By Sam Borden / Çeviri: M. Bahadır Akgün
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu fotoğraf ve yazı ilk olarak 8 Şubat 2017 tarihinde ESPN’de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
1. TAM BİR BAŞARISIZLIK ÖYKÜSÜNÜN KAHRAMANI OLMASINI DERT ETMİYOR
Darko Milicic “bust” (draft hatası) kelimesini sıkça kullanıyor ve bu durum biraz şaşırtıcı. Ben bu kelimeyi kullanmak istemeyebileceğini ya da en azından duyduğu zaman yüzünü ekşitmesini bekliyordum ama o hiç umursamıyor, sallamıyor. Balgam gibi boğazına takılmıyor bu kelime.
Hayır, Darko alnı açık bir adam. Lafını sakınmıyor. Boyu 2,13, ağırlığı 136 kilogram. Neredeyse bir garaj kapısı gibi vücudu var. Ancak benimle tanıştıktan sonraki 10 dakika içinde beş kez “bust” kelimesini ironik şekillerde kullanıyor. “Bu röportajın konusu ne kadar büyük bir “bust” olduğum değil, di mi?” gibi yani.
Carmelo Anthony, Chris Bosh ve Dwyane Wade’in hemen önünde, LeBron James’in hemen arkasında seçildiği 2003 NBA Draftı’nı hatırlatıp hafızalara kazınacak kadar korkunç bir tercih olması ile ilgili şakalar yapıyor. O oyuncularla konuşuyor gibi yapıyor, elini kaldırıyor ve onlara gruptaki birinin o grubun kabusu olması gerektiğini anlatıyor, “Siz en iyiler olun, ben tarihe kara bir leke olarak geçerim,” diyor. Sonra da içten bir kahkaha patlatıyor.
Yaklaşık üç saat süren röportajımız sırasında muhabbetin arasına “bust” kelimesini sıkıştırıyor ve zaman zaman bu kelimeyi, “felaket” gibi uygun eş anlamlı kelimelerle değiştiriyor. Bir nokta geliyor, 15 saniye içinde üç kez “bust” diyor ve profesyonel basketbol kariyerinin tanımını alnına, üzerinde BUST yazan hayali bir etiket yapıştırarak noktalıyor. Sanki bir performans sanatı, bir tedavi.
O zaman asıl soru şu: Gerçekten o kadar kötü müydü?
Cevabı kısa: Evet, oldukça.
Darko’nun NBA’de yarattığı hayal kırıklığının sınırlarını ölçmenin bir sürü yolu var. Mesela 52 milyon dolar kazanırken maç başına 6,0 sayı ortalama yakalamış olması ile başlanabilir. Yine de bunu anlamanın en kolay yolu şu: Basketball-Reference.com’da bir oyuncunun tüm istatistiklerine bir araya getiren ve benzer kariyer geçiren oyuncuları listeleyen bir özellik var.
LeBron için mesela bu listede Julius Erving, Larry Bird ve Charles Barkley gibi efsanevi oyuncular yer alıyor. Chris Bosh için oluşturulan listede Dominique Wilkins ve Alex English gibi Hall of Fame oyuncular var. Wade ise Clyde Drexler ve Walt Frazier ile kıyaslanıyor.
Darko’ya en yakın eşleşme Lee Nailon diye biri. Onu Lou Amundson ve Lorenzo Williams izliyor. Bu beyefendilere saygımız büyük ancak hiçbirinin ikinci sıradan draft edilmediğini ve bütün bir ülkenin beklentilerinin onların omuzlarında olmadığını da söyleyelim. Hatta bu isimlerin ikisi hiç draft edilmedi.
Ancak Darko’nun bu konuda bir sorunu yok gibi gözüküyor. Lig tarihindeki en ünlü yedek parçalardan biri olmakla ilgili hiçbir sorunu yok. Bir şekilde bundan memnun. Dahası, bu baharda Darko’nun memleketi Novi Sad’da arabayla giderken vahim kariyeriyle ilgili bu kadar rahat olmasını hiç de beklemediğimi söyledim.
“Ne bekliyordun?” dedi Darko. Tereddüt ettim. Nasıl olur da ayıp etmeden “önlenemez bir memnuniyetsizlik” derim diye düşünüyordum.
“Bir keresinde Frederic Weis ile ilgili bir köşe yazmıştım,” diyorum Darko’ya ve Avrupalı bir başka basketbol faciasını hatırlatıyorum. Bu kez o facia Sırp değil Fransız yine de. Hani 1999’da New York Knicks tarafından draft edilmesine rağmen Knicks formasıyla tek maça çıkmayan Fransız. Darko’nun yüzüne ışık geliyor. Anımsıyor Weis’ı.
