Pat Riley’nin Son Sınavı

12/Tem/17 14:19 Ağustos 5, 2018

Bugra Uzar

12/Tem/17 14:19

Eurohoops.net

Bu yıl, NBA efsanesinin 50 yıllık kariyerinin en zor sezonu oldu. Peki neden, kazandığı dokuz şampiyonluğun ardından çekip gitmiyor? Keşke bırakıp gitmek söylendiği kadar kolay olsaydı.

by Wright Thompson / Çeviri: Yılmazcem Özardıç

Bu yazı ilk olarak 25 Nisan 2017 tarihinde ESPN.com’da yayınlanmıştır.

Pat Riley’nin kendine özel süitinin kapısındaki dijital saat, maç saatine kalan dakikaları sayıyor. Oda, salonun altındaki koridorun derinliklerinde, Riley’nin maçlarını izlediği koltuğa olan özel geçişe çok yakın şekilde konumlandırılmış. Riley’nin salonun içinde bir yerlerde olan eşi Chris dahil, burada kimse yok. Sezonun son maçının başlamasına 29 dakika var. Heat playoff’lara girmek için maçı kazanıp, diğer iki rakibinden birinin kaybetmesini bekleyecek. Etrafta hala Riley’den bir iz yok. Son iki aydır Pat Riley’nin yeri geldiğinde ne kadar mahrem bir insan olabileceğini iyi bilen eşini şaşırtacak şekilde her gün kendisiyle görüşüyoruz. Ancak bu sabah Heat kulübünden biri, bana ayağımı denk almamı tembihledi. Patron şu anda sinirli olduğu için insanlara pek arkadaş canlısı davranmıyor. Tam bir Riley anındayız.

Ardından telefonum titriyor.

“Geldin mi?” yazıyor Riley.

Ardından asistanı Karen’ı beni almaya yolluyor.

Merdivenleri çıkıp camdan yapılmış ofise doğru yaklaşırken, Karen bana dönüp, “Biraz sıkıntılı” diyor. Riley sessiz, perdeleri yarıya kadar çekilmiş ofisinde tek başına oturuyor. Üç dört günlük yorgunluğu yüzünden okunuyor. Ofisinde, şans getirmesini umduğu Heat formalı Buda ve kitap rafında duran bir Bob Dylan sözü, “Hiçbir şeyin yoksa, kaybedecek bir şeyin de yoktur” dikkatimi çekiyor.

Karen o yeşil Gatorade bardaklarından birine koyduğu kahveyi patronuna servis ediyor.

Riley içini çekip oturuşunu değiştirdikten sonra kahvesini yudumlamaya başlıyor.

Son birkaç ay, yaşadığı özel sorunlar herkesin bildiği iniş çıkışlar tarafından örtbas edilen Riley’nin etrafındaki insanlar için oldukça duygusal geçti. Kendisi için dünyadaki en korkunç şeyin yok olmak veya basketbolu eğer bir şekilde arkasında bırakmayı başarabilirse yaşayacağı boşluk olduğunu söylemesinin üstünden pek vakit geçmemişti oysa. Maçın başlamasını beklediğimiz anlarda, aklında daha önce de dönen konulardan biri dönüyor, eğer bir şekilde NBA’in onun için adeta karşı konulmaz temposundan çıkabilirse, hayatında yapmak istediği bazı değişiklikler var. Merdivenlerde karşımıza çıkan bir ayet kartında sorduğu gibi, “Yatıp duracak mıyım yoksa savaşacak mıyım?” Son 50 yıl ve özellikle bu sezonda olduğu gibi bu soru, şanını devam ettirmek için her zaman karşısına çıkan zorluklarla savaşan Riley’nin günlük yaşamının ortasında duruyor. Problem ise, saygınlığını kanıtladığını her zorlukta geleceğini biraz daha erteliyor olması.

Aşağılarda çalan bir korna, ofisteki sessizliği bozuyor.

“Saate bak” diyor Karen.
“Kaçmış?” diye soruyor Riley.
“Sekiz’e üç var” olarak cevaplıyor Karen.

