by Eurohoops Team / info@eurohoops.net
Baxter Holmes tarafından yazılan bu yazı, 12 Aralık 2024 tarihinde ESPN’de yayınlanmış ve uyarlanarak Türkçe’ye çevrilmiştir.
Sabonis ailesine ait olan modern villa, adeta İtalya’yı Kuzey Kaliforniya’ya getiriyor. Yaşlı zeytin ağaçları ön kapıyı çerçeveleyen Toskana karaağaçlarına doğru ilerleyen araba yolunu gölgelerken, Cabernet Sauvignon üzümlerinin sıraları iki garajdan birinin yanında bahar güneşini topluyor.
Kısa süre sonra etraftaki sessizlik, bir çocuk gülüşüyle bozuluyor. Bu gülüşten sonra ise Domantas Sabonis, yüzünde bir tebessümle evin iki garajından birinde beliriyor.
Sacramento Kings‘in çok yönlü forveti, takım arkadaşlarıyla birlikte deplasman maçının ardından gece yarısından sonra Sacramento’ya döndü. Sabonis, Sacramento’ya indikten sonra ise yarım saatlik bir mesafenin ardından evine, yani ailesinin yanına geldi.
Sabonis ve dokuz aylık hamile olan eşi Shashana, yuvarlak masanın etrafına oturdular. Ailenin iki yaşındaki oğlu Tiger ise babasının dizine oturdu. Domantas, dizinde oturan oğluna ‘baba bu akşam ne yaptı?’ diye sordu.
Tiger utangaç bir çocuktu ama gülümsüyordu. Babasının mesleğinin ne olduğunun farkındaydı. Hatta annesinin ve babasının anlattıklarına göre emeklemeye başladığı günden itibaren basketbol topuyla haşır neşir olmak istemiş. Dolayısıyla Domantas, oğluna basketbolu ayrıca tanıtmaya ihtiyaç duymamış. Sanki Tiger’ın içinde içgüdüsel olarak basketbola bir yakınlık varmış.
Şimdiyse Tiger’un basketbolla alakalı çok fazla oyuncağı var. İki yaşında olmasına rağmen topla dripling yapabiliyor ve çocuk potasına smaç basabiliyor. Babası Domantas ise ona nasıl şut atılacağını gösteriyor.
Domantas Sabonis, iki yaşındaki oğlunun ‘basketbola takıntılı’ olduğunu söylüyor. Babasını izlemek ve desteklemek için sık sık Sacramento Kings maçlarına giden Tiger, babası topa her dokunduğunda şut atmasını veya smaç basmasını istiyor. Yine de iki yaşındaki Tiger, henüz babasının basketbol isimli sporda ne kadar iyi olduğunu bilmiyor.
Öyle ki geçtiğimiz sezon babası Domantas, NBA tarihinde Wilt Chamberlain’den sonra bir ilki başardı. 2023-24 sezonunda 1000 sayı, 1000 ribaund ve 600 asist barajını aşan Domantas, Chamberlain’den sonra bunu başarabilen ilk oyuncu oldu.
Bunun yanı sıra Domantas Sabonis, sezonu kariyerinin en iyi sayı ortalaması olan 20.8 ile tamamladı. Ayrıca ikiliklerde de kariyerinin en iyi sezonunu (%62.2) yaşayan Sabonis, üçlüklerde ise %42.9 ile oynadı.
Sacramento’daki üçüncü tam sezonunu geride bırakan Domantas, zorlu Batı Konferansı’nda birbirinden güçlü rakiplerle rekabet etmeye çalışan takımını ayakta tutmaya çalışıyor. Bunu yaparken de topla oynayabilmesi, asist yapabilmesi ve üçlük atabilmesi sayesinde modern uzunların evriminin hangi noktaya ulaştığını göstermeye devam ediyor.
Tüm bunlara ek olarak Domantas’ın yaptığı bir şey daha var, o da babası Arvydas’ı onurlandırmak. Zamanında oyun zekası, pasörlüğü ve asistleriyle ‘modern uzun’ tanımının karşılığı olan Arvydas Sabonis, bu mirası oğluna devretmiş durumda.
