By Matt Moore / Çeviri: Anıl Can Sedef
Bu yazı ilk olarak 13 Aralık 2017 tarihinde CBS Sport’ta yayınlanmış, uyarlanarak çevrilmiştir.
NBA yıldız oyuncular odaklı bir lig olarak görüldüğünden birçok tartışmada koçların ve koçluğun önemi yokmuş gibi davranılır. Tabii o koç hakkında çok konuşulan bir “hikaye” yoksa. Bir koç özel bir itibar kazandığında ise bazen gerçekleri dahi aşan bir nitelik kazandır.
Gregg Popovich örneğin bir playoff serisinde gerçekten karşısındaki koçun karşısında çaresiz kalmıştır. Brad Stevens’ın toplamda iki playoff serisi zaferi bulunuyor. Ve ikisinde de mağlup olma tehlikesi geçirmişti. Steve Kerr düzenli olarak hem taraftar hem medyayı şaşkınlığa uğratan rotasyon tercihleri yapıyor.
Kimse mükemmel değil. Ve çoğu zaman çok yetenekli takımlar koçlarının harika özellikleri olmasıyla övülür. Fakat tersi de bazen gerçekleşiyor: Örneğin Erik Spoelstra yıldızlarla (ve büyük egolarla) dolu bir takımıharika yönetip LeBron James’i 4, Chris Bosh’u 5 numarada kullanmasıyla small-ball çılgınlığının ilk göstergelerini vermesine rağmen çok övülmez. Scott Brooks, OKC’yle dört sezonda üç kez Batı Finali yapmasına rağmen vasat bir koç olarak görülüyor. Wizards’ı lotaryadan toplanmış bir ekipten playoff’a 1 numaradan giren bir takımı yedinci maça götürecek bir ikinci tur takımı yapmasına rağmen hala beğenilmiyor.
Kısacası iş NBA koçluğuna geldiğinde algılarla gerçekler başkadır. Ama bir şey yine de kesin: Popovich, Kerr ve Stevens üçlüsünün kaymak tabakasındaki büyük saygınlık ve itibarlı konumu.
Üçünden hangisinin en iyisi olduğunu bulmaya çalışmak manasız. Popovich net olarak basketbolun en iyi koçu olarak görülüyor. Red Auerbach ve Phil Jackson’la NBA tarihinin en iyi koçu olup olmadığı da büyük bir tartışma. O tarihi üçlünün içinde bile basketbolun modern döneminde en uzun ve istikrarlı şekilde başarıya tutunmuş, üst seviyede senelerdir kalmış olmasıyla dikkat çekiyor. Kerr şimdiden iki şampiyonluğa ve Warriors’ı bir ikinci tur takımından tarihin en iyi basketbol takımları arasına taşıyacak bir zihne sahip. Stevens keskin basketbol zekası, genç yaşına rağmen olgun ve lider kişiliğiyle tüm ligde, yetkililerce ve taraftarlarca övülüyor.
Gelin NBA’in ligdeki en büyük üç basketbol zekası olduğu konusunda hemfikir olduğu üç koça daha yakından bakalım:
Gregg Popovich (Spurs)
- Normal sezon karnesi:1169-515
- Playoff karnesi:166-106
Popovich’in söylenecek şeyler bitmiş gibi geliyor bazen. Bir alanda bu kadar büyük ve uzun bir hakimiyet kurmuş bir adamı nasıl doğru şekilde kelimelere dökebiliriz?
Spurs 1999’dan bu yana her sezon 50 maç kazandı. Bu 19 sezonun 16’sını 55 galibiyetle bitirdi. 20’de 17’ye doğru gidiyor.
1999’dan bu yana Lakers, Warriors ve Celtics’in üçünün birlikte 60 galibiyet temposunda oynadığı toplam sezon sayısı dokuz.
San Antonio’da bu sayı tek başına sekiz.
