olarak Michael Jordan’ı savunmaya çalışmak nasıl bir histi?
“Dürüst olmam gerekirse inanılmaz derecede korkutucuydu. Mike’ı (Jordan) ilk gördüğümde ‘Tanrı’yı görmüş’ gibi olmuştum (gülüyor). Daha önce onu sadece çok uzaklardan görmüştüm, ben daha önce hiçbir NBA oyuncusu olmayan bir ada ülkesinden geliyordum. Bu yüzden o sahnede öyle oyunculara karşı oynama fırsatını elde etmek çok özeldi. Michael çok ikonik bir figür, benim için tarihin en iyisiyle aynı sahada olmak çok özeldi.”
EH: O programda John Stockton’dan da bahsetmiştin. Şunu merak ediyorum, Utah Jazz‘deki ikinci sezonunu mental açıdan gerçekten büyüdüğün sezon olarak görüyor musun? Sonuçta John Stockton’lı ve Mark Jackson’lı harika dönemden sonra bir anda takımın ana oyun kurucusu oldun. Haklı olduğumu düşünüyor musun?
“Evet, kesinlikle haklısın. Utah’daki ilk yılım (2002) harikaydı çünkü bahsettiğin iki isimden çok şey öğrendim. Oyunu nasıl gördükleri, maçlara nasıl hazırlandıkları, maç sırasında topla nasıl karar verdiklerini ve baskıyla nasıl başa çıktıklarını gördüm. Sonuçta benimle aynı pozisyonda oynayan oyunculardan bahsediyoruz. O yüzden kendimi gerçekten minnettar hissediyordum, çok süre almasam bile benim için çok öğretici bir deneyimdi. Bu iki ismin arkasında olmama rağmen onları izleyip bir şeyler öğrenmek güzeldi. Sonrasında ikinci senemde süre almaya başladım ve iyi bir iş çıkardım. İki oyuncuya haklarını her zaman teslim ediyorum çünkü sistemi çok iyi biliyorlardı, bana rehberlik ettiler ve bu sayede önemli süreler aldığım ikinci senemde (yeni rolüme) çabucak adapte olabildim.”
EH: Peki ya sence Carlos Arroyo, günümüzün modern NBA’inde çok daha büyük bir yıldız olabilir miydi? Sonuçta kendi döneminde eski koçlarla çalıştın, sence bugünün basketbolunda kendini daha çok gösterebilir miydin?
“Dostum, bilmiyorum. Belki de emekli olduğumdan dolayıdır ama bugünün basketbolu bana çok hızlı ve atletik geliyor. Artık benim pozisyonumda tipik diyebileceğimiz oyun kurucular oynamıyor. Geleneksel oyun kurucular takımı oynatıp doğru pası vererek boş şut pozisyonu yaratmak gibi şeyler yaparlar. Bugünün oyun kurucuları ise çemberin üstünde oynuyorlar. Mesela Ja Morant, Westbrook gibi oyunculardan bahsediyorum. Bu oyuncular inanılmaz derecede yetenekliler ve süper atletikler. Benim zamanımda oyun kurucular basketbol zekalarıyla fark yaratıyorlardı, ben de bu sayede fırsat yakalayabildim. Yıllarca basketbol oynayabildiğim için şanslıyım çünkü ben ben hiçbir zaman takımın en atletik veya en hızlı oyuncusu olmadım. Oyunu manipüle edebilmek için aklımı kullandım ve bu sayede çoğu durumu lehime çevirdim. Yine de sanırım (bugünün basketboluna) uyum sağlayabilirdim. Tabii şu an oyun, benim zamanıma göre çok daha hızlı. Bilmiyorum, belki de yanılıyorumdur.”
EH: Porto Riko Milli Takımı’na değinmek istiyorum. Bu konuda birçok kez konuştuğunu biliyorum ama farklı bir perspektiften yaklaşmak istiyorum. Rick Apodaca ve Christian Dalmau, daha önce Beşiktaş‘ta oynadılar. Ayrıca milli takımın en büyük yıldızlarından Larry Ayuso da Beşiktaş’ta oynadı. Larry’nin hep olduğundan çok daha büyük bir yıldız olabileceğini düşünmüştüm, sen de benimle aynı düşünüyor musun?