“Nasıldı?”
“Üzgün ve depresyondaydı,” diyorum. “Başka bir sürü derdi de vardı eşi ve çocuğu ile ilgili ama yine de olayların geldiği nokta konusunda hayli kızgındı. Hayatın kendisine kızgındı. Sanırım görünmeyen bir kızgınlıktı ama kızgınlıktı işte.
Boş konuşuyorum.
“Aslında Weis bir keresinde kendisini öldürmeye çalışmış,” deyiveriyorum birden.
Darko’da bir ifade yok.
“Gerçekten mi?”
“Evet.”
Bir dakika boyunca sessizce yolumuza devam ediyoruz. Burada pek trafik ışığı yok ve yol engebeli, radyo açık, düşük sesle Sırp müziği çalıyor. Sanki boş konuşmuşum da ortalığa sessizlik çöküyor.
Ama sonra birden Darko diyor ki, “Garipmiş Weis konusu. Çünkü ben sanki eski Darko ölmüş gibi hissediyorum. Sanki, kendimle ilgili ya da basketbol dönemlerimle ilgili bir şeyler düşündüğüm zaman sanki göçüp gitmiş birini düşünüyorum gibi geliyor bana.”
2. TOPLUMSAL YARGILAR VE BASKI BÜTÜNÜ YÜZÜNDEN HAYALLERİYLE İLGİLİ YALAN SÖYLEMESİ GEREKTİĞİNE İNANMIYOR ARTIK
Detroit Pistons kendisini draft ettiğinde Darko 18 yaşında. Daha öncesinde 1990’lı yıllarda Sırbistan’da yaşıyor. Balkanlar’daki yıllar süren çeşitli savaşları görmüş, babası asker olan bir çocuk. Şehrini yerle bir eden NATO bombalamalarını da gördü. O bombardımanlar Darko, kız kardeşi ve ailesini bodrumda yaşamaya, yukarıdaki patlamaların seslerini dinlemeye zorlamıştı.
Bir keresinde 90’ların başında Bosna’daki savaş sırasında ailesiyle birlikte televizyon izliyor ve haberlerde 15-20 Sırp askerin nasıl öldürüldüğü geçiyor. O bültendeki isimlerden biri de Milorad Milicic. O dönemde henüz 10 yaşında bile olmayan Darko, ekrana bakıp babasının yüzünü gördüğünü hatırlıyor.
Annesine soruyor, “Neden babam televizyonda?”
Annesinden yanıt gelmiyor. Yalnızca ağlamaya başlıyor annesi. Darko da ağlıyor.
Ancak yaklaşık beş dakika sonra haberlerde bir hata yapıldığı belirtiliyor. Bazı isimler yanlışmış. “O hissi asla unutmayacağım,” diyor Darko. “Birden bire öldü. Birden bire geri döndü.”
Milorad evine dönüyor. Ve diğer şeylerin arasında, Darko’ya basketbol oynamayı öğretiyor, evin hemen alt tarafında şut atmayı öğretiyor. Ancak bunun sebebi babanın ya da oğlun basketbola özel bir sevgisinin olması değil. Sebep büyük oranda biyoloji.
“Babam bana basketbolu öğretti çünkü bizim köyde ‘Uzunsun, bir denesene?’ diyen insanlar vardı,” diyor Darko. “Basketbol oynamak isteyen ben değildim ki.”
Yine de basketbolda iyi olduğu ortaya çıkıyor Darko’nun. Ailenin desteği ve altı yıl boyunca müzikle doğru düzgün ilgilenmemelerine rağmen çocukları üflemeli çalgılara mahkum eden ergen tembelliği de olunca Darko basketbol oynamaya devam ediyor. Hemofarm’a gidiyor sonra. Vrsac şehrine yakın bir profesyonel kulüp Hemofarm. Darko, o dönemde 14 yaşında. Basketbol, tutkusu olmasa da amacı hâline geliyor.
Gözlemciler gelmeye başlıyor, Darko da NBA’i mali istikrarsızlıktan, Sırbistan’ın sürekli karışıklığından bir çıkış kapısı olarak görüyor. Onun için her türlü çocukluk fantezisinin gerçekleşmesinden daha büyük bir çıkış kapısı NBA. Basketbolu da yeterince seviyor. Tanıştığı herkes onu NBA’e yönlendiriyor. Her şey önünde olup bitiyor. Hangimiz bir kapıdan sırf açık diye geçmedik ki?