Bundan birkaç gün sonra ise mikrofonlarımız Litvanya’da yaşamını sürdüren Arvydas Sabonis’e uzanıyor. Bizimle birlikte zamanda yolculuk yapan Arvydas, oğlu Domantas’ın küçükken basketbol topuyla ne kadar haşır neşir olduğunu anlatmaya başlıyor. Tıpkı şu sıralar torunu Tiger’ın olduğu gibi.
Arvydas, oğlu hakkında ‘ilk günden itibaren hep basketbolun içindeydi’ diyor.
Elbette her çocuk, bir anlamda babasının gölgesinde doğar. Buna karşın bazı çocuklar için bu gölge çok daha büyüktür. 1996 yılında hayata merhaba diyen Domantas Sabonis için de durum tam olarak bu şekildeydi. Domantas doğduğu esnada Arvydas, takımı Portland Trail Blazers ile Playoff yarışındaydı. Bundan 10 sene önce Draft edilmiş olmasına karşın Arvydas, oğlunun doğduğu sene NBA’deki ilk sezonunu geçiriyordu.
Arvydas Sabonis’in Draft edildiği sırada Litvanya, Sovyetler Birliği’nin bir parçasıydı. ABD ile yıllarca soğuk savaş halinde olan Sovyetler Birliği, Arvydas Sabonis gibi bir oyuncunun gidip Amerika’da oynamasına izin vermemişti.
Basketbola 15 yaşındayken Sovyetler Birliği’nin genç takımlarında başlayan Arvydas, kısa süre içerisinde Avrupa’nın en iyi oyuncularından biri haline gelmişti. Magic Johnson gibi ‘no-look’ paslar atabilen, bir uzun için harika bir parmak hassasiyetine sahip olan ve boyalı alanı domine eden Arvydas, gerçekten hayranlık uyandıran bir oyuncuydu.
1982 senesinde Indiana Hoosiers takımıyla Sovyetler Birliği Milli Takımı, bir hazırlık maçında karşı karşıya geldiler. Hoosiers’ın başantrenörü Bob Knight, maçın ardından Sovyetler’de 25 sayı, 8 ribaund ve 3 blok ile oynayan 17 yaşındaki Arvydas Sabonis’ten fazlasıyla etkilenmişti. Knight, maçın ardından yaptığı açıklamalarda Arvydas’tan ‘şimdiye kadar gördüğüm en büyük potansiyel’ şeklinde bahsetmişti.
Aradan geçen yıllarda ise Arvydas, çok ciddi sakatlık sorunları yaşadı. Buna karşın basketbolcu olarak kendini geliştirmeye ve adından fazlasıyla söz ettirmeye devam etti. Öyle ki bir noktada ABD’li siyasetçiler, Arvydas’ı NBA’e getirebilmek için devreye girdiler. Buna rağmen çabaları işe yaramadı ve Arvydas, kariyerini ABD’nin dışında sürdürmeye devam etti.
Henüz 20’li yaşlarının başındayken iki kez aşil tendonu kopan Arvydas, 1988 senesinde özel izinle tedavisi için Portland’a seyahat etti. Tedavisinin tamamlanmamış olmasına rağmen Olimpiyat Oyunları için sahalara geri dönen dönen büyük efsane, 1988 Olimpiyatları’nda Sovyetler Birliği’ni altın madalyaya taşıdı. Sonraki yıllarda ise ciddi diz sakatlıkları yaşayan Sabonis, kariyerini İspanya’da sürdürdü. Yaşadığı tüm sakatlık sorunlarına rağmen Portland Trail Blazers, Arvydas Sabonis’in peşini bırakmaya niyetli değildi.
Portland’ın Sabonis hayali, 1995 senesinde gerçeğe dönüştü. Litvanya’nın Sovyetler Birliği’nden ayrılışının beşinci senesinde Sabonis, Portland ile anlaşma sağladı. O dönemki mantalitesi ‘NBA’e ya tam şimdi giderim, ya da hiç gitmem’ şeklindeydi. 31 yaşındayken NBA’deki çaylak sezonunu yaşayan Arvydas, yılın çaylağı ve yılın altıncı adamı oylamasını ikinci sırada bitirdi. İlk senesinde 23.6 sayı ve 10.6 ribaund ortalamalarını tutturan Arvydas, Playofflarda Portland’ın en büyük kozlarından biriydi.
