by Baxter Holmes / Çeviri & Düzenleme: Yılmazcem Özardıç
Bu yazıda kaynak olarak 2014’te Boston Globe’da yayınlanan yazı kullanılmıştır.
Marcus Smart Dallas’taki eski mahallesine Ford Mustang’iyle geldikten sonra en son ne zaman buralara geldiğini hatırlamaya çalışıyor. Ama yapamıyor. O kadar uzun süre geçmiş.
“Burası” diyor Smart, “Geri dönmek istemeyeceğiniz bir yer.”
12 yıl önce Marcus, “Lütfen beni buradan kurtarın” diye dua ediyormuş.
Duasını ettiği sırada ise bir çete üyesi arkasından koşuyor ve silahıyla park alanında onu hedef alarak ateş ediyormuş.
“Söz veriyorum” demiş Smart, “Daha iyi olacağım.”
Marcus bugün baktığında o anı hayatının en kötüsü olarak nitelendiriyor.
Bir akrabası bir çocuk maçında silahını çıkarıp ateş açmış ve mermilerden biri 5 yaşındaki başka bir akrabasının kalbine isabet etmiş.
Başka bir akrabası Texas’ta evinin önünde vurularak 16 yaşında hayatını kaybetmiş.
Marcus’un eski takım arkadaşlarından biri Oklahoma’da 17 yaşındayken bir tren kazasında ölmüş.
Bir de Todd Westbrook varmış. Marcus’un en büyük üvey kardeşi. 33 yaşında kansere yenik düşmüş.
Marcus 3 yaşındayken annesi Camellia’nın annesi hayatını kaybetmiş. Cenazeye katılan Smart, “Eğer zorunda değilsem bir daha böyle bir şeye gitmek istemiyorum” demiş.
“Sevdiğiniz, önemsediğiniz biriyi orada görmeyi ve yardımcı olmak için hiçbir şey yapamayacağınızı bilmekten nefret ediyordum” diyor şimdilerde Smart.
“Uyandığım her sabah Tanrı’ya şükür ediyorum” diyor Smart, “Çünkü şu anda rahatlıkla hapiste ya da yer altında olabilirdim.”
Marcus 9 yaşında Lancester’ın 1500 bloğu diye bilinen bölgesine yerleşmiş. 1500 bloğunda çeteler kol gezer, uyuşturucular rahatlıkla satılır ve pek polis sireni duyulmazmış.
“Ben orada yaşıyorken” diyor Marcus, “Eğer Lancaster’ın 1500 bloğundan olduğunuzu birine söylerseniz size ‘Demek orada yaşıyorsun. Biz oraya gelemeyiz. Seninle daha sonra konuşacağız’ diyorlardı.”
Marcus 3 hafta erken doğmuş ancak 1 yaşına geldiğinde annesi Camilia ne kadar büyük olduğunu fark etmiş. Marcus yaşına göre her ne kadar büyük ve iri olarak gözükse de ‘büyük adam’ olması bir anda gerçekleşmiş.
Ve o gün 9 yaşındaymış.
Halası ve kuzeni Marcus’un yanına gözleri yaşlı şekilde gelmiş. Sonunda “Todd…” diye cümleye başlamış.
“Daha sonra ne söyleyeceğini biliyordum” diyor Marcus.
Göz yaşlarına boğulmuş.
“Todd ölüyor” demiş halası, “Doktor beyin ölümünün gerçekleştiğini söyledi. Kalbi hala atıyor ama o artık yok, ve yaşam destek ünitesinden onu çıkarmaya hazırlar.”
Marcus evin altını üstüne getirmiş. Camdan kapıyı kırmış. Bahçede bağırıp durmuş. Komşuları endişeli şekilde ona bakmış. Kuzeni ona sarıldığında “Hayır, bu olamaz!” diye bağırıyormuş.
Todd annesi geceleri çalıştığında Marcus ve kardeşlerine babalık yaparmış. Kardeşlerine nasıl giyinmelerini, nasıl konuşmalarını, nasıl traş olmalarını, nasıl el sıkmalarını ve daha birçok şeyi gösteren kişiymiş.
Her şeyi ona öğreten Todd’un enerjisi kemoterapi yüzünden neredeyse yok olduğunda Marcus onun odasına gidip onunla birlikte televizyon izler, kapının arkasına astığı el yapımı potaya şutu sokması için el yapımı topu Todd’a verirmiş.
15 yaşında gözünün arkasında bir tümör tespit edilen, tedaviden sonra lise son sınıfta geri dönüp takımını eyalet yarı final maçına götüren Todd.
Bir gece kendi kendine hastaneden çıkıp şiş sol gözü kapalı olmasına rağmen 30 sayı atan ve gazeteler tarafından “Geri dönen çocuk” olarak manşetlere çıkarılan Todd.
Kanser Todd’un ciğerleri ve midesine de ilerlemişti. Marcus tedavi olmadığını öğrenince tek isteği olarak Todd’la bir Christmas daha geçirmeyi dilemiş.
Marcus ailesinin tamamını hastanenin bekleme odasında ağlarken görmüş. Tüm koridoru Todd’un odasına girmek için koşarken Camellia onu yakalamış.
“Annem ağlıyor, ben ağlıyorum, Todd’un bedenini orada görüyorum, cansız yatıyor, bir şey yapamıyorum” diyor Smart.