Asıl sorun, bu hikayenin yabancı basketbolculardan beklediğimiz hikaye olmayışı. Onların NBA’e aşk beslemesini, cızırtılı internet videolarında maçları izleyerek büyümelerini, oyunculara hayranlık beslemelerini ve tuzağa düşmelerini bekliyoruz. Yao Ming, Çin’den NBA’e geldiği zaman Arvydas Sabonis ve Hakeem Olajuwon’a olan hayranlığını hiç gizlemedi. Daha da yakın zamanda Kristaps Porzingis, ilham aldığı kişinin Dirk Nowitzki olduğunu söyledi, herkes de onu tasdik etti.
Darko, ABD’de ilgi görmeye başlayınca beklendik sorular da başladı: “İdolün kimdi? Kimi izlemekten keyif alıyordun?”
“Kevin Garnett,” dedi Darko. Herkese okul otobüsünden uzun kanat genişliği olan forvet Garnett’in kendisine ilham kaynağı olduğunu söylüyordu. Yerel televizyonlarda Garnett’i sevdiğini söyledi. USA Today’e, ESPN’e Garnett’i sevdiğini anlattı.
Ancak Garnett’i doğru düzgün izlememişti bile. “Onu buldum, onun olduğuna karar verdim,” diyor Darko şimdilerde. “Sevmem gereken oyuncu o gibi gelmişti bana.”
Sevmesi gereken… Eski Darko böyleydi sanki, di mi? Uzundu, basketbol oynadı. İyiydi, Hemofarm’a gitti. Fark edildi, Amerika’ya gitti. Bir idole ihtiyacı vardı, bir idol uydurdu. Yol onu nereye götürürse oraya gitti. Kafasında ne ihtişamlı, puslu bir imge vardı ne de zihninde gerçekleştirmenin hayalini kurduğu tatlı bir an. O, ışıklar açıkken hayal kuruyordu.
Ama artık basketbol kariyeri bitti ve işler değişti. Şimdilerde bir tutkunun hayalini kuruyor. Onu gülümseten bir imge var artık zihninde.
Kiraz…
Darko, basketbol kariyeri sonrası tarıma el attı. Bazı sporcular emlak işine giriyor, bazıları tekstil. Darko, meyve-sebzeye yönelmiş. Kafanız karışmasın, Old MacDonald’dan daha büyük bir alana sahip. Elma ağaçlarından oluşan 125 dönümlük bir arazisi var ve Dubai, Rusya ve Afrika ülkelerine elma ihraç ediyor.
Yine de hayali kiraz. “Kirazdaki mali kazanç çok büyük,” diyor Darko. “Piyasa çok açık.” Darko, kirazdan bahsederken gözleri büyüyor. Tutku duyuyor. Can buluyor.
“Bu kirazları üretmek istiyorum,” diyor arzulu göründüğü tek anda. “Bence zamanı geldi.”
3. KLASİK AKŞAM RUTİNİNDE ARTIK KENDİ EVİNE ZARAR VERMEK YOK
Darko artık duvarları yumruklamıyor. Egzersiz yapmak için bazen ağır çantaları yumrukluyor. Bir keresinde de bir atın suratını yumruklamış (bkz. ileriki bölümler). Ancak etrafındaki duvarları sürekli cezaya çarptırma günleri geride kalmış.
Bu, önemli bir değişim. Darko, NBA’de oynadığı dönemde -yani tam oynamak değil ama- yine benchi ısıttığı bir maçın ardından evine dönüp öfkesini ince, Amerikan duvarlara yansıtırdı.
En kötüsü de Memphis’te yaşandı. Darko’nun eşi Zorana, o dönemde kendisiyle birlikte yaşıyordu. Zorana, o dönemi “kriz dönemi” olarak adlandırıyor. Takım kaybediyor. Darko öfkeli. O dairenin duvarları da süzme peynir gibi. Çıkıntılı, kaymak gibi.
Yaşananlar tanıdık. Darko gelir, duvarları yumruklar ve uyur. Birçok şehirde neredeki boya hasarını kapatırsa kapatsın bunu çabucak yapan yerel çalışanları tanıdı.
“Böyle tam beyaz bir renk vardır. Sonra diğer beyaz renk gelir. Sonra da gri renk,” diyor Darko yamalı duvarları için. “Benim evim öyleydi işte.”