Ama tabii bunlar sadece sonuç. Popovich için ise asıl mesele süreç ve bu konuda kusursuz gidiyor. Spurs sakatlık raporlarına yazdıkları sebeplerle adeta hepimizle dalga geçiyor. Herkesi dinlendirip yine kazanıyor. NBA’deki bütün diğer takımlardan daha fazla ve güçlü şekilde bir takımın gerçek değerinin içindeki en iyi oyuncunun yansıması olmayabileceğini gösteriyorlar. Kilit oyuncuları olmadan yakaladıkları başarı ve istikrarı göz ardı etmek imkansız ama her nasılsa yeterince konuşulmuyor, sanki bir tür gizemli mucizeymiş gibi geçiştiriliyor.
Gerçekte ise sırları çok açık: Her maça ciddiyet ve disiplinle yaklaşmaları sahada meyvesini veriyor. Burada sadece normal sezondan da söz etmiyorum. Spurs, Rockets’a karşı oynadığı playoff ikinci tur serisinde önce Tony Parker’ı, sonra Kawhi Leonard’ı kaybetti. Ve yine de kazanabildi.
Popovich takımları bunun yanında dikkat çekici şekilde çeşitli ve zengin bir kimlik yelpazesi gösterdi. Takımları dönem dönem dramatik değişmedi ama zaman içinde evrimleşip yenilendi. 2000’lerin ortasında mücadeleye dayalı savunmacı takımlar, 2012-15 arası “Güzel Oyun’un” temsilcisi, top dolaştırma ustası Spurs’e dönüştü. Şimdi yeniden başka bir kimliğe doğru gidiyorlar, LaMarcus Aldridge’in skor gücü ve Kawhi Leonard’ın savunmadaki hakimiyetine güveniyorlar.
Ama Parker’ın direksiyonda olduğu o yıllarda da kötü değildiler tabii ki. 2014 Spurs savunma verimliliğinde üçüncü, oyun hızında 10.’ydu. Bu yıl savunma verimliliğinde üçüncü, oyun hızında 29.’lar. Tam da bu sebeple yanlış yola sapıp sapmadıkları tartışılıyor. Ama Spurs’ün sistemi öğretilen doğru oyunları oynayacak isimlerin sisteme dahil edilmesi, onlara o oyunların tam anlamıyla belletilmesi ve becerilerinin bu sisteme en uygun katkıyı yapacak biçimde geliştirilmesine dayanıyor.
Hiçbir zaman sahada mutsuz bir takım gibi gözükmüyorlar ama Golden State gibi sahada ışık ve neşe de saçmıyorlar. Daha çok işini yapmaya gelmiş bir grup zanaatkara benziyorlar, işlerini keyifle yapıp beraber olmaktan keyif aldıktan sonra başarılarının önemine çok kapılmadan yola devam ediyorlar. İşini ciddiyet ve gururla yapan taş ustaları, marangozlar, esnaflar misali mesaiyi bitirip ailelerine dönüyorlar.
Popovich’in çoğunlukla komik ve inatçı bir biçimde medyayı alaya alan demeçleri ve röportajları da bir performans ya da kritik bir mesaj verme çabası değil. Hatta Koç gelen yıl medyanın yozlaşmış bir düşman olarak görüldüğü politik bir ortamda basına az görülen bir sabır ve nezaketle yaklaştı. Pop sadece zamana ayırmaya değer görmediği şeylere fazla zaman harcamamaya çalışıyor.
Spurs’ün keskinliği ve tasarımı her zaman etkileyici, zaman zaman ise sanatkarane bir nitelik kazanıyor. Disiplin ve devamlılıkları NBA’deki her takım için kendilerine referans almaları gereken bir model olarak görüyor. Ama Popovich de hatalar yapıyor. 2012’de Scott Brooks, 2015’te Doc Rivers, 2016’da Billy Donovan yakın tarihte usta koçtan daha fazla hamleyle parkeye gelen isimler. NBA’de playoff serileri için rakibe göre yapılan değişiklikler manasına gelecek şekilde kullanılan bu “hamleler” sözü artık kullanılmaktan eskimeye yüz tutmak üzere. Ama Popovich kendisi bile bu konuda kullanmaya razı ve ikna olduğu sınırlı sayıda şey olduğunu itiraf ediyor. Sürekli rakibi gafil avlayacak ilginç fikirlerle gelmiyor. Takımını olabilecek en iyi seviyeye çıkaracak biçimde sahaya sürüyor, rotasyonları değiştirip avantaj getirecek ters eşleşmeler arıyor ve iş o son hamlelere geldiğinde işi akışına bırakıyor.
