by Kelly Scaletta (Çeviri: Anıl Can Sedef) / info@eurohoops.net
Bu yazı ilk olarak 9 Mayıs 2013 tarihinde Bleacher Report’ta yayınlanmış, Türkçeye uyarlanarak çevrilmiştir.
NBA tarihi pis oyun tarzına sahip çeşit çeşit oyuncuyla dolu. Dolayısıyla “pisliğin” de farklı farklı biçimleri var. Bazıları açıkça pislik yapıyor, bazıları sinsice. Bazıları sert biçimde pis, bazıları bildiğin pis. Bazıları vurarak pislik yapıyor, bazıları da çenesiyle adamı hayattan bezdiriyor.
Aralarından sadece bazı özel oyuncular, “pis” unvanıyla anılmak gibi bir ayrıcalığa sahip olacak kadar pis olabiliyor. Bazıları bu unvanı gururla taşıyor, hatta bazısı da pis oynamadığını iddia ederseniz küfür etmişsiniz gibi bile davranabiliyor.
Bu yazıyı sahada pislik yapılmasına değer verdiğim için yazmıyorum. Amacım yalnızca pis oyuncuların hakkını vermek. Bunun için de her türden “pisliğe” yer vermeye çalıştım. Fakat seçim yaparken bir şeye daha dikkat ettim, sadece 1980 ve sonrasında oynamış NBA oyuncularına yer verdim.
45 yaşında bir NBA takipçisi olarak 70’lerin sonundan öncesinde ligde neler olup bittiğini size anlatmam mümkün değil. Yani yazının geçtiğimiz 35 yılla sınırlı olduğunu belirtmeliyim. Çünkü ben bir izleyici olarak bu kadarını görebildim.
Bir şey daha. Bir oyuncunun pis olması fikri 80’lerde ortaya çıkmış bir şey. Benden önce NBA izlemeye başlamış daha yaşlı ve bilge takipçilerden bana pis bir oyuncu söylemelerini istediğimde, onların da 80’ler öncesinden bir seçim yaptıklarına denk gelmedim.
Tabii bu 80’lerden önce sahada pislik yapılmadığını anlamına gelmiyor, büyük olasılıkla o zamanlar bu yapılanlara basketbolun bir parçası diyip geçiyorlardı.
10. Kobe Bryant
Kobe Bryant yaşlandıkça biraz yumuşadı tabii ama bu gençliğindeki vukuatlarını unutacağız ya da ilerlemiş yaşında bile biraz olsun pislik yapmadı demek değil. Kobe klasik “sinsi ve pis” oyunculardan. Faul sayısı yaptığı pislikleri pek göstermiyor, çünkü sicil kaydına işlenmesi gereken pek çok hareketten oyuncu olarak statüsü sebebiyle yırttı.
Bazen şut sonrası elini indiriyormuş gibi yaparken savunmacısının yüzüne bir tane çakar, bazen de şutu için yer açıyormuş gibi gözüküp rakibinin boğazına dirseği indirirdi. Bryant sinsiliğin ustasıydı. O kadar ki bazen kabahati kendisi işlemesine rağmen kendi lehine düdük çaldırmasını bile bilirdi.
Kobe’ciler bu tür pozisyonların maç içinde yaşanan doğal temaslar olduğunu iddia edecektir ama aslında böyle söyleyerek onu büyük bir oyuncu yapan özelliklerini küçümsediklerini hatırlatmalıyım. Bryant’ın deha bir basketbol oyuncusu olarak en büyük mirası her zaman ve her şartta vücudunu kontrol etmekteki becerisiydi. Basketbolunun her yönünü kusursuzluk seviyesinde keskinleştirmiş, çok çalışarak ve her hareketi milyonlarca kez tekrar ederek vücut kaslarının en küçük kıpırdanışını bile keskin bir bıçak gibi bileylemişti.
Gerçekten dirseğiyle ya da ön koluyla ya da parmaklarıyla ne yaptığını bilmediğini mi düşünüyorsunuz yani?
Hiç sanmıyorum. Kobe’ye böyle bir düşünemeyecek kadar, pis bir oyuncu olduğunu kabul edecek kadar saygı duyuyorum.
9. Karl Malone – John Stockton
Bu ikiliyi iki ayrı sayfa yerine tek bir maddede ele alıyorum. Çünkü kendileri NBA tarihinin en büyük (ve en pis) ikilileri arasında.
Lig tarihinin en namlı dirsekçilerinden biri olarak, Karl Malone rakibinin kafasına indirdiği her darbede bir dolar alsa herhalde NBA kariyeri boyunca kazandığı paradan daha fazlasını kazanırdı.
John Stockton da sinsi oyun kurucu ekolünün atasıydı. Gerekirse rakibini tırmalar, çeker, kalçasını çıkarıp yere sererdi. Ondan sonraki herkes ucuz birer taklit olmaktan öteye geçemedi.
Utah’da oynamak o zamanlar her NBA takımı için bir kabustu. Hakemler Jazz’in yaptığı her faulü çalmaya kalksa ilk yarı bitmeden maçı tamamlayacak oyuncuları kalmazdı. O yüzden görseler de görmezden gelirlerdi.
Yani Utah deplasmanına gitmek demek sonraki gün morluklara, kesiklere, şişliklere ve daha birçok değişik türde yaralara hazır olmak demekti ki büyük olasılıkla bunlar karşılığında serbest atış çizgisine bile gidemezdiniz.