“Elbette, saydığın ve takım arkadaşım olan oyunculara saygı duyuyorum. Milli takımda yıllarca beraber oynadık, dolayısıyla bu oyunculara büyük saygı duyuyorum. Avrupa’da izlerini bırakabildiler, oynadıkları takımlardan dolayı Avrupa serüvenleri biraz kısa sürmüş olabilir ama hepsi çok yetenekli oyuncular. Larry, NBA’de oynayabilecek bir oyuncuydu. Uyum sağlayabileceği bir takım bulabilirdi ama gerekli fırsatı yakalayamadı. Hep söylediğim gibi NBA’de oynamak hak değil, büyük bir ayrıcalık. Ben yıllarca orada oynayabildim çünkü parçası olduğum takımlara uyum sağlayabiliyordum. Larry, kariyerimde en sevdiğim takım arkadaşlarımdan bir tanesi. Aynı şey Christian Dalmau için de geçerli. Onunla çok uzun yıllar beraber oynadık. Tabii Rick de var. Hepsi ABD’yi yendiğimiz 2004 Olimpiyatları kadrosunun bir parçasıydı. Dolayısıyla bu oyunculara büyük saygı duyuyorum.”
EH: Türkiye dönemine geçelim. Utah Jazz dönemine benzer bir şekilde Beşiktaş’a, bu kez Deron Williams’ın boşluğunu doldurabilmek için geldin. Bu transfer nasıl oldu?
“NBA’de lokavt senesiydi, sanırım Aralık veya Ocak ayıydı. Hangi ay olduğunu spesifik olarak hatırlamıyorum ama Beşiktaş’ın Deron (Williams) yerine oyuncu aradığını biliyordum. O dönemler ben de kendime oynayabileceğim bir takım arıyordum, sahip oldukları oyunculardan ve koç Ataman’dan dolayı Beşiktaş’ın bana uygun bir takım olduğunu düşündüm. Ayrıca Deron’dan önce Allen Iverson da oradaydı, tüm bu faktörler beni Beşiktaş’a gitme kararını almaya itti. Kendimi rahat hissediyordum çünkü bu oyuncular benden önce oradaydılar. Oraya gittiğimde takım arkadaşlarımla ve koçla aramdaki uyum çabuk oluştu. Lige, ligdeki fizikselliğe ve ligin yetenek seviyesine çok çabuk uyum sağladım. Takımda parçalar yerine tam zamanında oturdu ve o yıl birçok harika şeye imza attık. O yıl yaptıklarımızı bugün bile konuşuyoruz, aramızda asla kırılmayacak bir kardeşlik bağı oluştu.”
EH: Evet, şahit olduğum en iyi Beşiktaş takımıydı. Taraftar sizi çok sevdi ve siz de bu sevgiye karşılık verdiniz…
“Bölüyorum ama bir şey daha ekleyeceğim. O kadroda kariyerinin zirvesinde olan birçok oyuncu vardı. Mesela David Hawkins Milano‘dan geliyordu ve fiziksel olarak kariyerinin en iyi dönemindeydi. Dostum, gerçek anlamda bir savaşçıydı. Avrupa’nın en iyi 3 numaralarından biriydi. Hatta her pozisyonda oynayabiliyordu. Pops Mensah-Bonsu da öyle, bizim için harika bir oyuncuydu. Zoran (Erceg) harika bir sezon geçiriyordu. Dışarı açılıp şut atabilen ve bu sayede hepimiz için sahayı genişletebilen bir oyuncuydu. Erwin (Dudley) ise ligi uzun zamandır biliyordu. Ayrıca Serhat (Çetin), Memo (Yağmur) ve Can (Akın) gibi çok iyi Türk oyuncularımız vardı. Harika bir takımdı, sahip olduğumuz parçalar müthişti. Dediğim gibi tüm parçalar en doğru zamanda yerine oturdu.”
EH: Instagram’da yaklaşık dört sene önce yaptığın bir yorumu hatırlıyorum. Beşiktaş’ın paylaşımlarından birine ‘yeni koç Erman Kunter bana hak ettiğim değeri vermemişti’ gibi bir yorum yapmıştın. Açıkçası sen bir süper yıldızdın, koç sence sana nasıl hak ettiğin değeri vermemiş olabilir?