Riley ceketini sırtına geçiriyor ve boş ofislerin yanından geçiyoruz. Kırmızı siyah halının üstünde ayakkabısından hiç ses çıkmıyor. Salona yaklaştıkça sesler daha da artıyor, önce bass sesleri geliyor, ardından da tıklım tıklım olan salonun gürültüsü duyuluyor. Riley çok az kişinin bildiği, henüz görülmeyen kalabalığın sesleriyle oluşan ve adrenalini en üst seviyeye çıkaran bu gladyatörvari yürüyüşleri çok seviyor. Hava atışına sadece birkaç dakika kala, boş soyunma odasının yanından geçiyor. Takımı parkeye çıkmış durumda. Koridorda bulunan 2013 Finalleri 6.maçında Ray Allen’ın attığı üçlüğün duvar resminin yanından geçerken bir anda duraksıyor. Fotoğrafta arkadaki taraftarlara bakıyor, yüzlerindeki çaresizliği görüyor ve onları gördükçe sanki aynada kendini gördüğünü söylüyor.

***

Bu yıl, Riley için en az geri kalan 50 sezon kadar büyük bir meydan okuma oldu. Sıkıntılar, üç yıl önce, 2014 yazında başladı. O yaza kadar Büyük Üçlü’yle dört Final’e kadar çıkan Heat, iki şampiyonluk kazanmış ve bu başarılar, Riley’e acaba o takımın Showtime Lakers’tan iyi olup olmadığını veya tarihte Bill Russell’lı Celtics takımlarına bir rakip olup olamayacağını sorgulamaya başlatmıştı. Ancak James o yıl serbest kaldı ve Riley Las Vegas’a, James’i kalmaya ikna etmeye gitti.

Riley yardımcısı Andy Elisburg’a, görüşme için LeBron’ın Miami’de kazandığı iki şampiyonluk kupasını getirmesini söyledi. Elisburg’un çantasında ayrıca Heat’in o yaz görüşebileceği serbest oyuncuları gösteren bazı grafikler ve sunumlar bulunuyordu. Görüşme günü, bir otel çalışanı sunumları ve kupaları içinde bulunduran bavulla ikiliye eşlik etti. Riley, Napa’dan, LeBron’ın o yıl playoff’larda kullandığı motto olan ‘Söz veriyorum’ isimli bir şarap almıştı. Şarabın üstündeki etiket, dört yıl önce Maverick Carter’ın anlaşmaya vardıklarında Riley’e hediye ettiği şarabın etiketiyle aynıydı. Riley, Carter’a saygısını bu şekilde gösterecekti. Görüşme için süite gidip LeBron’ın yanında menajeri Rich Paul ve arkadaşı Randy Mims’i gördüğünde işlerin yolunda gitmeyeceğinin bir sinyalini almıştı. Elisburg’a kupaları ve grafikleri salonda bırakmasını söyledi. James ve temsilcileri görüşme boyunca bir Dünya Kupası maçına bakıp durdular. Bir süre sonra, Riley televizyonu sessize almaları ricasında bulunmak zorunda kaldı.

Riley endişeli şekilde eve geri uçtu ve uçuşun ardından telefon araması için hazır olması konusunda bir mesaj aldı. 15 dakika sonra telefonun diğer ucundaki isim Rich Paul’dü. Menajeri telefonu LeBron’a verdi. Kral konuşmasına “Son dört yıl için teşekkür ederim” sözleriyle başlamıştı.

“Sessizdim” diyor Riley ve ekliyor, “Hiçbir şey söylemedim. Daha yeni yeni idrak ediyordum. Evet, her şey bitmişti. LeBron ayrıldığında çok sinirlendim. Bunu kişisel bir olay olarak algıladım. Öyleydi zaten. Bir arkadaşım Dan Gilbert’ın zamanında yaptığı gibi benim adıma oldukça kötü sonuçlar doğurabilecek bir konuşma yapmaktan son anda vazgeçirdi. Şu anda böyle bir şey yapmadığım için çok memnunum.”