Elbette ilerleyen yaşı ve yaşadığı çok ağır sakatlıklar, Arvydas Sabonis’i en iyi haline göre biraz yavaşlatmıştı. Buna rağmen Arvydas, NBA’de daha ilk senesinden itibaren müthiş bir performans sergileyebilecek kadar dominant bir oyuncuydu.
Arvydas Sabonis’i izleyen herkesin aklına tek bir soru geliyordu: Ya NBA’e en iyi zamanında gelseydi?
Portland efsanesi Clyde Drexler, ESPN’e verdiği bir röportajda bu soruyu ‘4, 5 ya da 6 NBA şampiyonluğumuz olurdu. Bu kesin, gerçekten o kadar iyiydi.’ şeklinde yanıtlamıştı.
Arvydas, oğlu Domantas’ın (kendi deyişiyle Domas) küçükken Portland tesislerinde dripling yapıp şut attığını anlattı. Oğlunun basketbolla bu şekilde iç içe olduğunu söyleyen Arvydas, ayrıca ‘Michael Jordan’ı çok seviyordu, bu yüzden hep 23 numaralı formayı giymek istemişti’ şeklinde de ekledi.
Elbette Domantas, o zamanlar babasının ne kadar büyük bir efsane olduğunun farkında değildi.
Arvydas Sabonis, 38 yaşındayken, yani 2002-03 sezonunun sonunda NBA kariyerini sonlandırdı. 2006 yılında ise Arvydas Sabonis ve ailesi, İspanya’nın Malaga kentine taşındılar. Bir gün evde yalnızken Domantas, bilgisayarın başına oturdu. YouTube’e girip arama çubuğuna ‘Arvydas Sabonis’ yazdı. Bunu yaptığı esnada 10 yaşındaydı.
Karşısına bir ‘highlights’ klibi çıktı. Klibi izlediği sırada babasının ‘no-look’ paslarını ve üçlüklerini gördü, o an adeta gözleri fal taşı gibi açıldı ve ‘vay be’ dedi. ‘Babam gerçekten çok iyiymiş’.
Arvydas Sabonis, hep üç oğlundan birinin (Zygimantas, Tautvydas ve Domantas) basketbolcu olmasını umdu. O günleri ‘oğullarımdan biri bile basketbolcu olsa çok mutlu olurdum’ şeklinde yeniden hatırladı.
Arvydas, bu isteği için oğullarını hiçbir zaman zorlamadı. Yine de oğlu Domantas’ın aklında tek bir şey vardı, o da basketbolcu olmak. Aslında Domantas’ın iki kardeşi de Avrupa’da profesyonel olarak basketbol oynadılar. Buna rağmen Domantas’ın hayalleri daha büyüktü.
Babası Hall of Fame seçildikten iki yıl sonra (2012) Domantas Sabonis, henüz 16 yaşındayken İspanya’nın Unicaja takımında profesyonel kariyerine ilk adımını attı. Domantas, ayrıca o sırada Litvanya U16 Milli Takımı’nın da formasını giyiyordu. O sırada çok sık yaptığı double-double’lar ile adından söz ettiren Domantas, bir maçta tam 27 ribaund almıştı. Ayrıca tıpkı babası gibi sırtında 11 numaralı forma vardı.
Elbette Domantas, babası Arvydas kadar ‘gösterişli’ bir oyuncu değildi. Ayrıca boyu babası kadar uzun olmayan Domantas, onun kadar iyi bir pasör veya şutör de değildi.
Buna rağmen Domantas Sabonis’i babasından ayıran bir yönü vardı. Arvydas Sabonis’e göre çok daha çabuk bir oyuncu olan Domantas, buna ek olarak sahipsiz topları kazanabilmek adına doğal bir içgüdüye sahipti.
Arvydas, oğlunun maçlarını tribünden izlerdi. Domantas ise babasının tribündeki varlığını hissederdi. Domantas’ın formasının arkasında ‘Sabonis’ yazması; babasını merak eden, babasını oynarken görüp hikayelerini paylaşmak isteyen veya ‘babası sağlıklı kalabilseydi ne olurdu?’ diye düşünen kişilerin hikayelerinin bir parçası olmak anlamına geliyordu.
