Uyuşturucu Satıcılığından 4 Yılda NBA Yıldızlığına: Steve Francis

22/Mar/18 18:57 Mayıs 16, 2020

Semih Tuna

22/Mar/18 18:57

Eurohoops.net

Steve Francis, 18 yaşında uyuşturucu satıcısıyken 22 yaşında NBA süperyıldızına dönüşmüştü. Eurohoops Çeviri, kendi cümleleriyle Francis’in hikayesini anlatıyor!

by Steve Francis / Çeviri: Yılmazcem Özardıç

Bu yazı ilk olarak 8 Mart 2018 tarihinde The Players’ Tribune’de yayınlanmıştır.

Fotoğraf: Getty Images / Bill Baptist

NBA efsanelerinin B..TAN olmadığını anladığım anı hatırlıyorum.

Adamım Sam Cassell ilk NBA maçımdan önce beni dışarı çıkardı. Houston’da Bucks‘la oynuyorduk ve onun k..ına tekmeyi vuracağımı biliyordum. Ancak Sam Baltimore’ludur, Ben de D.C.’liyim, o yüzden o benim aklıma girip sabah 6’ya kadar beni ayakta tutarak iyilik yaptığını falan kabul ettirmeye çalışıyor, abi tavsiyesi veriyordu. Parti bile yapmıyorduk be! Her şey onun döndürdüğü dolabın bir parçasıydı. Bir gece kulübünde ice tea içiyorduk ve bana NBA’de hayatta kalmam için neler yapmam gerektiğini anlatıyordu.

Bir süre sonra, “Bence gitsem iyi olacak” dedim.

Bana bir vurup, “Yok, yapman gereken buraya oturup sana vereceğim önerileri dinlemek” dedi.

O s…ik beni hipnoz etmişti. Sabah 5 gibi her şey değişti. O andan itibaren bana sonraki gece k..ıma tekmeyi vuracağını söylüyordu. Bir, bir dakika…

“Sana söylüyorum Steve. O yorgun k..ına tekmeyi basacağım. Git dinlen.”

Kulüpten çıktığımızda gün ağarmıştı. Beş saat içinde falan salonda olmam gerekiyordu. Sarhoş bile değildim. Hiçbir şey içmemiştim! Sadece Sam o gece konuşup durmuştu ve ben de kendimi üç gündür hiç uyumamış gibi hissediyordum.

O gece çıkıp 35 sayı attı. O kadar yorgundum ki bayılıp kalacağımı düşündüm. Şimdi hatırlıyorum da, Barkley ve Olajuwon’lu bir takımdaki manyak bir çaylaktım. Molada bana bir b.. değilmişim gibi bakıyorlardı. Rudy T (koç) bana “Bu s…ik için mi 15 adamı Vancouver’a yolladık lan?” dermiş gibi bakıyordu.

13’de 4 falan attım ve kaybettik. Maçtan sonra Sam’in yanına gittim ve bana “Asla unutma, saha dışında arkadaşız, ama saha içinde…” dedi.

Ona bakıp, “S..eyim seni i… herif!” dedim.

Ama sonuçta dersimi almıştım. Şimdi basketbolu biliyordum, değil mi?

Birkaç hafta sonra, Sonics’le oynuyorduk. Ben de büyürken hep Gary Payton’ı kendime örnek almıştım. Seattle uçağına bindik ve Rudy T bilerek Hakeem’i yanıma oturttu. Ne yaptığını biliyordu. Öğrenmemi istiyordu.

Kalkmak üzereydik, büyük kulaklıklarımı takıp Jay-Z dinlemeye başladım.

Hakeem yanımda oturup Kuran okuyordu. Tek kelime etmiyordu.

Bana şöyle bir baktı. Dream’in nasıl olduğunu bilirsiniz. Size bir bakar, çok bilge, süper sakin. Onun ağzından çıkan her söz sanki Tanrı’nın ağzından çıkıyor gibidir.

“Nasılsın, Dream?”

Dream, “Steve” dedi.

“Evet, Dream?” dedim.

“Steve, otobüs şoförü gibi giyinmişsin.”

“Hadi ama, Dream.”

“Ne marka ayakkabı giyiyorsun?”

“Timberland. Hadi ama.”

“Steve, sana yardım edeyim. Benimle birlikte terzime gel, sana 10 takım elbise yaptıralım. Tamamen el işi, senin için. Kaşmir.”

“Hadi be Dream.”

“Kaşmir, Steve.”

“Dream! Ya…”

“Benimle birlikte gel Steve. Benim terzime gel.”