Popovich’in gerçekten kim olduğunu asla bilmeyeceğiz. Anılarını, başarı sıralarını yazmayacak ya da koçluğu bıraktığında derin ve uzun röportajlar vermeyecek. Ama başardığı şeyleri bu kadar uzun süre ve bu kadar açık şekilde başarması bile takımı ve takımlarını büyük yapan şeyleri öğrenmemizi sağladı. Spurs ne yapıyorsa Phil Jackson’ın mistik havası, Kerr’ün havai neşesi olmadan yapıyor. Popovich eğer bir meslektaşına benzetilecekse en çok Bill Russell’la kurduğu ortaklıkla bilinen Red Auerbach’ı andırıyor. İkisi de takımlarını hedefe odaklı tutmak için bilge bir perspektifle ayağı yere basan bir felsefeyle hareket etti. Ve saçmalıklara hiçbir zaman tahammülleri olmadı.
Sporla uğraşan birçok insan miraslarının onları bir kazanan, bir galip olarak hatırlatmasını ister. Popovich’in mirası daha çok şöyle anlatılabilir: O, NBA’de herkesin hayalindeki koç gibi işini yapıyor. “Doğru yöntem” ilk bakışta karmaşık, muğlak bir ifade gibi gelebilir ama zamanla görüldü ki asıl kastedilen şey her şeyden çok bir “Spurs yöntemi” imiş.
Steve Kerr (Warriors)
- Normal sezon karnesi:228-45
- Playoff karnesi:47-15
Büyük bir trajediden geçmiş kronik sırt ağrıları çeken bir adam için Steve Kerr fazlasıyla neşeli bir arkadaş.
Golden State Warriors’dan ve Kerr göreve geldiğinden bu yana geçirdikleri inanılmaz dönüşümden söz etmek istiyorsanız şuttan bahsedebilirsiniz. Ya da savunmadan. Ya da Stephen Curry diyip geçebilirsiniz. Ama benim aklıma gelen kelime, neşe.
Bu bir sır da değil. Hatta bıkkınlık verecek denli çok yazıldı ama Warriors’la diğer herkes arasındaki farkı anlamak için de kilit önem taşıyor. Curry’nin saçmalık seviyesindeki şut menzili? Zaten hep inanılmaz bir şutördü ama onu her şut seçimi “geleneğinden” kurtarıp özgür bırakan Kerr oldu. Warriors’ın pas trafiği? Her oyuncunun sistemin parçası gibi hissetmesi için topu paylaşan bir sistem kuran da Kerr’dü. Oyuncuları mutlu eden şeyi attıkları şut sayısı değil bir şeyin parçası gibi hissetmek olduğunu gösterdi. O mutluluk Warriors’ın savunmada gösterdiği istikrarlı çabayı ateşliyor, özellikle geçiş hücumlarında. Her şey birbirini besliyor.
Kerr’ün başarıları çok açık ama Warriors’ın rakipleri hala kaliteleri karşısında kayboluyor, yetenekleri karşısında gözleri kamaşıyor. Başka hiçbir koçun takımı bir sezonda 73 maç kazanmadı. Başka hiçbir takım hem savunma verimliliğinde hem de oyun temposunda lig birincisi olmadı. Hatta böyle bir kombinasyonun oyuncuların geçiş pozisyonlarını sınırlaması gerekli olduğu için imkansız olduğu düşünülüyordu. Daha önce hiçbir takım final serisine namağlup şekilde ulaşmadı. Ve tabii bir de iki şampiyonluk aldılar, unutmayalım.