Sonraki yıl Heat playoffları kaçırdı ve Riley yine kendine emeklilik sorusunu sormaya başladı. Bir sonraki yıl Miami’nin en önemli silahı Chris Bosh hastalığı nedeniyle sezonu kapatıyor, Heat Doğu Konferansı Yarı Finalleri’nde yedinci maçta Raptors’a kaybediyordu. Toronto’dan dönüşte Riley ve ekibi şarap içerken Wade’in yanına takıma katabilecekleri serbest oyuncuları araştırmaya başlamıştı.

Ancak Temmuz başında bu planlar da çöpe gitti.

Wade Miami’den ayrılmaya karar verdi ve bir dönem aile gibi olduğu, birbirlerinin evlerine ziyaret gerçekleştirdikleri Riley’le olan bağları kopardı. Bosh’ın basketbol geleceğinin tehlikeye girmesinin ardından seçeneklerini gözden geçiren Wade’in ayrılığı Büyük Üçlü’nün tamamen dağılması anlamına gelmişti. Oldukça morali bozuk olan Riley ve eşi, son dakikada Paris’e kafa dinleyip birkaç Bruce Springsteen konseri izlemeye gittiler. İlk konserde Springsteen, Riley’nin en sevdiği şarkısını Land of Hope and Dreams’i (Umut ve Rüyaların Yeri) şarkısını çaldı. Bu şarkı Riley için adeta bir marş. Efsane basketbol adamı zamanının büyük bölümünü girdiği, gireceği, kazandığı ve kazanacağı mücadeleleri hayal edip bunların hepsi sona erdiğinde neler yapacağını düşünerek geçiriyor. Riley daha farklı bir hayatı hayal ediyor ve bu soyut anlamda değil. Riley akşam yiyeceği yemekten çalacağı müziğe kadar her şeyi gözünde canlandırıyor.

Sahnenin dibinden konseri izlediği o gece, Riley şarkıya bağıra çağıra eşlik etti. Onu orada görenler genel kanıya uygun şekilde dış görünüşünü yanık, iyi gözüken ve güzel giyimli olarak tanımlayabilirlerdi. Ancak çoğu o dış görünüşün içindeki insanı bilemezdi ki önemli olan da buydu. Dışı ne kadar bakımlı ve düzenliyse, içi de bir o kadar dağınık ve karmaşık haldeydi. Kocasını motive eden ve korkutan şeyleri çok iyi bilen Chris Riley, Wade’in ayrılışının ardından yüzüne bakarak Pat Riley’nin içinde kopan fırtınaları anlayabiliyordu. Riley’i bir altıncı sınıf çocuğuyken kiliseye kilitleyip örümcek ve farelerle baş başa unutan rahibenin, birkaç gün sonra maçı kazandıran şutu attıktan sonra kendisini ayakta alkışlayarak 2016’da onu Paris’e yollayan dürtüleri başlatmasının üzerinden tam 60 yıl geçmişti.

Eve döndüğünde arkadaşları böyle büyük bir mağlubiyeti nasıl karşılayacağı konusunda merak içindeydiler. Yıllardır yat gezilerinde birlikte olduğu iki arkadaşı Dick Butera ve Peter Guber, yaz döneminde birbirleriyle bu konuyu konuşmuşlardı.

“Pat’i gördün mü?” diye sorduğunu söylüyor Butera, “Devam edecek mi?”

“Pat her zaman Pat” diye cevaplamış Guber.

“O zaman mücadeleye devam ediyor değil mi?” sorusunu soran Butera’ya, Guber “Onun mücadelesi asla bitmeyecek” sözleriyle karşılık vermiş.

Arkadaşları onu iyi tanıyor. Paris’ten dönüşünün sekiz gün ardından Riley, Spoelstra’nın Miami’deki düğününe katıldı. Riley 2008’de koçluğu bıraktıktan sonra Heat GM’liği görevinden ayrılan Randy Pfund, Riley’nin masasına selam vermek için uğradığında efsane basketbol adamı sözü Paris masalları, çiçeklerin güzelliği veya gelinden açmamış. Neredeyse hemen Wade’in ayrılığı hakkındaki görüşlerini aktarmaya başlamış.