Darko’nun her zaman patlamaları oldu. “Delirmek” diyor o patlamalar için Darko. Darko ile gençlik çağında tanışan Mile Ilic, Darko’nun bazı zamanlar açıklanamayacak derecede fevri olduğunu söylüyor. “Bazen,” diyor, “antrenmanı bırakır, çalışmak istemez ya da salonu temizlemesi gerektiğini düşünmezdi. Koç da takımın kalanını cezalandırırdı.”
“O anlarda bunun acısı sizden çıktığı için Darko’dan nefret etmeye başlarsınız,” diyor Ilic. “5-10 dakika böyle gider, sonra tamamen normal bir karaktere bürünür.”
Ancak Darko, NBA’e gittiğinde duyguları daha da karmaşıktı. Başlangıçta yalnızca genç bir oyuncuydu ve anlamadığı bir kültürün içinde eviyle arasında bir okyanus vardı. Örneğin Darko, maçlardan veya antrenmanlardan sonra salonda duş almaktansa evine giderdi. Amerika’da oyuncuların birlikte duş aldıklarını fark etmedi.
“Darko’ya ben öğretmek zorunda kaldım,” diyor 2002-08 arasında Detroit’te oynayan Chauncey Billups. “‘Maç ya da antrenman bittiği zaman havlunu takıp duşa gidersin’ dedim. ‘Burada böyle yapıyoruz.'”
Ancak bu saflığın öfkeye dönüşmesi de uzun sürmüyor. Pistons koçu Larry Brown’ın Darko’yu oynatmak gibi bir isteği pek de yoktu. Detroit, 2 numara seçimini bir takas ile takıma katmıştı ve o dönemde elinde birçok yetenekli veteran vardı. Brown, Darko’yu oynattığında da Darko’nun istediği gibi dışarıdan pas veya şut atmasından ziyade potaya yakın oynamasını istiyordu. Darko, sürekli surat asan bir tipe dönüştü kısa sürede.
Duvarları yumrukluyordu. İçki içiyordu. Darko sonraları antrenmanlara da “akşamdan kalma” gelmeye başladı. “Uyumuyordum,” diyor Darko. Klasik lise hareketleri. Yıldız olamayacaktı, asi çocuk olmayı seçti.
“Darko’ya davranış biçimimiz konusunda hiçbir pişmanlığım yok,” diyor Brown şimdilerde. “Daha olgun ve sabırlı olamadığı için pişmanlık duyuyorum.”
Orlando’da da aynı şey oldu. YouTube’da ölümsüzleşen bir uluslararası maçta hakemlere bağırıp çağıracak kadar mutsuz olduğu Memphis’te de durum aynıydı. Darko, onunla röportaj yapan muhabirler kendisini sakinleştirmeye çalışırken bile aynı şeyleri yaptı. “Gittiğim her yerde, en ufak şey beni öfkelendiriyordu,” diyor Darko.
En saçması da ne biliyor musunuz? Tüm bu duvar yumruklamalar ve iki kez elini kırma meselesi, sahaya çıktığı dönemde gerçekleşti. Memphis’te Indiana karşısında sağ elinin bir kemiğini kırdı. İlk sezonunda, Detroit, Lakers karşısında NBA şampiyonluğunu kazanmak üzereyken Brown, Darko’yu oyuna aldı. Şut attığı sırada bir rakibi onu indirdi ve eli kırıldı.
Darko, o olaydan bahsederken gözlerini deviriyor.Bir süredir duvar yumruklamadığını söylüyor. Zorana da aynısını söylüyor. Darko, bunun sebebinin Sırbistan’da evlerin taştan yapılması olduğunu söylüyor. Sırbistan’daki duvarların şakası yok.
Zorana, Darko’nun hayatından basketbol çıkışının kilit rol oynadığını söylüyor. Çakmağı, gaz ızgaradan çekmek gibi düşünün. Şimdilerde Darko akşam geldiğinde ailesi ile yemek yiyor, koltukta sızmadan önce televizyon izliyor.
Darko ayrıca basketbol da izlemiyor. NBA’i neredeyse hiç takip etmiyor. Şaka da yapmıyor. “Darko ile ilk olarak Haziran ayında buluştum,” diyor Zorana. “Golden State Warriors, Cleveland Cavaliers karşısında seriyi 2-0’a getirmişti. Spora dair en ufak ilgisi olan herkes LeBron ile Stephen Curry arasındaki mücadeleyi bilirdi.
