by Wright Thompson / Çeviri: Yılmazcem Özardıç
Bu yazı ilk olarak 25 Nisan 2017 tarihinde ESPN.com’da yayınlanmıştır.
Pat Riley’nin kendine özel süitinin kapısındaki dijital saat, maç saatine kalan dakikaları sayıyor. Oda, salonun altındaki koridorun derinliklerinde, Riley’nin maçlarını izlediği koltuğa olan özel geçişe çok yakın şekilde konumlandırılmış. Riley’nin salonun içinde bir yerlerde olan eşi Chris dahil, burada kimse yok. Sezonun son maçının başlamasına 29 dakika var. Heat playoff’lara girmek için maçı kazanıp, diğer iki rakibinden birinin kaybetmesini bekleyecek. Etrafta hala Riley’den bir iz yok. Son iki aydır Pat Riley’nin yeri geldiğinde ne kadar mahrem bir insan olabileceğini iyi bilen eşini şaşırtacak şekilde her gün kendisiyle görüşüyoruz. Ancak bu sabah Heat kulübünden biri, bana ayağımı denk almamı tembihledi. Patron şu anda sinirli olduğu için insanlara pek arkadaş canlısı davranmıyor. Tam bir Riley anındayız.
Ardından telefonum titriyor.
“Geldin mi?” yazıyor Riley.
Ardından asistanı Karen’ı beni almaya yolluyor.
Merdivenleri çıkıp camdan yapılmış ofise doğru yaklaşırken, Karen bana dönüp, “Biraz sıkıntılı” diyor. Riley sessiz, perdeleri yarıya kadar çekilmiş ofisinde tek başına oturuyor. Üç dört günlük yorgunluğu yüzünden okunuyor. Ofisinde, şans getirmesini umduğu Heat formalı Buda ve kitap rafında duran bir Bob Dylan sözü, “Hiçbir şeyin yoksa, kaybedecek bir şeyin de yoktur” dikkatimi çekiyor.
Karen o yeşil Gatorade bardaklarından birine koyduğu kahveyi patronuna servis ediyor.
Riley içini çekip oturuşunu değiştirdikten sonra kahvesini yudumlamaya başlıyor.
Son birkaç ay, yaşadığı özel sorunlar herkesin bildiği iniş çıkışlar tarafından örtbas edilen Riley’nin etrafındaki insanlar için oldukça duygusal geçti. Kendisi için dünyadaki en korkunç şeyin yok olmak veya basketbolu eğer bir şekilde arkasında bırakmayı başarabilirse yaşayacağı boşluk olduğunu söylemesinin üstünden pek vakit geçmemişti oysa. Maçın başlamasını beklediğimiz anlarda, aklında daha önce de dönen konulardan biri dönüyor, eğer bir şekilde NBA’in onun için adeta karşı konulmaz temposundan çıkabilirse, hayatında yapmak istediği bazı değişiklikler var. Merdivenlerde karşımıza çıkan bir ayet kartında sorduğu gibi, “Yatıp duracak mıyım yoksa savaşacak mıyım?” Son 50 yıl ve özellikle bu sezonda olduğu gibi bu soru, şanını devam ettirmek için her zaman karşısına çıkan zorluklarla savaşan Riley’nin günlük yaşamının ortasında duruyor. Problem ise, saygınlığını kanıtladığını her zorlukta geleceğini biraz daha erteliyor olması.
Aşağılarda çalan bir korna, ofisteki sessizliği bozuyor.
“Saate bak” diyor Karen.
“Kaçmış?” diye soruyor Riley.
“Sekiz’e üç var” olarak cevaplıyor Karen.
Riley ceketini sırtına geçiriyor ve boş ofislerin yanından geçiyoruz. Kırmızı siyah halının üstünde ayakkabısından hiç ses çıkmıyor. Salona yaklaştıkça sesler daha da artıyor, önce bass sesleri geliyor, ardından da tıklım tıklım olan salonun gürültüsü duyuluyor. Riley çok az kişinin bildiği, henüz görülmeyen kalabalığın sesleriyle oluşan ve adrenalini en üst seviyeye çıkaran bu gladyatörvari yürüyüşleri çok seviyor. Hava atışına sadece birkaç dakika kala, boş soyunma odasının yanından geçiyor. Takımı parkeye çıkmış durumda. Koridorda bulunan 2013 Finalleri 6.maçında Ray Allen’ın attığı üçlüğün duvar resminin yanından geçerken bir anda duraksıyor. Fotoğrafta arkadaki taraftarlara bakıyor, yüzlerindeki çaresizliği görüyor ve onları gördükçe sanki aynada kendini gördüğünü söylüyor.