“15 saniye içinde” diyor Pfund.

***

Her ne kadar Heat’e takıntı derecesinde bağlı olsa da, Pat Riley’nin aklının derinliklerinde bir yerde her daim Malibu’daki evi bulunuyor. Hatta Riley, arada bir kendini oraya yakın hissetmek için güvenlik kameralarından etrafı izliyor. Şu ana kadar neredeyse her yaz eşi Chris ve o, en az bir aylarını eski dostlarıyla birlikte Malibu’da geçirmişler. Chris, Malibu’daki evlerinin hep kalplerinde olduğunu belirtiyor.

Geçen yıl ise hep bahsettiği hayalini gerçeğe çevirmek adına en somut adımını Evinin kira kontratını her yerde çalışabileceği düşüncesiyle beş yıl daha uzatarak attı. Uzun yıllardır eski dostları, Miami’ye karşı Malibu sevgisinin ne zaman ağır basıp Batı’ya taşınacağını merak ediyordu. “Bu tereddüdünü seviyorum çünkü sürekli bundan bahsediyor” diyor eski dostu aktör Michael Douglas, “Sürekli ama sürekli Malibu’daki evine geri dönme isteği üzerine muhabbet ediyoruz.”

Douglas, Riley’nin şu anda Florida’da yaşadığı hayatla California’da yaşama ihtimali olan hayat arasındaki farklardan bahsederken sadece coğrafi farklılıklar hakkında konuşmuyor. İki yerleşke de Riley’nin rekabetçiliğini göstereceği alanlar. Miami, yüzünün 15 cm önünde yaşayan adamı temsil ediyor diyor Douglas ve bir örnek veriyor. Riley, Lakers’taki son sezonunda (1990) oyunculara öyle bağırmış ve sinirlenmiş ki dönüp yumruk attığı ayna tamamen parçalanarak beyaz gömleğinin kolunun neredeyse tamamını kan kırmızısına boyamış. Yıllar boyunca soyunma odalarının anasını ağlatmış, zarar vermiş, pisletmiş, aynalara, duvarlara yumruk atmış, kin tutmuş ve kusmuş biri olan Riley için “Pat şerefsizin teki midir?” diye soruyor Pfund ve ekliyor, “Onun hakkında bundan çok ama çok daha beterini söyleyecek yüzlerce insan tanıyorum.”

Riley’nin öteki yüzü ise çok farklı. Emojileri seven, mesajlarında yeri geldiğinde kalp, güneş gözlüklü kafa, dua eden eller, bebek kafası ve ağaç emojileri kullanan bir adamdan söz ediyoruz. Şu ana kadar yayınlanmayan beş perde oyun yazmış Riley. Aynı şekilde beş yaşındaki torununa abayı yakmış olan efsanevi basketbol adamı, torununa eski arabalar hakkında bilgi verip bir Motown klasiği olan ‘Benim Kızım’ oyuncakları alıyor. Gözlerinde adeta herkese bulaşan bir mutlulukla. Yahudilere özel yaş kutlamalarında, çocuklarla birlikte dans alanında eğlenen tek yetişkin olan Riley, sahneden ancak müzik bitip kan ter içinde kaldığında ayrılıyor. Onun için önemli olan insanları gerçekten umursuyor Riley. Kolejden eski takım arkadaşı Tommy Kron öldüğünde, aileyi rahip dışında kilisede bekleyen tek kişi kendisiymiş. Teknelerle dünyayı gezen Riley arkadaşlarıyla öğleden sonra eğlenebileceği bir bar bulmak için açıktan kıyıyı dürbünle gözetleyen kişi olurmuş. “İçiyorlar, şarkı söylüyorlar ve müzik yapıyorlar” diyor Wonder Woman’ı canlandıran eski dost Lynda Carter ve ekliyor, “Springsteen, Motown ve doo-wop’a bayılıyor. Kızım Jess’le birlikte Brooks ve Dunn’ın ‘Red Dirt Road’ şarkısını söylüyorlar. Birlikte mırıldanıp hayali gitarlarını çalıyorlar.”