Todd’un ayağına dokunmuş.
“Anne, neden bu kadar soğuk?”
“Çünkü o artık burada değil oğlum.”
Todd’un göğsüne çıkmış. “Uyan! Uyan!” diye onu sallıyormuş.
Bunları anlatırken bir an duraksıyor Smart. Yanaklarına yaşlar süzülüyor. “Üzgünüm” diyor.
“Annem beni tuttu ve ‘Maalesef yapabileceğimiz hiçbir şey yok’ dedi” diyor Smart. Todd’u son kez alnından öpmüş ve odadan çıkmış. Çıkışta büyük abileri Michael ve Jeff onu durdurmuş.
“Tüm aile artık senin sorumluluğunda” demişler, “Artık büyüme zamanın geldi. Biz kendi şanslarımızı mahvettik. Artık sıra sende. Sen son kardeşsin. Annemizin elinde kalan son kişi sensin.”
Marcus Todd’un ölümü sonrası çok sevdiği Amerikan Futbolu’ndan kopmuş ve basketbola yönelmiş. Basketbol stili Todd’a çok benzetiliyormuş.
“Ben her zaman sahada çabayla oynadım” diyor Marcus, “Böyle yetiştirildim. Artık başka bir amaçla da oynuyorum. Sadece kendim için değil, kardeşim, ailem için de oynuyorum. Sahaya çıktığımda elimde avucumda ne varsa veriyorum, çünkü Todd 18 yıl boyunca elinden geleni yaptı ve savaşını kaybetti. Ben kendi savaşımı kaybetmek istemiyorum.”
Smart taş atmayı severmiş. Küçükken bir postacıya attığı taşın ardından postacının polise Marcus’un ne giydiğini anlattığını hatırlıyor. Marcus boxer’ına kadar soyunmuş, tüm caddeyi koşarak geçmiş ve evinde saklanmış.
“Üç gün falan bir yere çıkmadım” diyor.
Marcus taş atmayı seviyormuş. İnsanlara, arabalara, pencerelere, her yere. Eğlenceliymiş. Arkadaşlarıyla en uzak mesafeden en başarılı atışı kimin yapıp yapamayacağına dair yarışmalar yapıyorlarmış.
Abisi Michael taş atmaması gerektiğini ona tembihlemiş. Yanlış insanları gün gelince vurabileceğini söylemiş.
Camellia Todd’un ölümünden sonra Marcus’un değişmeye başladığını söylüyor. Marcus sinirini kontrol edemiyormuş, aldığı zorunlu dersler de buna yardımcı olmuyormuş.
“Bana hepsi aptalca geliyordu” diyor Smart, “10’a kadar saymak benim ne işime yarayacak? Saymam bittikten sonra yine sinirli olacağım.”
Siniri öyle noktalara gelmiş ki okulda bir tartışma sonrası bir çocuğa attığı yumrukları öğretmenleri zor durdurabilmiş.
“Bana onu neredeyse öldürdüğümü söylediler” diyor Smart.
Okuldan atılan ve Texas Alternatif Eğitim Programı’na gönderilen Smart, orayı bir hapishane olarak tanımlıyor. 30 gün sonra çıktığında ise okuldakilerin ona bir suçlu gibi baktığını söylüyor.
Hayatını değiştiren gece de tam o zamanlarda, bir bahar akşamında yaşanmış.
Arkadaşıyla birlikte taş atmayı sürdüren Marcus, kapüşonlu bir sweatshirt giyen bir adamı ikinci kattan yakın bir mesafeden vurmuş ve bisikletinden düşürmüş.
Marcus ve arkadaşı ‘çak’ yapıp gülüştükten sonra bir daha oraya baktıklarında sadece bisikleti görmüşler. Hemen sonra da onlara doğru yaklaşan ayak seslerini duymuşlar.
Marcus ve arkadaşı balkondan atlayıp kaçarken adam silahını çıkarmış. Ter ve korkuyla dolu vücuduyla birlikte Marcus ve arkadaşı bir binaya saklanmış.
“Hayatım orada bitti sandım” diyor Marcus.
Kapı açıldığında adam Marcus’un kim olduğunu görmüş. Çete üyesi Michael’ın kardeşi Marcus’u tanıyan adam oradan çıkıp gitmiş.
Bir sonraki gün Marcus Michael’la birlikte basketbol oynarken aynı adam gelmiş. Marcus topu bırakıp geri geri gitmeye başladığında Michael bunu neden yaptığından emin değilmiş.
“Küçük kardeşin dün gece bana taş attı” demiş adam, “Neredeyse canı yanıyordu.”
Abisi bir kokain satıcısı ve bağımlısı olan Marcus’un o yola düşmemesini yine abisi Michael sağlamış. Michael ise hayatını aşırı dozda kokainden neredeyse ölene kadar değiştirmemiş.
Annesi bu olayı görünce sonunda Lancester’dan ayrılmayı kafasına koymuş ve Dallas’a yerleşmişler. Ne kadar farklı bir yere gittiklerini evin kapısının açık kalmasıyla anlatıyor.
“Lancaster’da evin kapısını açık bırakamazsınız” diyor Michael, “Eğer bunu yaparsanız manyaksınızdır. Siz koltuğunuzda otururken eve girip eşyalarınızı çalarlar.”