by Utkan Şahin / info@eurohoops.net
“Bana bir masal anlat baba
İçinde bütün oyunlarım
Kurtlar kuzu olsun
Şekerle bal”
Kabul ediyorum, Zalgiris‘in büyük başarısını anlatan bir yazı yazarken masal temasını kullanmak çok orijinal bir fikir değil ama onların bütün sezon boyunca yaptıklarını düşününce, zihnimde sözleri Yavuz Turgul ve Cengiz Onural’a ait, Yeni Türkü’nün o unutulmaz şarkısı “Bana Bir Masal Anlat Baba” çaldı.
Sanki, onların bütün sezon boyunca ortaya koyduğu başarıyla bize hissettirdikleriyle bu şarkıyı dinlerken hissettiklerimiz arasında organik bir bağ var gibi geldi. Bu yüzden de bütün o başarıyı bu şarkının sözleriyle anlatmak istedim.
Kurtlara Karşı Başkaldırış!
Zalgiris, Avrupa basketbolunun hikayesinde her zaman vardı. 1980’lerde Sabonis ile Sovyetler’i domine ederken de, 2013’te borç içerisinde kıvrandıkları zaman da vardılar. Ya da 1999’da Litvanya basketbolunun en güzel hikayelerinden birini yazarak EuroLeague şampiyonu oldukları zaman da…
Hep gözümüzün önündeydiler ama en az onları konuştuk çünkü bu Litvanya ekibi, kurtların karşısındaki kuzu gibiydi. Bir zamanlar onları koruyan çobanları vardı ama sporun doğasına paranın girdiği günden itibaren o çobanlarını da hep kaptırmak zorunda kaldılar.
Basketbolu belki tüm Avrupa’da en çok seven ülkenin takımı olsalar da dünyada büyüyen spor ekonomisiyle mücadele edemediler. Sonuçta 2 milyonluk bir ülkenin 321 bin kişilik şehirden çıkan bir basketbol takımıydılar. Kültürleri ve yetiştirdikleri oyuncular, hep belirli bir noktaya gelmelerine yetti ama geldikleri o nokta onları hiçbir zaman playoff’a bile taşıyamadı.
2013’te ise ekonomik olarak dibe vurdular. Yıllarca Avrupa’nın en iyi liginde mücadele etmeye çalışırken yaptıkları büyük harcamaların karşılığı onlar için büyük oldu. Kulüp o sezon 11 milyon euro zarara batarken oyunculara eski yıllardan ödenmesi gereken 3 milyon euroluk borcu bulunuyordu.
Bu dibe batış ise yukarıya tırmanışın başlangıcı oldu. Bu şekilde Avrupa’yla mücadele edemeyeceklerini anladılar ve farklı bir yola yöneldiler. Avrupa’da pek sık görmediğimiz bir yola.
Avrupa’da basketbol takımları giderlerini büyük ölçüde sponsorluk ve bireysel bağışlarla çözerken Zalgiris kendi özkaynaklarıyla var olabileceği bir ortam yaratmaya çalıştı. Salonları başka organizasyonlara açtılar. Playoff döneminde bile salonda maç olmayan günlerde Buz Hokeyi şampiyonası düzenlendi. Bunun dışında sezon boyunca birçok etkinliğin salonlarında yapılmasını sağladılar.
Tabii sadece bu da değil, taraftarlarının salonu evleri gibi görmeleri için birçok çalışma yaptılar ama bu çalışmaları Türkiye’de yöneticilerin söylediği gibi altı boş planlarla yapmadılar. İnsanların maçlara gelmesi için eğlenceli ortam yaratmaya çalıştılar. “Deneyim biletleri” sattılar ve taraftarlarının Zalgirio Arena’yı evleri gibi görmesini sağladılar.
Sonuç ne mi oldu? 2013’ten beri her sene salona daha fazla seyirci çektiler ve %83.4 doluluk oranı sağlayarak EuroLeague’de salona en fazla taraftar çeken takım oldular.
İşte yıl yıl seyirci ortalaması;
2013-2014: 9.869 ortalama / toplamda 118.433
2014-2015: 10.115 ortalama / toplamda 121.835
2015-2016: 10.999 ortalama / toplamda 131.998
2016-2017: 11.525 ortalama / toplamda 172.886
2017-2018: 13.559 ortalama / toplamda 230.518
Yaptıkları bütün ekonomik çalışmalar sonrası geçen sezon sonunda 2013’te 11 milyon euro olan borçlarını 1.1 milyon euro indirdiler (Bu sezonun raporu henüz açıklanmadı).