Malibu’daki sözleşmesindeki esneklik, oraya olan uzaklığıyla alakalı değil. 72 yaşında bir adam olarak dahi olabileceği insana dair kendine verdiği bir söz. O tüm arsa, Porsche’lerden milyon dolarlık manzaralara, bocce sahasına kadar kendine verdiği sözlerle dolu.

Malibu’da her ne kadar kullanmayı bilmese de bir gitar koleksiyonu da bulunuyor, çünkü bir gün eşi Chris’e ‘My Girl’ şarkısını çalacağına dair söz vermiş. Pat, eşine o şarkıyı çalarken beraber düzenledikleri çiçeklerle dolu bir bahçenin ortasında hamakta salınma hayalleri kuruyor. Neredeyse 12 tanesine sahip olduğu antika arabaların yarısını Malibu’ya taşımak istiyor. Arsasından beş dakika uzaklıkta arabalarını saklayabileceği bir garaj bulmuş bile. Bulduğu her boşluğu kiralayan Riley’e bir gün oraların sahibi telefon açmış ve bomboş duran yerleri uzun süre boyunca kiralamaya devam edeceğine dair bir söz istemiş.

“Planın nedir?” diye sormuş adam.

Riley “Buralar bir gün dolacak” sözleriyle cevaplamış.

Arsasında ilkini çocukları küçükken, Showtime Lakers döneminde aldığı üç yan yana evi var. En büyük isteklerinden biri bu üç evi kendisi ve eşinin birinde, çocukları James ve Elisabeth’in diğer ikisinde oturduğu şekilde kullanıp aileyi birleştirmiş olmak. Bu istek, Riley’i uzun yıllar boyunca yorucu sezonların içinde yaptığı birkaç gece otel barı kaçamağında, düşlediği hayatı her zaman yaşayacağına ama o günlerde sadece ertelediğine inandırmış. 30 yıl boyunca hedefine ulaştığında sahip olacağı aileye ve dönüşeceği adama dair kendine masallar anlatmış. Ancak şu anda çocukları 32 ve 28 yaşlarına geldi, kendi ailelerini kurdular ve birleşme gibi bir ihtimal yok. Artık meşguller.

Riley geç kaldı.

***

Pat Riley, NBA’de oyunculuk kariyerine 1967’de başladı. 2016-2017 sezonu, Riley’nin yaşam mottosu olan ‘Takımın kötüyse, sen de kötüsündür’ sözünün 50.yıl dönümü anlamına geliyordu. Heat kötü durumdaydı. Her anlamda kötü durumdaydı. Sezonun ilk maçında içeride 19 sayı öndeyken kaybeden, maçın sonunda verilen tartışmalı bir faul kararıyla Wade’in dönüşünde mağlup olan bir takımdan bahsediyoruz. 12 Aralık’ta konferansın 7-17 dereceyle en kötü üçüncü takımı olan Heat’in durumu, Riley ailesiyle alakalı acı haberi aldığında efsanevi basketbol adamı için artık pek de bir şey ifade etmiyordu.

Bir yıl önce evlenip Denver’a taşınan 28 yaşındaki küçük kızları Lis, lenf düğümünde şişlik fark etmişti. Pat ve Chris hemen Denver’a gittiklerinde, uzman doktordan bekledikleri ancak duymak istemedikleri haberleri aldılar; ilk bulgular lenf kanserini işaret ediyordu, bir prosedür belirleyip kesinleştirmek zorundaydılar.

