Muhteşem Basketlerin ve Müthiş Son Anların Şehri: İstanbul

16/May/17 09:39 Mayıs 16, 2017

Bugra Uzar

16/May/17 09:39

Eurohoops.net

İstanbul’un tadı biraz başka. Yarı Avrupalı, yarı Asyalı, ardında yüzlerce yıllık bir tarih, heybet, zenginlik ve görüyoruz ki o enerji basketbola da yansıyor.

Βy Dimitris Minarentzis/ info@eurohoops.net

Başka türlü bu şehirde oynanan iki EuroLeague finalinin son saniye şutuyla ve bir sayı farkla sona ermesini, turnuvanın tarihinin en müthiş basketlerinden ikisinin burada atılmış olmasını nasıl açıklayabiliriz?

Partizan ve Olympiakos’un epik sürprizlerinin yanına 2005 Şampiyonlar Ligi’nde Liverpool’un yaptığı akıl almaz geri dönüşünü de ekleyebiliriz. Sonuçta mesele sadece basketbol değil, spor.

Böyle baktığımızda başka açıklama kalmıyor: Bu şehir (ya da İstanbul’da Final Four için misafir olacak Yunanların yazdığı şekliyle büyük Ş’yle “Şehir”) ilham veren, drama yaratan, heybet fışkıran tarihini sporun dişe diş mücadelelere zemin hazırlayan sahnesine bütün haşmetiyle getiriyor.

“Kral” Aleksandar Djordjevic

Ivkovic’in arka planda danışman rolünde olduğu olduğu Obradovic‘in Partizan’ı Abdi İpekçi’de 1992’de oynanan Final Four’da tam anlamıyla sürpriz takımdı.

Badalona o yıllarda, 1994’te Olympiakos’u şoka uğrattığı seneden çok çok daha güçlüydü. İspanyol basketbolunun seçkin isimler kadrosundaydı…

Jofresa Kardeşler, Villacampa, Morales, Pressley ve Corny Thompson’la iki kaliteli Amerikalı ki Corny iki yıl sonra o iri cüssesiyle Olympiakos’un fişini çeken adam olacaktı…

Estudiantes karşısında 91-69’la aldıkları yarı final zaferi güçlerinin en önemli işareti oldu. Djordjevic’in çetesi görüntüsündeki Partizan da uyarı ateşini yapmıştı.

22 yaşındaki Danilovic, 20 yaşındaki Rebraca ve tabii ki takımın lideri Djordevic, Antonello Riva ve merhum Darryl Hawkins’in liderliğindeki Olimpia Milano‘yu yarı finalde devirdi.

Partizan devrede 40-34 öndeydi. Djordevic ve Danilovic maçı 23 ve 25 sayıyla bitirdi. Ancak Sasa’nın son üç sayısı maçın en önemli anında, son iki saniyede geldi ve kağıt üstünde yazdığından çok daha fazlasını takımına verdi.

Bitime 10 saniye kalmışken Tomas Jofresa kısa mesafeden bulduğu isabetle skoru 70-68’e getirdi. Ama o zamanlar top oyunda değilken saat durmuyordu.

Dolayısıyla Partizan çabuk değil, çok çabuk olmak zorundaydı.

Djordjevic, İspanyol guard’ın baskısı altında son saniyeler geçerken tam sahayı geçti, 6.25 metre hemen dışında ayaklarını çok sağlam kurdu ve Partizan’a Avrupa şampiyonluğunu getiren o unutulmaz üçlüğü potaya gönderdi!

Yaşı yetenlerin yad etmesi, yaşı yetmeyenlerin öğrenmesi için o inanılmaz finalin inanılmaz sonunu buradan izleyebilirsiniz.

Olympiakos’un epik dönüşü

20 yıl sonra Final Four yeniden İstanbul’da ama bu kez Abdi İpekçi değil, ultra modern Sinan Erdem’deydi.

Tıpkı 1992’deki Partizan gibi Olympiakos da büyük bir sürpriz olarak İstanbul’a gelmişti. Adeta Cinderella misali, büyük CSKA karşısında mucize arayacaktı.

Barcelona tıpkı CSKA gibi iddialı, Panathianikos ise geçen sezon kazandığı şampiyonluk maçlarına unvanını savunup altıncı kez kupayı kaldırmaya gelmişti. Kırmızılar tam anlamıyla kurtlar sofrasındaydı.

Peki ellerinde kim vardı? Önceki yaz çöküşün eşiğine gelmiş bir takım, Spanoulis’in terk etmeyip kaptanlık ettiği bir gemiyle yolun sonuna gitmeye çalışıyordu.

Tesadüfe bakın ki Partizan’dan “çaldıkları” Dorsey ve Law gibi iki yeteneğin katkısı, Ivkovic’in önderliği ve genç yetenekleriyle kelimenin tam anlamıyla sürpriz arıyorlardı. Ellerinde Sloukas, Mantzaris, Papanikolau, Katsivelis ve Keselj vardı.

CSKA bir yarı finalde Panathinaikos‘u mağlup ederken Barcelona yalnızca bir kez öne geçebildiği Olympiakos’a karşı yenildi. Oysa 2009’la 2012 arasındaki neredeyse her maçta yenilmez gözükmüşlerdi.

Olympiakos, 2010 Paris’te kaybetmenin öcünü 2012’de aldı.

Ancak finale gelinirken Olympiakos için mucizelerin artık bittiği düşünülüyordu. Final mücadelesinin 28. dakikası gelirken Yunan ekibi tam 19 sayı gerideydi, EuroLeague’in o sezon tartışmasız en iyi kadrosu CSKA emin adımlarla şampiyonluğa koşuyor gibi gözüküyordu.

Shved’in Ivkovic o meşhur molayı anda yaptığı kutlamayı gören kimse unutamadı. O mola, tarihi değiştirecek, Shved’in kutlamasını hatırlara bir ibret vesikası olarak kazıyacaktı.

Sırp koç genç yıldızlarını sahaya sürdü ve onlara “Oynayın” dedi. Ne bağırıp çağırdı ne azarladı. Bir mucize eseri, birkaç dakikada fark beşe inmişti. Hem Keselj’nin maçtaki tek üçlük isabetiyle!

Ama yolları daha uzundu. Papanikolau ne atsa giriyor, Printezis çıkamayacağı bir ritme giriyordu ama CSKA bir türlü geri düşmüyordu.

Artık son saniyelere girilmişti. Önce Teodosic bir serbest atış kaçırdı. Ona Pap cevap verdi ve gözler Siskauskas’a çevrildi. İkinci serbest atışı kaçırdı.

Kimin aklına gelirdi ki? Spanoulis’in ellerindeki top, Printezis’e asist oldu. O atış potadan içeri girerken Printezis içn hayatının, kariyerinin basketi oldu, tarihi değiştirdi.

İstanbul’da 20 yıl sonra, tarih tekerrür etti, döngü tamamlandı.