***
Bu yıl, Riley için en az geri kalan 50 sezon kadar büyük bir meydan okuma oldu. Sıkıntılar, üç yıl önce, 2014 yazında başladı. O yaza kadar Büyük Üçlü’yle dört Final’e kadar çıkan Heat, iki şampiyonluk kazanmış ve bu başarılar, Riley’e acaba o takımın Showtime Lakers’tan iyi olup olmadığını veya tarihte Bill Russell’lı Celtics takımlarına bir rakip olup olamayacağını sorgulamaya başlatmıştı. Ancak James o yıl serbest kaldı ve Riley Las Vegas’a, James’i kalmaya ikna etmeye gitti.
Riley yardımcısı Andy Elisburg’a, görüşme için LeBron’ın Miami’de kazandığı iki şampiyonluk kupasını getirmesini söyledi. Elisburg’un çantasında ayrıca Heat’in o yaz görüşebileceği serbest oyuncuları gösteren bazı grafikler ve sunumlar bulunuyordu. Görüşme günü, bir otel çalışanı sunumları ve kupaları içinde bulunduran bavulla ikiliye eşlik etti. Riley, Napa’dan, LeBron’ın o yıl playoff’larda kullandığı motto olan ‘Söz veriyorum’ isimli bir şarap almıştı. Şarabın üstündeki etiket, dört yıl önce Maverick Carter’ın anlaşmaya vardıklarında Riley’e hediye ettiği şarabın etiketiyle aynıydı. Riley, Carter’a saygısını bu şekilde gösterecekti. Görüşme için süite gidip LeBron’ın yanında menajeri Rich Paul ve arkadaşı Randy Mims’i gördüğünde işlerin yolunda gitmeyeceğinin bir sinyalini almıştı. Elisburg’a kupaları ve grafikleri salonda bırakmasını söyledi. James ve temsilcileri görüşme boyunca bir Dünya Kupası maçına bakıp durdular. Bir süre sonra, Riley televizyonu sessize almaları ricasında bulunmak zorunda kaldı.
Riley endişeli şekilde eve geri uçtu ve uçuşun ardından telefon araması için hazır olması konusunda bir mesaj aldı. 15 dakika sonra telefonun diğer ucundaki isim Rich Paul’dü. Menajeri telefonu LeBron’a verdi. Kral konuşmasına “Son dört yıl için teşekkür ederim” sözleriyle başlamıştı.
“Sessizdim” diyor Riley ve ekliyor, “Hiçbir şey söylemedim. Daha yeni yeni idrak ediyordum. Evet, her şey bitmişti. LeBron ayrıldığında çok sinirlendim. Bunu kişisel bir olay olarak algıladım. Öyleydi zaten. Bir arkadaşım Dan Gilbert’ın zamanında yaptığı gibi benim adıma oldukça kötü sonuçlar doğurabilecek bir konuşma yapmaktan son anda vazgeçirdi. Şu anda böyle bir şey yapmadığım için çok memnunum.”
Sonraki yıl Heat playoffları kaçırdı ve Riley yine kendine emeklilik sorusunu sormaya başladı. Bir sonraki yıl Miami’nin en önemli silahı Chris Bosh hastalığı nedeniyle sezonu kapatıyor, Heat Doğu Konferansı Yarı Finalleri’nde yedinci maçta Raptors’a kaybediyordu. Toronto’dan dönüşte Riley ve ekibi şarap içerken Wade’in yanına takıma katabilecekleri serbest oyuncuları araştırmaya başlamıştı.
Ancak Temmuz başında bu planlar da çöpe gitti.
Wade Miami’den ayrılmaya karar verdi ve bir dönem aile gibi olduğu, birbirlerinin evlerine ziyaret gerçekleştirdikleri Riley’le olan bağları kopardı. Bosh’ın basketbol geleceğinin tehlikeye girmesinin ardından seçeneklerini gözden geçiren Wade’in ayrılığı Büyük Üçlü’nün tamamen dağılması anlamına gelmişti. Oldukça morali bozuk olan Riley ve eşi, son dakikada Paris’e kafa dinleyip birkaç Bruce Springsteen konseri izlemeye gittiler. İlk konserde Springsteen, Riley’nin en sevdiği şarkısını Land of Hope and Dreams’i (Umut ve Rüyaların Yeri) şarkısını çaldı. Bu şarkı Riley için adeta bir marş. Efsane basketbol adamı zamanının büyük bölümünü girdiği, gireceği, kazandığı ve kazanacağı mücadeleleri hayal edip bunların hepsi sona erdiğinde neler yapacağını düşünerek geçiriyor. Riley daha farklı bir hayatı hayal ediyor ve bu soyut anlamda değil. Riley akşam yiyeceği yemekten çalacağı müziğe kadar her şeyi gözünde canlandırıyor.