Heat o haberden sonra oynadığı dört maçın beşini kaybederken, Pat’in aklı tamamen başka yerdeydi. Çocuklarının yaşamı boyunca, yaşama ihtimalleri olan her soruna bir çözüm bulmuştu. Büyük oğlu James snowboard okuluna gitmeden bir gece önce Pat, çocuğunun kalacağı odayı kontrol edip bir sorun olmadığından emin olmak için, belki de daha önce kaçırdığı önemli günleri telafi etmek adına okulun bulunduğu yere gitmişti. James’in varacağı sabah 5’te odanın kapasının kilitli olduğunu fark eden Riley pencereden girip dolabın içindeki kıyafetlerin arasındaki mesafeye kadar her şeyin dört dörtlük olmasını sağlamıştı. Elisabeth’in düğün günü, elemanlar karşısında kıyameti koparan Pat, masaların üstündeki süslerin dizaynını ve perdelerin kapanma seviyesini hızlı şekilde değiştirtip son dakikada giyindikten sonra kızının nikah masasına yetişmiş.

Ama hastalığı iyileştirme konusunda elinden bir şey gelmiyordu.

“Bir babanın kendini en kötü hissettiği an” diyor Riley, “küçük kızı yardıma muhtaçken ona yardım edemediği andır.”

***

Noel gecesi Pat ve eşi Chris, kızları Lis ve eşi Paul ile Denver’da bir otel süitinde buluştu. Pat, hepsinin çok sevdiği bir Screaming Eagle şarabı açtı. Lis, ki ebeveynleri onları giyip eski günlerdeki gibi hep beraber ailecek film izleyebilsinler diye anne ve babasına birbirine uyumlu iki pijama almıştı. Dışarıda kar yağıyordu. Chris, kızı Lis’e sarılarak koltukta yatarken, Riley ve damadı Paul kanepede oturuyor ve hepsi aynı ayak iskemlesine ayak uzatıyorlardı. O odada, Pat çocuklar küçükken ki maç günlerini hatırladı. Chris, Pat azıcık kestirebilsin diye çocukları olabildiğince sessiz tutar, Pat kalktığında da bir ıslık çalıp evlatlarını yanına çağırırmış. Pat gerçekten iyi ıslık çalabiliyor. (Bir keresinde Bahamalar’da bir plajda Magic Johnson’ı görüp bir kum tepeceğinin ardına saklandıktan sonra çaldığı ıslık, efsane basketbolcuyu yerinden zıplatmış) Pat, ıslık çalıp çocuklarına “Babaya öpücük verme zamanı!” diye bağırdığında Lis ve James gelerek babalarına iyi şanslar öpücüğü verirlermiş. Kanepede oturup kızının kanser olup olmadığını düşündüğü o an, aklına o iyi şanslar öpücükleri geliyordu.

***

Riley’nin anıları film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu. Lis’i gelinliğiyle görüşü, James’in ilk kez eve gelişi, yeni doğan bebeklerine ilk kez çok sevdikleri Pasifik Okyanus’unu gösterişleri, zamanı biraz geriye alıyor, düğünü, 1967 model Corvette’iyle Chris’i ilk kez görüşü, babasıyla son konuşması, profesyonel basketbolda havlu sallayıcı olduğu günler, Kentucky günleri, New York’taki Schenectady yerleşkesinde geçirdiği dönem, lisedeki spor salonunun kokusu.

Belki de lisedeki son yılıydı. İçeri doğru girmiş, faule maruz kaldığını düşünmüştü. Hakem hücum faul çalınca pek itiraz etmeyip savunmasına doğru dönmeye başlamıştı. Horultuları ve gürültüyü fark edip arkasına baktığı anda, sarhoş babasının sahaya inip hakeme doğru koştuğunu gördü. (Yıllar sonra çok nadir şekilde bahsettiği bu olay, aynı Hoosiers’daki gibi cereyan etmiş) Lee Riley eski bir beyzbol oyuncusuydu ve eski günlerden o hakem ile bir alıp veremediği vardı. Pat babasının salonda bir yerde tribünlerin altında gizlendiğinin farkında bile değildi. O gün çok sevdiği lise takımı koçu Walt Pryzbylo maçın devam edebilmesi için babasını parkeden çıkaran kişiydi.

Riley, yıllar sonra Heat’te gözlemci olarak oğullarından birini işe aldığı Walt’a vefasını gösteriyordu. 1966 Kentucky-Texas Western NCAA Finali’nden önceki gece stresten ayaklarına ağrılar giren Riley’e masaj yapan kişi lise koçu Pryzbylo, tüm gece eski öğrencisinin yanında kalmıştı.