“Bilmiyorum, belki de bir yanlış anlaşılma olmuştur. Açıkçası onu (Erman Kunter) o şekilde bilmiyordum, takımın bizim bir önceki sezon yaptığımız iş olmadan da başarılı olabileceğini düşünüyordu. Bunu biraz kişisel algıladım çünkü Beşiktaş’ta yaptığımız işin göz ardı edilemeyeceğini düşünüyordum. Elbette oturup bu konuda konuşabilseydik işler daha farklı gelişebilirdi. Sonuçta ona saygı duyuyorum, Türk basketbolu için çok fazla şey yaptı. Orada bir efsane. Beşiktaş’ta oynamaktan ve orada yaptıklarımdan dolayı gurur duyuyordum, dolayısıyla bu görüşünü kişisel algıladım çünkü şampiyon olmak çok zor bir şey. Bir yılda üç kez şampiyon olmak ise inanılmaz derecede zor bir şey. Açıkçası bunu ve serbest oyuncu olarak transfer pazarındaki değerimi göz ardı ettiğini hissettim, sonrasında ise dört sene önce o yorumu yazdım. Yine de bu yaptığım direkt olarak ona karşı değildi, sonuçta onu çok iyi tanımıyorum.”
EH: Senin için (Beşiktaş’tan ayrılıp) Galatasaray‘a gitmek kolay mıydı?
“Hayır, değildi. Sonuçta sadece takım arkadaşlarımla değil, taraftarlarla da aramda bir bağ oluşmuştu. Dolayısıyla böyle bir durumda bu bağı geliştirmek istersiniz, bir şeyler kazandığınızda aynı oyuncu grubuyla kazanmaya devam etmek istersiniz çünkü bu birliktelik işe yaramıştır. Sonunda o gereken sihri yakalamışsınızdır, formülü biliyorsunuzdur. Yine de işin ‘iş’ kısmını anlıyorum. Şampiyonluklar kazandıktan ve harika bir sezon geçirdikten sonra daha çok para veya daha büyük kontratlar isteyebilirsiniz. Elbette oyuncuların bu tür fırsatlar aramalarını normal karşılıyorum. Ayrıca genellikle bu tür durumlarda kulübünüz mevcut oyuncu grubunu koruyabilmek için gereken finansal istikrara sahip olmaz ve bu yüzden takım dağılır. Oyunun ‘iş’ kısmı bu ve bunu anlamak durumundasınız, (Beşiktaş’ta da) olan buydu. Koç Galatasaray’a gitme kararı aldıktan sonra bu duruma uyum sağlamamız biraz zaman aldı. Bize gelip ‘ben Galatasaray’a gidiyorum, sizleri de yanımda götürmek isterim’ dedi. Dolayısıyla şunu söyleyebilirsiniz, Beşiktaş’ta yakaladığımız sihri Galatasaray’a taşıdık. Beşiktaş’ta oynadığımız basketbolu bu kez Galatasaray’da oynadık. Bu noktadan sonra kontrolümüzün dışında gelişen birçok şey oldu, her şeye rağmen Türkiye’de çok keyifli zamanlar geçirdim. Galatasaray’daki günlerim de harikaydı, Galatasaray dönemimin Beşiktaş’tan daha farklı olduğunu söyleyemem. Galatasaray’da da inanılmaz bir taraftar kitlesine sahiptik, bugün bile bana olan sevgilerini gösteriyorlar. Sonuçta böyle şeyler olabiliyor.”
EH: Ayrılmanızın nedeni ekonomik sebeplerdi değil mi?
“Evet, evet. Ayrılmamın sebebi buydu. Bu tür şeyler yaşanmasaydı basketbolu Galatasaray’da bırakırdım, orada kendimi bu derece konforlu hissediyordum. Şehri ve taraftarları bu derece seviyordum. İstanbul’da tek başıma yaşıyordum, ailem Miami’deydi. Onlara ‘endişelenmeyin, burada tek başıma kalıp çalışabilirim’ diyordum çünkü çok konforluydum. Kendimi gerçekten evimdeymiş gibi hissediyordum. Sonrasında yaşananlar talihsizdi ama halen takımı takip ediyorum ve elimden geldiğince destekliyorum, Galatasaray’a gelecek için en iyi dileklerimi iletiyorum.”
EH: Carlos, pişmanlık demiyorum ama ayrılış şeklinden dolayı Avrupa basketbolu kariyerinde bir ‘tamamlanmamışlık’ hissediyor musun?