Sahnenin dibinden konseri izlediği o gece, Riley şarkıya bağıra çağıra eşlik etti. Onu orada görenler genel kanıya uygun şekilde dış görünüşünü yanık, iyi gözüken ve güzel giyimli olarak tanımlayabilirlerdi. Ancak çoğu o dış görünüşün içindeki insanı bilemezdi ki önemli olan da buydu. Dışı ne kadar bakımlı ve düzenliyse, içi de bir o kadar dağınık ve karmaşık haldeydi. Kocasını motive eden ve korkutan şeyleri çok iyi bilen Chris Riley, Wade’in ayrılışının ardından yüzüne bakarak Pat Riley’nin içinde kopan fırtınaları anlayabiliyordu. Riley’i bir altıncı sınıf çocuğuyken kiliseye kilitleyip örümcek ve farelerle baş başa unutan rahibenin, birkaç gün sonra maçı kazandıran şutu attıktan sonra kendisini ayakta alkışlayarak 2016’da onu Paris’e yollayan dürtüleri başlatmasının üzerinden tam 60 yıl geçmişti.
Eve döndüğünde arkadaşları böyle büyük bir mağlubiyeti nasıl karşılayacağı konusunda merak içindeydiler. Yıllardır yat gezilerinde birlikte olduğu iki arkadaşı Dick Butera ve Peter Guber, yaz döneminde birbirleriyle bu konuyu konuşmuşlardı.
“Pat’i gördün mü?” diye sorduğunu söylüyor Butera, “Devam edecek mi?”
“Pat her zaman Pat” diye cevaplamış Guber.
“O zaman mücadeleye devam ediyor değil mi?” sorusunu soran Butera’ya, Guber “Onun mücadelesi asla bitmeyecek” sözleriyle karşılık vermiş.
Arkadaşları onu iyi tanıyor. Paris’ten dönüşünün sekiz gün ardından Riley, Spoelstra’nın Miami’deki düğününe katıldı. Riley 2008’de koçluğu bıraktıktan sonra Heat GM’liği görevinden ayrılan Randy Pfund, Riley’nin masasına selam vermek için uğradığında efsane basketbol adamı sözü Paris masalları, çiçeklerin güzelliği veya gelinden açmamış. Neredeyse hemen Wade’in ayrılığı hakkındaki görüşlerini aktarmaya başlamış.
“15 saniye içinde” diyor Pfund.
***
Her ne kadar Heat’e takıntı derecesinde bağlı olsa da, Pat Riley’nin aklının derinliklerinde bir yerde her daim Malibu’daki evi bulunuyor. Hatta Riley, arada bir kendini oraya yakın hissetmek için güvenlik kameralarından etrafı izliyor. Şu ana kadar neredeyse her yaz eşi Chris ve o, en az bir aylarını eski dostlarıyla birlikte Malibu’da geçirmişler. Chris, Malibu’daki evlerinin hep kalplerinde olduğunu belirtiyor.
Geçen yıl ise hep bahsettiği hayalini gerçeğe çevirmek adına en somut adımını Evinin kira kontratını her yerde çalışabileceği düşüncesiyle beş yıl daha uzatarak attı. Uzun yıllardır eski dostları, Miami’ye karşı Malibu sevgisinin ne zaman ağır basıp Batı’ya taşınacağını merak ediyordu. “Bu tereddüdünü seviyorum çünkü sürekli bundan bahsediyor” diyor eski dostu aktör Michael Douglas, “Sürekli ama sürekli Malibu’daki evine geri dönme isteği üzerine muhabbet ediyoruz.”