Ebeveynleri Lee ve Mary Riley, sonraki gün oynana Final’e veya hiçbir NBA maçına gelmediler. Hiçbir zaman bunun sebebini de açıklamadılar.

Lee 16 yılda 17 farklı takımda beyzbol oynarken, 2.Dünya Savaşı’nın devam ettiği 1943 yılında bir fabrikada çalışmak için beyzbolu bıraktı. Bir yıl sonra, Phillies’in teklifiyle geri dönen baba Riley, dört maç boyunca ikinci baharını yaşasa da kötü performans sergilediği bir maçın ardından kulüp, kendisini bir alt ligde oynayan New York’a yolladı. O günden 10 ay sonra ise Pat dünyaya geldi. 1952’de, Lee bir alt lig beyzbol takımını yönetirken maç sırasında yaptığı zaman geçirmeye yönelik hareketleri nedeniyle 90 gün ceza alınca bir daha emeklilik kararı aldı. Eve döndüğünde formasını veya ona beyzbolu hatırlatan her şeyi yaktı, daha sonrasında ise o kayıp giden yıllarla alakalı çok nadir konuştu. 1970’de ise, belki de söylemesi gereken birçok şeyi söyleyemeyerek hayata gözlerini yumdu. “Babamın bana hiç beni sevdiğini söylediğini hatırlamıyorum” diyor Pat Riley ve devam ediyor, “Annemden de pek böyle bir şey duymadım.”

Zihninde, kendini 58.bloktaki Spruce Caddesi’nin önüne park etmiş bir arabada buluyor.

Orayı pek muhabbet edilmeyen, karanlık bir yer olarak anımsıyor. Riley’ler, hiçbir şey hakkında konuşmazmış. 2.Dünya Savaşı’nda Beyzbol adlı kitabın Lee Riley’e ayrılmış bölümünde yazana göre, Pat doğmadan 10 yıl önce dünyaya gelen bir ablası varmış ama bebeklik döneminde hayatını kaybetmiş. Ben ona bundan bahsetmeden önce, Pat’in o doğmadan önce ölen ablasından haberi yokmuş. Pat, kitabın yanlış olabileceğini veya ebeveynlerinin bunu bir sır olarak saklamış olabileceğini belirtiyor. Annesi çok nadir evi terk edermiş. Pat genelde annesini merdivenlerin altındaki ısıtıcının altında ısınmaya çalışırken gördüğünü anımsıyor. O evde şimdi başka bir aile otursa da merdivenlerin altında eskimiş bir yerde Marry Riley’nin isminin yazdığı bir duvar bulunuyor.

Yıllar boyunca evine yaptığı ziyaretleri ve sırasıyla kendi evi, Walt’un evi, babasının 10 yıl boyunca içtiği barı ve okuduğu lisenin spor salonunun önünden arabayla geçişini hatırlıyor. Şu anda onun adını taşıyan spor salonunun alarmlarının çalmasına vesile olmuş bir kere Riley. Orada oynadığı en iyi maçları ve babasının saha atlayışını anımsıyor. Babasının arkasını nasıl kolladığını, kendisi dahil oyuncularını, çocuklarını ve onların arkadaşlarını, hatta beraber çalıştığı yetişkin yöneticileri, kısaca herkesi nasıl kandırdığını aklına getiriyor. Hikayesini de bu yüzden anlatmaya başlıyor zaten. Yıllar içinde Pat, babasının hikayesini kendince bazı gerçekleri saklayıp aslında yaşanmamış şeyler uydurarak, biraz Lee, biraz lise koçu Walt, biraz da okuduğu kitaplardaki adamaları karıştırarak yeniden yazmış. Hayal etme ve irade gücü, Pat’i Pat yapan şeyler ve efsanevi basketbol adamı bu özelliklerini kendi zihninde babasını olmayı hak ettiğini düşündüğü insana dönüştürmede kullanmış. 1997 yılında adı verilen lise salonunun açılışındaki konuşmasından önce bir arkadaşı, Pat ve annesini muhabbet ederken videoya çekmiş.