“Evet, açıkçası biraz ‘tamamlanmamış hissediyorum. Son sezonumda şampiyonluk maçına çıkmama kararı almıştık, hatırlıyor musun?’
EH: Evet, hatırlıyorum.
“O andan itibaren Galatasaray ile başarmamız gereken birçok şeyi yarıda bırakmışız gibi hissettim. Evet, elde ettiğimiz şampiyonluklar için bonuslarımızı alıyorduk. Maaşlarımız da iyiydi ama benim için en az bunlar kadar geride kalan mirasın da anlamı büyük. Benim için her daim bir şampiyon olarak anılmanın önemi çok fazla. Dolayısıyla kulübün o şampiyonluk maçına çıkmama kararını alması canımı acıttı çünkü Galatasaray’a ve taraftarlara bir şampiyonluk daha getirmeyi çok istiyordum. O andan itibaren bazı şeylerin parçalanmaya başladığını ve arkamızda iyi bir miras bırakabilmek için gereken başarıları elde edemeyeceğimizi düşünmeye başladım.”
EH: Dediğin gibi Galatasaray’ı takip etmeye devam ediyorsun ve birkaç ay önce kulübün resmi Instagram hesabının altına ‘Galatasaray’ın yeni koçu kulübün eski bir oyuncusu olmalı’ şeklinde bir yorum yazdın. Bunu yazarken aklında bir isim var mıydı?
“Hayır, yoktu. Galatasaray son yıllarda çok fazla koç değiştiriyordu ve beklediğimiz derecede başarılı olamıyordu. Kulüpten, başarılardan ve kazanmaktan bahsettiğimizde Galatasaray, her yıl en azından Final Four’a kalmayı ve şampiyonluk için rekabet etmeyi hedefleyen bir takım olmalı. Bizim dönemimizde oyuncular olarak bu tür bir mantaliteye sahiptik, Beşiktaş’tan getirdiğimiz bu mantaliteyle birlikte yıllar içerisinde birçok başarı elde ettik. Galatasaray gibi bir kulüpte bu mantalite kaybedilmemeli, bu kulüpte rekabet etmeli ve ‘ya şampiyonluk ya da hiç’ şeklinde bir mantaliteye sahip olmalısınız. O yorumu yaptım çünkü kulüp, yıllar içerisindeki birçok değişikliğe rağmen ileriye doğru gitmiyordu. Yapılan değişiklikler de sonuç vermemişti. Ender (Arslan) gibi isimlerin emekli olduktan sonra koçluk yaptığını biliyordum. Dolayısıyla Galatasaray için oynadıktan sonra emekli olup koçluğa başlayan isimlere şans verilmesi için doğru zamanın geldiğini düşünüyordum. Çünkü bu tür isimler Galatasaray’ı anlıyorlar, onlara bir şans vermek için doğru zamanın geldiğini düşündüm. Şu an Yakup’un (Sekizkök) orada olmasından dolayı mutluyum. Elbette eskiden orada olan biri kesin olarak Galatasaray’ı şampiyon yapar demiyorum ama o gereken kültüre sahip olmak, kulübü anlamak ve Galatasaray’da oynamanın neleri gerektirdiğini bilmek yardımcı olabilir. Umarım takımı daha iyi yerlere getirebilirler ve bu sayede başarılı olabiliriz. Galatasaray’ı bir kez daha şampiyon olurken görmek için sabırsızlanıyorum. Yine de kalbimin bir parçası da Beşiktaş’ta, onlara kötü bir şey söylemiyorum. İki kulübe de büyük saygı duyuyorum.”
EH: Sana özel olarak bir oyuncuyu sormak istiyorum. Aradan 10 yıl geçmesine rağmen Pops Mensah-Bonsu ile arandaki uyum unutulmuyor. Avrupa’da en uyumlu oynadığın pivot Pops muydu?
“Evet, öyle olduğunu söyleyebilirim. Bunun sebebi ise aramızda oluşan kimya, ayrıca aramızdaki iletişim de çok iyiydi. Pops’un oyun stili bana çok uyuyordu, yüksekten atılan pasları ve takımıma bu tür havalı hücumlarla ilham vermeyi severim. Pops da böyle bir oyuncuydu, çemberin üstünde oynayabiliyordu. Atletikti, pick and roll’larda switch yapabiliyordu ve kısaları savunabiliyordu. Aynı zamanda konu sahada ne yapılması gerektiği olunca çok konuşkan bir oyuncuydu, dolayısıyla Pops ile oynamayı seviyorum. Kariyerimde açık ara en sevdiğim takım arkadaşlarımdan biri.
