By Lee Jenkins / Çeviri: Aslınur Oyan
Bu yazı ilk olarak Sports Illustrated’da 19 Eylül 2017 tarihinde yayınlanmıştır.
Dwight Howard, Atlanta şehir merkezindeki bir binanın 25. katındaki evinin oturma odasında dışarı bakıyor, güneye işaret ediyor: Buckhead’in ilerisinde, manzaranın ötesinde, Hartsfield-Jackson’ın batı tarafına uzanan göremediği bir yere doğru bakıyor. Birkaç ayda biri oraya, College Park’a gidiyor, Godby Road’un oralarda takılıyor. Bir yangında kül olmadan önce çocukluğunun geçtiği evin bulunduğu yer orası… Orada ilk basket oynadığı günleri, arka bahçedeki kirli paslı sahayı ve çevrede başka hiçbir saha olmadığı için çevre evlerden basketbol oynamaya gelen tüm o çocukları düşünüyor. Sekiz yaşında da olsa ev sahibi olduğu için, ondan büyük çocuklar da dahil, herkes onun kurallarına göre oynamak zorunda olmasını hatırlıyor:
Ayağında, Payless’tan alınmış 10 dolarlık Pro Wings’iyle Küçük Dwight “Küfretmek yok!” diyor ve büyük çocuklar gönülsüzce de olsa kabul ederdi. Yatağının üstünde tahta bir haç ve çerçevelenmiş On Emir ile uyuyor, hem okula gitmeden hem de uyumadan önce mutlaka dua ederdi. Salı günleri İncil okur, Cuma günleri gençlik grubuna katılır ve Pazar günleri kilise duası için East Point’teki Fellowship of Faith cemaatinin kilisesine gider, orada kendi başlattığı bir programla kiliseye “kazandırdığı” diğer gençlerle beraber dua ederdi.
Sonra ailesi, Howard’ı aynı dönemden toplamda 16 öğrencisi olan özel bir okula, bütün çocukların mor kravatlar ve aynı renk kazaklar giymek zorunda olduğu Southwest Atlanta Christian Academy’ye, gönderdi. Cüssesine uygun savunmalar bulmak için başka bir okulun İtfaiyeciler Ligi’nde oynuyor ve bir gün NBA’i meşhur siluetli logosunun üzerine haç eklemeye ikna edeceğini söylüyordu.
Bir Cuma akşamı, Fellowship of Faith’in gençlik grubunun papazı Howard’ı arka odaya, yanına çağırdı. Papaz, kelimelerin üzerine basarak “Senin amacın, basketbolu Tanrı’nın ihtişamını gösterecek bir platform olarak kullanmak.” Evet, plan buydu. 2004 yılında, Magic, Howard’ı 1.sıradan draft ettiğinde, Howard henüz 18 yaşında bir bakir olarak soyunma odasında takım arkadaşlarına Tanrı’nın onunla konuştuğu zamanları anlatıyordu. Steve Francis ve Tony Battie, dindar çaylağı sadece bir kez gittikleri kulübe çağırdılar ve bir daha asla davet etmediler. Onu “kirletmekten” korkuyorlardı. “Bu kadar yeter, bundan sonra aleme yapmana izin vermiyoruz” dedi Battie. 2005’te Howard’ın katıldığı ilk All-Star’da, Denver’da oteldeyken oyuncular parti davetlerini değerlendiriyordu. Birisi çıkıp “Senin İncil okumaktan başka bir şey yapmaya niyetin olmadığını gayet iyi biliyoruz” diye dalga geçti. Howard, işte o an, logonun üzerine haç koydurma fikrinden ulu orta bahsettiğine bin pişman oldu.
Alaya alınmanın ve yalnız bırakılmanın sinirini Magic’in ağırlık salonunda çıkarıyor, çizgi roman kahramanlarını anımsatan dev kas yığınları inşa ediyor ve güçlendiriyordu. Atlanta’dan lise arkadaşlarıyla birlikte yaşıyor ve gecelerini Orlando’daki lüks evlerde, bayıla bayıla okuduğu karikatürlere kahkahalarla gülerek geçiriyordu. Howard halkın gözünde sürekli Kayıp Balık Nemo izleyip en büyük paketleri Skittles’ları ağzına dolduran 2 metrelik bir çocuktu. Ama Howard kitlelere sunulan Pixar kahramanı benzeri koca gülümsemeli “çocuktan” fazlasıydı. “İçine girmek üzere olduğum koca dünyadan herkesin beni koruduğu, küçük bir kutudan geliyordum. Ama nihayet bu dünyaya adım attığım anda yaşanabilecek her şeyi yaşamaya karar verdim” diyor Howard.
Aradan 13 sezon geçti. Howard şimdi o yaşlı papazın adını hatırlamaya çalışıyordu: “Neydi şu adamın adı?” İsim o kadar da önemli değildi aslında, yıllar önce, Fellowship of Faith’teki arka odada yapılan konuşma çok daha önemliydi. O gün hedeflediği şeyi gerçekleştirmiş miydi? Basketbolu, Tanrı’nın ihtişamını göstermek için bir platform olarak kullanmış mıydı? Birkaç saniye sustu. “Evet kullandım” dedi. “Ve hayır, kullanamadım.”