“Doğruyu anlatmayacağımı kimseye söyleme” diyor Riley videoda.

Pat sahneye çıkarken, annesi ve ablası katıla katıla gülüyorlar.

Bir salon dolusu çocuğa babasının geceleri nasıl yanına gelip ona ‘özel şeylerden’ yapıldığını söylediğini anlatıyordu Riley. Bir terapist olan eşi Chris, o gün de, şimdi de Pat’in yalan söylediğini görebildiğini söylüyor. Geçen yıllar boyunca Pat’in babasını istediği adam şekline büründürmesine en iyi tanık olan kişi Chris’ten başkası değil. Riley’lerin Spruce Street’teki evinde geceleri baba oğul sohbetleri olmazmış.

“Benimle dalga mı geçiyorsun?” diye soruyor Chris, “O evde çok daha sevimsiz şeyler yaşanırmış.”

***

Denver’da otel süitinin karanlığındal The Accountant ve Deepwater Horizon’ı izledikten sonra uyuyorlar. Herkes sonraki sabah boyunca uzun bir uyku çekiyor. Hiçbir şeyin önemi yok. Beklemekten başka, ne üst üste gelen mağlubiyetlerin ne de başka bir şeyin 11 Ocak’ta doktor sürpriz haberi verene kadar bir önemi yok.

Kanser yok.

Bir ay sonra mükemmel bir pazar günü siyah 1971 Chevelle’iyle Miami’nin trafik dolu sokaklarından güneybatının boş sokaklarına doğru yol almaya karar veriyor Riley. 502 motorlu Chevelle’i, bir vites düşürtülünce adeta bağırıyor. Çıkan ses, otomobilin ön camlarını titretecek kadar büyük. Kızının sağlık durumuyla ilgili haberden sonra Heat, galibiyet serisine başlamış. İçeride ve deplasmanda üst üste galibiyetler alan Miami, Golden State’i son saniye basketiyle yenerken Nets deplasmanında son çeyrek 18 sayılık farkı kapatarak kazanıyordu. 13 maçlık galibiyet serisiyle Heat, Draft’a yatar konumda görünen bir takımdan playoff potasındaki bir ekibe dönüşmüştü.

Şimdi yolda, Riley nefes veriyor.

Şarkılar, Listen to the Music’ten Born to Run’a değişirken, Riley de müziğin sesini açıyor. Trafikte beklerken yanına gelen insanlarla muhabbet edip şakalaşıyor. Gömleğinin arkasını, daire şeklinde ter kaplamış durumda. Etrafa adeta mutluluk saçan Riley, yeniden doğmuş gibi hissettiğini söylüyor.

“İnsanlara çok şey borçluyum” diyor kolunu camdan sarkıtırken Riley ve ekliyor, “Çok şey. Onlara çok şey borçluyum ama…”

Duraksıyor ve sadece tepeye çıktığında bir daha aşağı atılmak için nasıl dağa defalarca tek başına tırmandığını hatırlıyor. Kendine emin bir hale bürünüp “Artık onlara bir borcum yok” diyor. Daha önce kontrolü altında tutamadığı negatif enerjiden kurtulup bir takımı kurup yönetmenin pozitif yanlarına odaklanmaya çalıştığını ifade ediyor. İki gün içinde eşi Chris ve en eski dostlarıyla beraber son iki ayın yorgunluğunu atmak üzere Bahamalar’a yelkencilik yapmaya gidecekler. Riley 10 yıl önce asla böyle bir şey yapmayacağını söylüyor.

Her zaman arkaya yatırdığı, yandan hafif kabarık saçlarının rengi artık beyaz. Miami’nin varoş mahalleleri artık striptiz kulüpleri ve içinden su geçen kanallardan değil, araba galerilerinden oluşuyor. Vitesi yükseltip gaza basarken, son 22 yılını verdiği şehirden uzaklaşıyor.

“Bir daha böyle bir şeyin içine girmek zorunda değilim” diyor kendi kendine.