Darko’ya seriyi sorduğum zaman gerçekten şaşırmış gibiydi. Çiftliğinde oturmuştuk. Darko, tarlalara bakıyordu. ‘Finaller mi oynanıyor?’ dedi. ‘Kim önde?'”
4. NE ZAMAN BIRAKACAĞINI BİLİYORDU
17 Kasım 2012’de Celtics, Toronto Raptors ile karşı karşıya geldi. O gün, oyuncular soyunma odasına giderken Darko, Doc Rivers’ın ofisinin kapısını çaldı.
Darko’nun ondan önceki birçok koçu gibi Rivers da Darko’nun takımda önemli bir rol alacağını düşünmüyordu. O noktaya kadar dokuz maçta Darko toplam 5 dakika oynamıştı.
Ama Rivers, Darko’yu seviyordu. Antrenmanda bulunmasından hoşnuttu. Darko’yu ofisine buyur etti ve veda etmeye geldiğini anlatmasını dinledi.
“Pivot pozisyonunda takım için işler kötü giderse Jason Collins var, Fab Melo var,” dedi Darko. “Eşyalarımı topladım, yuvama dönüyorum.”
Darko, Rivers’ın şaşırdığını hatırlıyor. “Darko, neden bahsediyorsun sen? Nereye gidiyorsun? Bu akşam oynayacaksın.”
Ancak Darko boyun eğmedi. “Doc, buraya kadarmış. Bu akşam oynamayacağım. Bir daha oynamayacağım. Denediğiniz için teşekkürler. Olmadı. Benden bu kadar.”
Darko soyunma odasına gidip takım arkadaşlarına durumu anlattığında bazıları anlamamış gibiydi. Gidiyor muydu? Bırakıyordu yani tamamen? Tamamen dedi Darko. Bitmişti.
Celtics de Darko’nun serbest kalarak evine, hasta annesinin yanına dönmek istediğini açıkladı. Aslında Darko’nun annesinin küçük bir rahatsızlığı vardı ve tamamen iyileşti sonradan. Ancak Darko, bir süredir bırakmayı planlıyordu.
Aslında kontratını uzatmadığı dönemde Orlando’da iken bırakmayı düşünmüştü ilk olarak. Ancak Memphis ona 21 milyon dolarlık bir kontrat verdi çünkü Grizzlies, onu düzeltebileceğini düşünüyordu. Sonra, o da olmayınca yine bırakıyordu ama Timberwolves -Minnesota’ya onunla anlaşmamalarını tavsiye etmiş olmasına rağmen- ona 20 milyon dolarlık bir kontrat verdi ve Darko’nun sahip olduğuna emin olunan yeteneği açığa çıkarabilecek yer olduğuna inanıyordu Minnesota’dakiler. Ancak onlar da yapamadı.
Nihayetinde Boston şansını denedi. Boşa sallanan umutlar sırasında son sırayı Celtics aldı.
“Herkes beni takımda tutmanın bir yolunu arıyordu,” diyor Darko. O gün, hâl böyleyken bile kontrolü tekrar eline aldığı gün oldu Darko’nun.
Darko pes mi etmişti? Olaya böyle bakmak fazla kolay. Darko’nun zihninde Boston dönemi, bir şeylerin bir anda değişeceğini düşünmeyi bıraktığı dönem oldu. Hayatta kalabilmek için de önlem almıştı aslında. Dokuz yıllık süreçte su yükselip Darko’nun çenesine kadar çok kez gelmişti ve neden boğulacak gibi hissettiğini anlamak kolaydı.
“Tamamen kayıp durumdaydım,” diyor Darko. “Gerçekten basketboldan nefret etmeye başlamıştım. Evime dönüp başka bir hayat sürmek istiyordum.”
Zorana, her şeyi toparlamıştı. Darko’nun Rivers ile yaptığı görüşmeden bir gün sonra ailesi Sırbistan’a döndü. Bir süre rahat hissetti kendini Darko. Sonra boş kaldı. Partiledi. Sonra yine basketbola döner gibi oldu, neredeyse bir Sırp takımı ile anlaşıyordu. Ardından orta yaş krizi ortaya çıktı. Bu kriz, 14 yaşında profesyonel olan biri için 29 yaşında hiç de mantıksız değildi. O dönemde kickboks yapmaya başladı.
Bir kez dövüştü. Tartı gecesinde Darko tartıya çıktı ve tartıyı kırdı. Cidden, kırdı.