Domantas ise her daim formasının arkasındaki ‘Sabonis’ yazısının ağırlığını hissetti ve bunun bilinciyle oynadı. 2014 yılında Unicaja‘dan ayrılarak Gonzaga’ya, yani NCAA basketboluna geçiş yapan Sabonis, 2016 NBA Draft’ının 11. sırasından seçildi.
Sabonis’in Draft sırasının babasının forma numarasıyla aynı olması ise muhtemelen kaderin bir cilvesiydi.
Oklahoma City Thunder‘a katılan Domantas, 2016 yılının Ekim ayında sezon öncesi maçları kapsamında takımıyla Real Madrid deplasmanına gitti. Kariyerinde 1992 ile 1995 seneleri arasında Real Madrid formasını giyen Arvydas Sabonis, kulüp tarihinin en önemli oyuncularından bir tanesi.
Baba Arvydas, bu maç için Litvanya’dan Madrid’e seyahat etti. Maçtan birkaç saat önce Arvydas ve Domantas, bir röportaj için karşılıklı oturdular. Bir verandada yan yana oturdular ve o sırada Madrid’de güneş aşağı doğru parlıyordu. 20 yaşındaki Domantas, o zamanlar 51 yaşında olan, koyu saçlarının arasından gri çizgiler geçen uzun boylu babasının yanındaydı.
Domantas, babasının basketbolculuk günleri hakkında şu sözleri söylüyordu:
“Uzun boyuna rağmen sahada her şeyi tıpkı bir oyun kurucu gibi yapabiliyordu. Onu canlı izleyen herkes şut atabildiğini, pas verebildiğini, alçak posttan hücum edebildiğini, kısacası her şeyi yapabildiğini anlatıyor. Onun oyunundan tek bir şey bile alabilsem bu benim için harika olur.”
O an dönerek oğluna bakan Arvydas, öncelikle sözlerine Domantas’ın NBA kariyeri için iyi şans dilekleriyle başladı. Sonrasında ise basketbolda çalışmanın önemini şu sözlerle anlattı:
“Basketbolda her zaman çok çalışmanız gerekir. Çalışmak, çalışmak, çalışmak. Gerçekten gelişebilmek ve daha iyi olmak istiyorsanız asla çalışmayı bırakmamanız gerekir.”
Bunları söylemeden sadece birkaç saniye önce Arvydas, oğluna dönerek gülümsedi ve her çocuğun babasından duymak isteyeceği o cümleyi söyledi:
“Şu an çok gururluyum.”
Sacramento’da bir ilkbahar akşamında maçın başlamasına yaklaşık bir saat kalmıştı. O sırada oturduğu saha içi koltuktan ayağa kalkan Kings efsanesi Doug Christie, sahanın ‘dirsek’ olarak adlandırılan bölgesini eliyle işaret etti. Sonrasında ise 15 sezonluk NBA kariyerinden bir anısını anlatmaya başladı.
Konu, Arvydas Sabonis’e karşı oynadığı ilk maçla alakalıydı.
Maç sırasında Christie, Sabonis’in bir pozisyonda dirsek bölgesinde topu aldığını hatırlıyor. Sonrasında ise Sabonis’in bir diğer takım arkadaşına pası ‘sanki bir bowling topunu fırlatırmışcasına’ nasıl alçaktan gönderdiğini anlatıyor:
“O an içimden ‘has*ktir, vay be!’ demiştim. O dönemlerde çoğu uzun pası omuz hizasından, veya ‘bounce pass’ şeklinde çıkarırdı. Arvydas ise çok daha yaratıcıydı.”
Arvydas Sabonis’i diğer uzunlardan ayıran tek özelliği elbette pasörlüğü değildi. O dönemler Arvydas Sabonis, NBA’de hiçbir uzunun denemeye cesaret edemeyeceği türden şeyleri deniyordu. Mesela bazen topu aldığında geriye doğru adımlayıp üçlüğü yolluyordu. Tüm bunlar, Arvydas Sabonis’i tam anlamıyla ‘sıra dışı’ kılıyordu.