Lütfen beni yanlış anlamayın, Zalgiris bu ekonomik planlama sonrasında Avrupa’nın en güçlü basketbol ekonomilerinden birine sahip olmadı. Bu sezon oyuncu ve koç bütçesi en düşük olan 2. takım onlar. Fakat bunu yaparak hem organizasyon sistemini hem de ekonomi sistemlerini bilinçli bir mantığa oturttular. Türkiye’de gibi olmayan paraları harcayıp, “Sonra bir şekilde çözeriz” demediler. Sonuç olarak da saha içerisinde doğru adımları atma şansı elde edecek bir yapı oluştu.
Kış Güneşi: Zalgiris Kaunas
“Baba bir masal anlat bana
İçinde denizle balıklar
Yağmurla kar olsun
Güneşle ay”
Kışı bilirsiniz, bir yanda harika ve eşsiz özellikleri vardır diğer yanda ise kasveti ve ağırlığı…
EuroLeague normal sezonu da aynı böyleydi. Bir yandan 30 hafta boyunca 240 maçta harika şeyler gördük. Beklenmedik sonuçlar ya da beklenmedik performanslarla karşı karşıya kaldık. Diğer yandan ise uzunluğu içerisinde bazen yorulduk. Bayram gününü bekleyen çocuklar gibi bir an önce playoff ve Final Four gelsin istedik.
Zalgiris ise daha başka. Onlar bizim bu sezon kış güneşimiz oldu. Ortaya koydukları basketbol ve mücadeleyle o “büyük kış” boyunca içimizi ısıttılar.
Peki bunu nasıl yaptılar? Her şey ekonomik yapıyla ilgili miydi? Yoksa ortada birbirini kovalayan çember durumu mu vardı?
Ekonomik yapıyı doğru kurgulamanız size başarı garantisi vermez. Aynı zamanda sahanın içerisinde bir vizyonunuz olmalıdır. İşte Zalgiris o vizyonu bize Sarunas Jasikevicius ile verdi.
2015-2016’da sezonun ortasında Saras takımın başına geçtiği günden beri, herkes bugünün bir şekilde geleceğini biliyordu. Çünkü görüyorduk, hissediyorduk. O tarihin en zorlu Top-16 grubunda bile belirli bir oyun planları vardı. Belki maçları kaybettiler, belki iddialı olamadılar ama hep belirli bir plana bağlı kaldılar.
Bir sonraki sezon ise bunu da geliştirdiler. Bir yıl önce ellerinde yeterli yetenek kapasitesi yoktu. Onlar bunu ellerindeki yetenekleri geliştirerek ve Avrupa’da gözden kaçan yetenekleri bularak çözdüler ve özellikle sezonun ikinci yarısında çok iyi basketbol oynayarak (8 galibiyet, 7 yenilgi) sezonu 14 galibiyetle 10. sırada bitirdiler. Hala gelişmeleri gerekiyordu ve onların zamanı bir sonraki sezon geldi.
Yaz onlar için çok iyi başlamadı. Bir yıl önce takımın en önemli oyuncusu olan Leo Westermann’ı CSKA‘ya kaybettiler. Daha sonrasında Royce O’Neale’ı kadrolarına katmalarına rağmen Amerikalı oyuncu, bir anda Utah’tan kontrat bularak NBA yolcusu oldu. Bugün kadrolarında olsa Final Four’daki iddialarını kesinlikle daha da artıracak bir oyuncuydu –
Onlar ise yine aynısını yaptı; ellerindeki yetenekleri geliştirmeye ve Avrupa’da gözden kaçan yetenekleri bulmaya devam etti. Daha önce EuroLeague’de oynamayan Brandon Davies, Aaron White ikilisinin yanında bir türlü beklenen patlamayı yapamayan Vasilije Micic ve Axel Toupane gibi isimleri kadrolarına kattılar.
Bugün bu isimlerin sizlerde olumlu hisler uyandırdığını biliyorum ama transfer oldukları dönemde hepsi soru işaretiydi. Hepsinin oyununda tereddüt edilen noktaları var vardı. Sadece onların da değil, kadroda yer alan diğer oyuncular için de durum böyleydi.
Bu sezon Avrupa’da en önemli çıkışı gösteren Pangos’un oyun motorunda ve karar verici olma noktasında her zaman soru işareti vardı. Üstelik Avrupa’daki daha önce liderlik deneyimleri pek iyi gitmemişti. Saras, onu harika bir ikili oyun yönlendirici ve lider haline getirdi. Keza, bu yaz birçok takımın kadrosuna katmak isteyeceği Ulanovas da öyle. Her zaman verimli bir oyuncuydu ama Saras ile gösterdiği gelişime kadar kimse onun EuroLeague devlerine gidebilecek bir oyuncu gibi düşünmedi. Aksine tüm kariyerini Zalgiris‘de geçirse kimse şaşırmazdı.