“Yeni bir tartı bulmamız bir saat sürdü,” diyor dövüşün müteşebbisi Darko Popivoda. “Darko, tartıya çıktı. Tartı kırıldı.” O noktada Popivoda, Darko’ya kaç kilo olduğunu sormuş. O da süklüm püklüm 136 kilogram olduğunu söylemiş.
Ringde de işler düzelmedi. Darko’nun güçlü dizleri vardı ancak o dizleri nasıl kullanacağını unutmuştu. Sol diziyle iyi tekmeler çıkarabiliyordu ancak öncelik sağ bacağındaydı. “Yani onu öldürmek istiyorum ama nasıl yapacağımı bilmiyorum,” diyor Darko. Çok daha küçük olan rakibi bunu nasıl yapacağını biliyordu. Darko’nun dizleri kandan ayakta duramayacak hâle gelene kadar patakladı Darko’yu.
Darko’nun ailesi dövüşme kararı konusunda o kadar da mutlu değilmiş: “Bir akşam sessizce konuşuyorduk. Zorana, bu kararın ‘aptallıktan başka hiçbir halt olmadığını’ söyledi.” Zorana’nın hisleri Darko’yu başka bir kickboks maçından uzak tuttu ve onu çabuk bir ikinci spor emekliliğine itti. Akıllıca bir karar gibiydi.
Daha sonra tarım çeldi aklını Darko’nun. Birkaç arkadaşı çiftçiydi ve bu durum ilgisini çekiyordu. Ancak Darko’yu bu fikre çeken asıl bileşen bu konuda usta olabilmesi oldu. Basketbol mucizesi olması bekleniyordu ancak pek de olmadı. Tarım bir diğer şanstı.
Darko çabuk bağlandı. Ünlü bağları incelemek için İtalya’ya gitti. Toprağı, mahsul yetiştirmeyi ve ağaç boylarını öğrendi. Önce diğer meyve türlerini düşündü sonra da elmaları hallettikten sonra çeşitliliği tekrar inceledi.
Bütün bunların aynı anda yaşanıyor olması çok garipti. Eski bir basketbolcu, NBA Finallerinin oynandığını bilmiyor ancak bağın kalitesini nasıl anladığını sorunca bana her elmanın ağaç gövdesine olan ideal uzaklığıyla alakalı uzun uzadıya açıklama yapabiliyor. (Gövdeye ne kadar yakınsa o kadar iyiymiş.)
Darko’nun tutkusu gerçek bir tutku. Beklenmedik bir kar yağışı bu bahar 10 dönüm arazisine hasar vermiş. Hasadı kurtarmak için işçilerle birlikte oraya gitmiş. Geçe yıl ise ilk hasat döneminde bağı ziyaret ettiği zaman kendisine “yabancı” bir şey hissetmiş: Gurur.
“Gerçekten mutluydum,” diyor. “Kendi elmalarımızı topluyorduk. Kendi elmalarımızı.”
5. ARTIK İÇMEYE GİDİNCE ÇOĞU ZAMAN ELLERİNİ KULLANIYOR
Nisan 2015’te Darko ve arkadaşları bir partiye gitti. Bira vardı. Şarkılar söyleniyordu. Herkes gülüşüyor ve insanlar mutluluk yumrukları sallıyordu havaya. Her şey hayli standarttı.
Ancak bir noktada Darko kalabalığa yaklaştı ve üstünde bir şey yokken bir şişeyi kafasına dikti. Sonra elini şişenin kenarından çekti ve kafasını arkaya attı, sanki bir aspirin yutuyor gibi. Şişe bitene kadar o pozisyonda kaldı.
Acayip bir çabuklukla içti. İnternette çok izlenen bir video hâline geldi sonra. Gerçi biranın çoğu boynuna, yüzüne ve omuzlarına dökülmüştü. Sonra Darko bir şişe daha bira aldı ancak onu da dikmek yerine göbeğine dövmesine yaptırdığı iki Çetnik komutana içirdi birayı.
Bu videodan Darko’ya bahsettiğim zaman gülümsüyor, kahkaha atıyor. Sonra da diyor ki, “Çok uzun zaman geçti üzerinden.”
Benim için bu açıdan gözüken iki nokta var. İlki, Darko’nun dövmelerinin şöhreti. Çetnikler, II. Dünya Savaşı sırasındaki bir grup Sırp milliyetçisi idi ve tarih, savaş sırasında Mihver devletleri ile pek de işbirliği yaptıklarını falan söylemiyor. Olaya açıklık getirmek için Darko’dan kendi siyasi görüşünü açıklamasını istiyorum. Neden karnında o adamların dövmesi var? Darok da milliyetçi olduğunu söylüyor ancak Doğu Avrupa’da bu tabirin Birleşik Devletler’deki ile aynı anlamda olmadığını ekliyor.