EH: Ergin Ataman, son dört yılda üçüncü kez EuroLeague şampiyonu oldu. Senin adını her daim çalıştırdığı en iyi oyuncuların arasında geçiriyor. Peki senin koç Ataman’la arandaki ilişki nasıldı?
“Onunla halen konuşuyorum, kazandığı maçlardan sonra tebrik ediyorum. O da mesajlarıma teşekkür ederek karşılık veriyor. Avrupa’da oynama konusunda bana çok şey öğretti, oyunumu bir üst seviyeye çıkarabilmem için beni zorladı. Kazanmanın dışında onunla çok şey yaşadık, ailelerimiz birbiriyle çok yakın. Dolayısıyla onun için çok mutluyum.”
EH: Ergin Ataman senden sonra önce Larkin ve Micic’le, şimdilerde ise Sloukas ve Nunn’la çok önemli başarılar elde etti. Ona baktığımızda harika kısalardan harika performanslar alan bir koç görüyoruz. Sence koç Ataman, bu tür oyuncuları çalıştırma konusunda özel bir beceriye sahip mi?
“Kesinlikle. Bence Ergin çok talepkar bir insan, bu talepkar yönünden dolayı sezon içerisinde sinirlendiğiniz anlar oluyor. Yine de günün sonunda kazandığınız zaman her şeyin farkında oluyorsunuz. Oyunu ve kısalarının oyununu çok iyi anlıyor, kısalarını daha iyi olmaya zorluyor ve yeteneklerini en iyi şekilde sergilemelerini sağlıyor. Ayrıca oyuna olan bakış açısı… O tarihin en iyisi! Üç kez şampiyon oldu, o sihir onda var. Dolayısıyla onu alkışlayıp hak ettiği saygıyı göstermeniz lazım. Bence her oyuncuyu nasıl daha iyi olmaya zorlayacağını çok iyi biliyor, Kostas (Sloukas) ve Kendrick (Nunn) ile de aynısını yaptı. Kendrick’in Avrupa’daki ilk senesi olduğunu düşününce gerçekten çok iyi bir iş çıkardı. ABD’li oyuncular için Avrupa basketbolunu anlamak, fizikselliğe ve rollerine uyum sağlamak epey uzun sürebiliyor. Çoğu zaman bu inanılmaz derecede zor oluyor. NBA’de basketbol, tek kişilik bir şov gibi. birebirler ön planda olduğu için biraz daha bencil oynayabiliyorsunuz. Avrupa’da ise durum bu şekilde değil. Ataman, takımının kontrolden çıkıp planladığı şeyin dışında hareket etmesine izin vermeyecek koçlardan biri. Kendrick’e hakkını teslim ediyorum çünkü daha ilk yılında çok iyi adapte oldu.”
EH: Ergin Ataman ile beraber yaşadığın, unutamadığın anlar var mı?
“Yumrukları (gülerek). Onu çok seviyorum. Beşiktaş’taki takımımızı sahiplendi. Nereden geldiğimizin bir önemi yoktu. Birbirimize bağlandık. Onunla tatile bile gittik. Özel bir ilişkimiz var.”
EH: Carlos son sorum. Müzik ve basketbol, senin çocukluğunda obsesif olduğun 2 konuydu. Her ikisinde de büyük bir yıldız oldun. Tabii herkes çocukluk hayallerini gerçekleştiremiyor. Sen kendini bu açıdan ne kadar şanslı görüyorsun.
“Bunu tutkularımı gerçekleştirebilmiş olmak çok hoşuma gidiyor. Çevremde doğru insanlar, doğru bağlantılarım oldu. Şu anda tüm bunlara bir ara verdim çünkü tüm konsantrasyonum Milli Takım’a (Porto Riko) yönelmiş durumda. Bu yaz Olimpiyat Elemeleri oynayacağız. Şu an başka şeylerle uğraşıyorum bu sebepten ama dediğin şeyleri yapabilmekten ötürü minnettarım.
EH: Carlos çok teşekkürler.
“Ne zaman istersen. Beni yazdığın için ben teşekkür ederim.”
Röportajı izlemek için:
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!
EuroLeague gündemindeki son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!