Warriors’ın büyüklüğünü Kerr öncesinde de sahip olduğu kaliteyle açıklamak oldukça popüler bir alışkanlık. Ama sebep Curry dediğinizde Curry’nin o gelmeden önce ligin en iyi şutörü olarak görüldüğü gerçeğini göz ardı ediyorsunuz demektir. Kerr’ün ilk yılından ve 2016’daki 73 galibiyetli sezondan sonra tarihin en iyi şutörü olarak görüldü. Sebep çok esnek, değişken oyunculardan kurulu pozisyonsuz bir takım olabilmeleri dediğinizde Kerr’ün fazlasıyla adam değişmeli ve kısalardan kurulu “Ölüm Beşlisi” kadrosunu getiren adam olduğu gerçeğini göz ardı ediyorsunuz demektir.
Evet, bu kadar verimli bir takım kurmak için Curry’den başka kimsenin açamayacağı alanlar, Draymond Green’in her pozisyona uyan yeteneği, Klay Thompson’ın devamlı ve istikrarlı skor tehdidi ve Andre Iguodala’nın üstün oyun zekası gerekliydi. Ama bunların hepsi Kerr’den önce de vardı zaten. Ama her şeyin değişimi Kerr’den sonra oldu.
Bu, Kerr olmasaydı Curry MVP adayı olamazdı ya da Green, Yılın Savunmacısı olamazdı demek değil. Daha çok şu demek: Kerr daha önce ilk turda Clippers’a boyun eğen Warriors’da başka hiç kimsenin ortaya çıkaramadığı bir şeyi ortaya çıkardı. Bir NBA severin ömründe bir kez görebileceği bu oyuncu kombinasyonu, Kevin Durant de dahil olmak üzere, böyle büyük bir takımın oluşumunu açıklamaz. Ama elbette hiçbiri de kenara atılacak cinsten isimler değil.
Playoff’larda Popovich’in sınırlı bir hamle menüsü olsa da onları uygulamaya koymakta çabuk davranır. İronik şekilde Kerr bu yarışta kaplumbağaya benzeyen taraf. Warriors önce oyununu oynayıp adeta yerleşiyor, ne zaman ki tehdit ediliyor o zaman hamleler geliyor. Grizzlies 2015’te Golden State’e adeta bir tokat atarak seriye başlamıştı. Dördüncü maçta Golden State, Tony Allen’ı savunmayı bırakıp ayarlarıyla oynayınca her şey tersine döndü.
Oklahoma City, 2016 playoff’undaki altıncı maçta Warriors’ı uçurumun kenarına getirmişti. Sonra altıncı maçta sahneye… Evet, Klay Thompson çıktı. Ama Kerr’ün kullandığı ince kombinasyonlar da ayağa kalkmalarında etkiliydi.
Kerr’ün tek kötü alışkanlığı garip anlarda garip uzunlar kullanması. Festus Ezeli ve Anderson Varejao’ya takılıp kalmasının bedeli 2016’da Cavs’e karşısında ağır olur. Muhtemelen uzunları izleyenlerin olması gerektiğini düşündüğünden daha çok oynatıyor çünkü kısa beşlerin diğer oyuncular üzerinde yarattığı fiziksel yükü biliyor. Ve 3-1’den gelen o büyük çöküşte takımı belki de NBA tarihinin en büyük mağlubiyetine doğru giderken büyük takımının tek sınırlılığını çözemedi: Açıklanamaz sakarlıkların sonunu getiremedi.
Yine de Kerr’ün son üç sezonda bir tek playoff serisi kaybettiği, sezon sonrası maçlarda +8.3’lük bir net verimlilik puanıyla absürt bir fark yarattığı gerçeği unutulmamalı. Kerr konuşulduğunda çok yetenekli bir takım sahibi olmak sanki bir kabahatmiş gibi davranılıyor ve durum kendisini küçümsemek için bir bahaneye dönüşüyor.
Ama NBA tarihinde böyle bir üç yıl geçiren başka bir koç yok. Ve hepimizin bildiği gibi Warriors’ın dönemi daha yeni başlıyor.