Darko’nun Sırbistan konusundaki hisleri karmaşık. Savaşlar, kavgalar, çocukluğundaki istikrarsızlık… Ancak neticede ülkesiyle ilgili şunu söylüyor: “Kendi ülkemi seviyor, başkalarının ülkelerine saygı duyuyorum.” Basketbolu bıraktıktan sonra birçok sporcunun aksine Birleşik Devletler’de kalmak yerine Sırbistan’a dönmesinin en büyük sebeplerinden biri de bu. Sırbistan, onun yuvası.
Video ile ilgili dikkat çeken bir başka konu da Darko’nun kalabalık bir partinin ortasında olmasına rağmen çok yalnız görünüyor olması. Yüzü ifadesiz Gözleri, klasik bir sarhoşun sersemliğinden de öte sırlı gözüküyor. O, kendi dünyasında. Şişeyi ellerini kullanmadan kafasına dikmesi de fiziksel olarak sıradışı bir hareket olsa da tekli gösterinin son hamlesi: Hiçbir şeye, kendi parmaklarına bile gerek yok.
Darko ile buluşmamdan birkaç gün sonra evinde bir parti var. Akşam üzeri arkadaşları, eşleri ve çocuklarıyla geliyorlar. Çocuklar tramboline çıkıyor. Erkekler yarı saha basketbol oynuyor. Sonra yemek yeniyor. Sırp geleneğinin gerektirdiği üzere sonra Darko, masanın etrafında elinde içkiyle dönüyor ve her konuğa bir shot ikram ediyor. Bir sonraki kişiye geçmeden önce konuğun onu içmesini bekliyor.
Darko, tişörtünü çıkarmıyor. Bardağını elinden bırakmıyor. Dövmelerini sulamıyor. Asla yalnız değil.
6. ARABALARI ONDA KALDI
Darko’ya nasıl duş alacağının yanı sıra araba kullanmayı da öğretti Billups.
Her zaman kolay olmadı. Özellikle Darko, bir yoldan diğerine düzgün şekilde geçmek konusunda Billups ile tartışıyordu.
“‘Hayır,’ diyordum, ‘Darko, dönmek için yavaşla,'” diyor Billups. “Döndüğü zaman o da aksine hızlanıyor. Bunu yapamayacağını söylüyorum, korkutucu oluyordu.”
Neyse ki Billups ölmedi. Darko, ehliyetini aldı. Kısa süre sonra da güzel bir araba koleksiyonu yapmaya başladı.
Sonraki dokuz sezonda Darko Pistons, Magic, Grizzlies, Knicks, Timberwolves ve Celtics formaları giydi. Ciddi sayıdaki basketbol yöneticisi ve NBA’in garanti kontratlarının mucizeleri sayesinde 52 milyon 323 bin 642 dolar kazandı ve neredeyse her durakta bir araba aldı.
Darko’nun Novi Sad’daki konağının garaj yoluna girince sıra sıra dizili lüks araçları görmemek elde değil.
Orada Minnesota plakalı bir Porsche Panamera var. Şurada New York plakalı bir Range Rover. Köşede Mercedes mi duruyor? Tennessee plakaları da etrafta.
Araçlarda neden hâlâ Amerika plakası olduğu belli değil. Darko, Sırbistan’da aracı kaydettirme konusunun zorunlu olup olmamasıyla ilgili müstehcen ama komik bir şaka yapıyor. Ancak Darko’nun ABD’deki başarısız macerasının izleri de evinin önünde yatıyor.
Neden o arabaları elinde tutuyor? Bir sebebi eski süperyıldız hayat tarzının izlerini taşımak olabilir. Daha büyük ihtimalle, bir diğer sebebi ise bu kadar uzun biri için rahat araçların pek olmayışı olabilir. Ancak bir şey daha var.
Darko, NBA’i çabucak arkasında bıraktı. Pistons şampiyonluk yüzüğünü satıp bağış bile yaptı. Ama arabaları tuttu.
Ford kamyonet, koyu yeşil. Geniş tavan ışıkları ve aracın yan tarafları ise daha açık bir yeşile boyanmış. Darko, aracın artık çalışmadığını çünkü Darko’nun da karıştığı bir kazada bozulduğunu söylüyor. Karanlık bir yol, keskin bir viraj, sis ve hiç görünmeyen bir inek sürüsü neden olmuş kazaya. Ancak inekler dahil kimse yara almamış.