Her basketbol takımının sorunları vardır. Yıllardır basketbol izliyorum ve sorunu ya da eksiği olmayan takım henüz görmedim. Bir koçun en önemli görevi de budur zaten, takımlarının eksiklerini kapatmaya çalışmak. Bunu ya oyuncularının eksik yanlarını geliştirerek yaparlar ya da oyun sistemleriyle oyuncularının eksik yönlerini gizlemeye çalışarak. Çok iyi koçlar ise her ikisini birden yapar. Saras da çok iyi bir koç olduğunu göstererek her ikisini birden yaptı.
Bir yandan oyuncularını geliştirdi, diğer yandan ise takım yapısı içerisinde onların problemlerini çözmeye çalıştı ve bunu yaparken modern basketbol ilkelerine göre hareket etmedi. Bugünün basketbolunda oyun giderek dış şuta kayarken Saras, EuroLeague’de en az dış şut deneyen takımı Final Four’a taşıdı. Maç başına sadece 16 dış şut attılar ve 3 maçta 10’dan az üçlük attılar.
Çünkü Saras da modern basketbolda önemli olanın dış şut atmak değil de tempoyu ayarlayan takım olduğunun farkındaydı. Bunu yaparken de tepeden topu sürekli yönlendiren iki ismin ikili oyunlarıyla başlayan ve doğru şutuna giden top yönlendirmesini tercih etti. Onun için üçlük atmak değil, doğru topu kullanmak önemliydi.
Zalgiris, bu sezon “Doğru şut” bulma yüzdesinde %53.4’i yakaladı ve CSKA‘nın ardından (%53.5) ile ligde ikinci sırada yer aldı. Doğru şutu ne kadar ısrarla aradıkları şu meşhur pozisyonda gördük.
— Yiğit Alp Kalkancı (@ryanbroekhoff) 24 Nisan 2018
Önce tepeden Pangos ikili oyun oynuyor, arkasından top dolaştıktan sonra da bu sefer ters taraftan Micic ikili oyun oynuyor. Şu set temposuna bakar mısınız? Bundan daha mükemmel bir hücum olabilir mi? Sonuç olarak da Zalgiris, %54.2 “doğru şut” yüzdesiyle EuroLeague’in en iyi savunması olan Olympiakos’a maç başına 87.2 sayı attı.
Bunu yapmak hiç kolay değildi. Oyuncularını geliştirdi, yapabileceklerine inandırdı ve ortaya harika bir takım çıkardı.
İşte basketbol bu, işte hayat bu!
Saras ve Basketbol
Anlatırken tut elimi
Uykuya dalıp gitsem bile
Bırakıp gitme sakın beni
Bana bir masal anlat baba
İçinde tüm sevdiklerim
İçinde BASKETBOL olsun
Avrupa basketbolu tarihinde birçok büyük oyuncu izledik. Hepsinin eşsiz özellikleri vardı ancak benim için Sarunas Jasikevicius ile Dimitris Diamantidis’in yerleri hep farklı oldu.
Diamantidis’in sürekli doğru adam olmayı başarması, yeteneklerinin önüne her zaman takımını koyması beni her zaman etkilerdi. Saras’ın ise büyüleyici zekası ve adaptasyon yeteneği…
Saras’ın inanılmaz bir kariyeri var. EuroLeague’de şampiyonluğu olan 5 takımda oynadı ve 3 büyük takımla 4 şampiyonluk kazanarak modern EuroLeague’de bu kupayı en çok kazanan isim oldu.
Fakat onu özel yapan bu şampiyonlukları farklı farklı oyun planlarıyla başarmasıydı. Svetislav Pesic’in yarı sahada birden çok yaratıcıya bağlı Barcelona’sı, Pini Gershon’un belki de Avrupa tarihinde oyun hızı en hızlı olan Maccabi’si ve Zeljko Obradovic’in düşük tempoda tepeden ikili oyunlar üzerinden kurgulanmış Panathinaikos’u… Hepsi farklı oyun planlarıyla oynadı ve o hepsinde oyuna kendine has bir şekilde adapte olmayı başardı.
Kariyeri boyunca geçirdiği gelişimi değil “gelişimleri” izlemek büyük bir zevkti şimdilerde ise aynısını oyunculuktan koçluğa geçerken gösterdiği adaptasyonda yaşıyoruz. Üstelik son adaptasyonu hepsinden daha zordu. Biliyorum, herkes onu izlerken kariyeri bittiğinde koç olabileceğini düşünüyordu ama düşünüldüğünden daha zor bir işti bu.
Belki size garip gelecek ama kariyeri boyunca gittiği yerlerde ilk gözden çıkarılan oyuncu oldu. Pesic, Barcelona’da onu istemedi. Obradovic şampiyonluk sonrası istemedi. NBA’de koçlarıyla sorunlar yaşadı. Hatta kariyerinin en iyi yılları olan Maccabi de bile Gershon ile pek çok kriz yaşadı.