Douglas, Riley’nin şu anda Florida’da yaşadığı hayatla California’da yaşama ihtimali olan hayat arasındaki farklardan bahsederken sadece coğrafi farklılıklar hakkında konuşmuyor. İki yerleşke de Riley’nin rekabetçiliğini göstereceği alanlar. Miami, yüzünün 15 cm önünde yaşayan adamı temsil ediyor diyor Douglas ve bir örnek veriyor. Riley, Lakers’taki son sezonunda (1990) oyunculara öyle bağırmış ve sinirlenmiş ki dönüp yumruk attığı ayna tamamen parçalanarak beyaz gömleğinin kolunun neredeyse tamamını kan kırmızısına boyamış. Yıllar boyunca soyunma odalarının anasını ağlatmış, zarar vermiş, pisletmiş, aynalara, duvarlara yumruk atmış, kin tutmuş ve kusmuş biri olan Riley için “Pat şerefsizin teki midir?” diye soruyor Pfund ve ekliyor, “Onun hakkında bundan çok ama çok daha beterini söyleyecek yüzlerce insan tanıyorum.”
Riley’nin öteki yüzü ise çok farklı. Emojileri seven, mesajlarında yeri geldiğinde kalp, güneş gözlüklü kafa, dua eden eller, bebek kafası ve ağaç emojileri kullanan bir adamdan söz ediyoruz. Şu ana kadar yayınlanmayan beş perde oyun yazmış Riley. Aynı şekilde beş yaşındaki torununa abayı yakmış olan efsanevi basketbol adamı, torununa eski arabalar hakkında bilgi verip bir Motown klasiği olan ‘Benim Kızım’ oyuncakları alıyor. Gözlerinde adeta herkese bulaşan bir mutlulukla. Yahudilere özel yaş kutlamalarında, çocuklarla birlikte dans alanında eğlenen tek yetişkin olan Riley, sahneden ancak müzik bitip kan ter içinde kaldığında ayrılıyor. Onun için önemli olan insanları gerçekten umursuyor Riley. Kolejden eski takım arkadaşı Tommy Kron öldüğünde, aileyi rahip dışında kilisede bekleyen tek kişi kendisiymiş. Teknelerle dünyayı gezen Riley arkadaşlarıyla öğleden sonra eğlenebileceği bir bar bulmak için açıktan kıyıyı dürbünle gözetleyen kişi olurmuş. “İçiyorlar, şarkı söylüyorlar ve müzik yapıyorlar” diyor Wonder Woman’ı canlandıran eski dost Lynda Carter ve ekliyor, “Springsteen, Motown ve doo-wop’a bayılıyor. Kızım Jess’le birlikte Brooks ve Dunn’ın ‘Red Dirt Road’ şarkısını söylüyorlar. Birlikte mırıldanıp hayali gitarlarını çalıyorlar.”
Malibu’daki sözleşmesindeki esneklik, oraya olan uzaklığıyla alakalı değil. 72 yaşında bir adam olarak dahi olabileceği insana dair kendine verdiği bir söz. O tüm arsa, Porsche’lerden milyon dolarlık manzaralara, bocce sahasına kadar kendine verdiği sözlerle dolu.
Malibu’da her ne kadar kullanmayı bilmese de bir gitar koleksiyonu da bulunuyor, çünkü bir gün eşi Chris’e ‘My Girl’ şarkısını çalacağına dair söz vermiş. Pat, eşine o şarkıyı çalarken beraber düzenledikleri çiçeklerle dolu bir bahçenin ortasında hamakta salınma hayalleri kuruyor. Neredeyse 12 tanesine sahip olduğu antika arabaların yarısını Malibu’ya taşımak istiyor. Arsasından beş dakika uzaklıkta arabalarını saklayabileceği bir garaj bulmuş bile. Bulduğu her boşluğu kiralayan Riley’e bir gün oraların sahibi telefon açmış ve bomboş duran yerleri uzun süre boyunca kiralamaya devam edeceğine dair bir söz istemiş.
“Planın nedir?” diye sormuş adam.
Riley “Buralar bir gün dolacak” sözleriyle cevaplamış.
Arsasında ilkini çocukları küçükken, Showtime Lakers döneminde aldığı üç yan yana evi var. En büyük isteklerinden biri bu üç evi kendisi ve eşinin birinde, çocukları James ve Elisabeth’in diğer ikisinde oturduğu şekilde kullanıp aileyi birleştirmiş olmak. Bu istek, Riley’i uzun yıllar boyunca yorucu sezonların içinde yaptığı birkaç gece otel barı kaçamağında, düşlediği hayatı her zaman yaşayacağına ama o günlerde sadece ertelediğine inandırmış. 30 yıl boyunca hedefine ulaştığında sahip olacağı aileye ve dönüşeceği adama dair kendine masallar anlatmış. Ancak şu anda çocukları 32 ve 28 yaşlarına geldi, kendi ailelerini kurdular ve birleşme gibi bir ihtimal yok. Artık meşguller.
Riley geç kaldı.