“Birkaç kez tamiri için fiyat aldım ancak böyle Amerikan aracı için ufacık bir tamirin bile binlerce dolar tutacağını söylediler,” diyor Darko. “Beni soymaya çalışıyorlar.
“İhtiyacın var mı?” diye soruyorum. Kafasını sallıyor Darko.
“O zaman neden kurtulmuyorsun bu kamyonetten?”
Kamyonete 20 adım mesafedeyiz. Darko şöyle bir bakış atıyor. “Asla,” diyor. Dönüp bana bakıyor, deliymişim gibi.
7. İFLAS ETMEMİŞ
Darko’nun Novi Sad’daki mülkünün etrafında devasa bir çit var. Üç ana binadan oluşuyor bu mülk. Ev, konuk evi ve kapalı havuz. Ayrıca açık havuz, oyun alanı, basketbol sahası ve bahçe mobilyası ile döşeli bir kapalı alan da bulunuyor. Konuk evindeki yemek odası ya da başka bir deyişle yedek yemek odasında oturacak 18 yer var. Asıl evin bodrumu, Darko’nun av odası. Geyikten musa, ayıya kadar türlü hayvanların gözleri oyuk başları asıl orada.
Konuk evinin arka tarafında içinde squat aletleri, bacak ağırlıkları, spor salonu çalışma aletleri, dumbbell‘lar bulunan bir çalışma odası var. Dışarıda bir şömine bulunuyor. 14 bisiklet, üç tekerlekli bisiklet ve scooter bir duvara dayalı. Tipik bir vestiyer yerine küçük çaplı bir NBA soyunma odası gibi bir alan var ve o alanda Madison Square Garden’da falan sırıtmayacak odacıklar bulunuyor. Ayrıca Knicks forması giydiği dönemde bastığı bir smacın da devasa fotoğrafı var duvarda. Timberwolves döneminde giydiği forma da aynı duvarlarda yerini almış.
Tüm bunları anlatıyorum çünkü Darko’nun 2012’de emekli olduğunu hatırlamakta fayda var. 2009 yılında yapılan bir çalışmaya göre NBA oyuncularının %60’ı emekli olduktan sonraki beş yıl içinde genelde iflas ediyor. Darko ise ABD’deki başarısızlıklarına rağmen hâlâ iyi durumda.
Görünüşte Darko’nun hayatı iyi. Elma bağına yaklaşık 8 milyon dolar yatırdı ve istikrarlı büyüyen bir mali yapıya sahip.
Şu anda 125 dönümlük bir arazisi var ve daha çok arazi satın almak istiyor. Çocukları iyi bir özel okula gidiyor. Zorana, kendi moda düzenini kurdu ve birkaç butik işletiyor. Ayrıca evlerinde temizliğe, bulaşığa ve çocukların bakımına yardımcı olan çalışanları var.
Ancak Darko temkinli. Çocuklarına bu kadar rahat bir hayat sunmak konusunda kararsız. Çünkü onun basketbol mucizesi olduğu günlerdeki hissini çocukların hayat tarzları nedeniyle yaşamasından endişe ediyor: Kibir.
Tam da bu yüzden Darko’nun oğlu Lazar, babasına basketbolu sorduğu zaman Darko dürüst davranıyor. Onlara kahramanlık hikayeleri anlatmıyor. Gerçi çok kahramanlık hikayesi de yok zaten. Bunun yerine Lazar’a en kötü kısımları anlatıyor. Oynamadığı, koçlarıyla tartıştığı, ekstra çalışmalar yapmadığı günleri anlatıyor. Kendi hatalarından, aptallığından bahsediyor. Parasını çarçur etmese de kendi şansını tepmesini anlatıyor.
“Onlara bunları anlatmaktan korkmuyorum,” diyor Darko bir gün. Ancak bazen Lazar’ın duydukları nedeniyle kafası karışıyor.
“Ona ‘Eğer iyi olmak istiyorsan benim yaptığım her şeyi yapma,’ diyorum,” diyor Darko. “‘Neden? diyor o da. ‘Sen benim babamsın.'”
Omuz silkiyor Darko. “Evet babanım,” diyor Lazar’a, “ama baban hata yaptı diye sen de yapmak zorunda değilsin.”
Darko başını sallıyor.
“Yine de anlamıyor işte,” diyor. “Ancak zamanla anlayacak.”