Doug Christie, Arvydas Sabonis ile ilgili anılarını anlatmaya şu sözlerle devam ediyor:
“Birden fazla kez aşil tendonları yırtılmıştı ama buna rağmen sahada canavar gibiydi. Dolayısıyla eğer lige daha genç yaşlarda gelseydi neler yapabileceğini hayal bile etmek çok güç.”
Basketbolu bıraktıktan sonra bir gün Christie, mezun olduğu üniversitenin maçını izlemeye gitti. Christie’nin okulunun rakibi, Domantas Sabonis’li Gonzaga’ydı. Domantas’ı izlemeye başlayan Christie, oyununda çok kısa süre içerisinde Arvydas’ın izlerini fark etti. Boyuna göre oyunu okuma kabiliyeti ve pas yetenekleri, babasına çok benziyordu.
Sonrasında antrenörlüğe adım atan Doug Christie, 2021 yılında Sacramento Kings‘in asistan koçları arasına katıldı. Bundan sadece bir sene sonra ise Kings, Indiana Pacers‘ın All-Star forveti Domantas Sabonis’i takasla kadrosuna kattı. Daha önce Arvydas Sabonis’e karşı defalarca kez oynayan Doug Christie, Arvydas’ın oğlu Domantas ile çalışmaya başlamıştı.
Domantas’a koçluk yapmanın nasıl bir şey olduğunu anlatmaya başlamadan önce Doug Christie, tıpkı Arvydas’ı anlatırken yaptığı gibi sahanın ‘dirsek’ bölgesini gösterdi. Babasının zamanında yaptığı gibi Domantas’ın dirsek bölgesinden takım arkadaşlarına nasıl pas dağıttığını anlattı.
Elbette Domantas Sabonis’in pasör meziyetlerinin farkında olan tek kişi Doug Christie değildi. Koç Mike Brown da oyuncusunun nasıl bir potansiyele sahip olduğunun epey farkındaydı.
Koç Mike Brown, Sacramento Kings’in hücum düzenini yetenekli, çok yönlü, topla çabucak karar verebilen, pasör, perdeleme yapabilen ve çembere atak edebilen bir uzunun etrafında şekillendirmek istiyordu. Yani kendi deyişiyle ‘bir point center’ın‘ etrafında şekillendirmeyi amaçlıyordu.
Brown, bu ilhamı 2016 ile 2022 yılları arasında asistan koç olarak çalıştığı Golden State Warriors‘tan almıştı. Bu süreçte asistan koçlardan biri olan Brown, Draymond Green’in Warriors‘ın hücum kurgusunun işlemesinde ne kadar büyük bir rol oynadığının farkındaydı. Mike Brown’un deyişiyle Draymond Green, Golden State Warriors için ‘işlerin yürümesini sağlayan’ kişiydi.
Green topla perimetrede buluştuğu zaman Warriors, Mike Brown’a göre ‘baştan çıkarıcı’ bir aksiyon olan DHO (dripling üzeri handoff) aksiyonunu çok sık oynuyordu. Bu aksiyon sırasında topu takım arkadaşına elden veren Green, bir yandan da topu verdiği arkadaşının savunmacısına perdeleme yaparak alan açmış oluyordu.
Bu sayede Golden State Warriors’ın hücumları bambaşka boyutlara atlayabiliyordu.
Green’in perdelemesi sayesinde topla buluşan oyuncu, boş üçlüğü bulabiliyordu. Ayrıca Green, DHO aksiyonu sırasında topu verecekmiş gibi yapıp fake atabiliyor ve bu sayede çembere önü boş şekilde atak edebiliyordu. Buna ek olarak Green, topu verdikten sonra bir uzun gibi çembere devrilip ikili oyunu tamamlayabiliyordu.
Yani kısacası seçeneklerin sayısı sınırsızdı. O dönemler Mike Brown, rakip takımların DHO aksiyonlarını savunma konusunda yeterince çalışmadıklarına inanıyordu. Dolayısıyla koç Brown, bir gün NBA’de yeniden başantrenör olması halinde takımının hücum kurgusunu DHO aksiyonları üzerinden şekillendirmek istiyordu.
Sacramento Kings ile aradığı başantrenörlük fırsatını yakalayan Mike Brown, buna ek olarak Domantas Sabonis’e, yani tam olarak aradığı profildeki oyuncuya sahipti.