by Art Eddy / Çeviri: M. Bahadır Akgün
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı ilk olarak Life of Dad’de yayınlanmış
İster inanın ister inanmayın bir NBA takımına koçluk yapmak ile baba olmak arasında benzerlikler var. En azından bir başantrenör öyle düşünüyor. Geçtiğimiz günlerde Boston Celtics koçu Brad Stevens ile babalık hakkında sohbet etme fırsatım oldu. Butler University’de koçluk yapmaktan Celtics ile profesyonel seviyede koçluk yapmaya geçişin nasıl olduğu ile ilgili de konuştuk.
NCAA March Madness Tournament esnasında koç Stevens’a hayranlık duymaya başladım. Butler döneminde takımını üst üste dört normal sezonda şampiyonluğa taşıdı, üç kez de lig turnuvası şampiyonu oldu ve altı kez playofflarda mücadele ettiler. Butler ve Horizon League tarihinde iki en yüksek galibiyet toplamına sahip ve okul tarihinde bir takımı NCAA Division I ulusal şampiyonluk maçına çıkaran ilk koç oldu.
NBA’de ise Brad, Celtics ile üst üste dört playoff deneyimi yaşadı.
Brad ve eşi Tracy’nin iki çocukları var: oğulları Brady ve kızları Kinsley.
Art Eddy: Öncelikle Boston Celtics koçu olarak işinden söz edelim. Daha öncesinde Butler University’de kolej seviyesinde koçluk yapıyordun. Kolejden NBA’e geçiş nasıl oldu?
Brad Stevens: Birçok açıdan gerçekten zorlu oldu çünkü 82 maçlık takvim ve koleje oranla farklı nüanslar nedeniyle çok daha farklı bir oyun oynanıyor. Birçok farklılık var. Geçiş sürecinde hızla öğrenmek ve mümkün olduğunca çabuk uyum sağlamak zorundasınız.
Benim gibi bir yerde 13 yıl geçirdiğiniz zaman o yerin iyisini kötüsünü gerçekten iyi biliyorsunuz. Ne zaman işleri düzeltmeniz gerektiğini biliyorsunuz. Aldığınız oyuncularda ne aradığınızı biliyorsunuz. Bir anlamda her oyuncunun gelişim olasılığını biliyorsunuz. İkisi arasındaki en büyük fark muhtemelen şu: Kolejde oyuncu alırken gerçekten şanslı değilseniz çok iyi bir oyuncuysa yanınızdan erken ayrılıyor. Bu oyunculara dört yıl boyunca sahip olacaksınız. Ondan önce ise 1-2 yıllığına kurulmuş bir ilişkiniz olacak. Bu oyunculara koçluk yaptığınız sürece onları tanıyorsunuz.
Sonra onlarla beş ya da altıncı yılın sonunda gerçekten bir ilişki kurulmuş oluyor. Uyumunuzu çok kolaylaştıran harika bir anlayış geliştiriyorsunuz. Profesyonel sporda ise bu biraz daha farklı. Çarşamba günü takımınıza biri geliyor, Perşembe günü onu oynatmanız gerekiyor. Akış halindeyken biraz daha uyum sağlamanız gerekiyor. Her maçta dev bir zorluk var. Harika koçlar var ve tabii ki dünyanın en iyi oyuncuları da burada. Sizi bekleyen bu zorluk nedeniyle her maça hazırlanmak ayrı keyif.
AE: Boston, ülkemizde en sevilen spor şehirlerinden biri. Buradaki taraftarlar duygularını çok derin yaşıyor. Boston’da koçluk yapmak nasıl bir his?
BS: Genel anlamda koç olmak ile ilgili zor şeylerden biri de benim bir basketbolsever olarak büyümüş olmam. Ben bu oyunun içinde büyüdüm. Ben bir basketbolseverdim. Indiana’da etrafımdaki takımların taraftarıydım. Etkilendiğim tüm oyuncuların hayranıydım. Yani işe koç olarak başladığınız zaman o hislerin bir kısmı sizden alınıyor. Mevcut görevinize odaklanmalı ve o ana göre yaşamalısınız.
Bazen büyük bir galibiyet alınca onun getireceği zorluklar olacağını biliyorsunuz. Büyük bir mağlubiyet alınca gözüktüğü kadar kötü olmadığını biliyorsunuz. Gösterildiği ya da gösterileceği kadar kötü olmayabilir. Sıradaki şeye bakıp yolunuza devam etmelisiniz. Mümkün olduğunca ifadesiz kalmalısınız hatta. Ama ben taraftarlığa bayılıyordum. Müthiş bir şeydi. Bunu anlıyorum. Taraftarların sunduğu tutkudan ötürü heyecan duyuyorum. Bence o tutku TD Garden’da bizi çok taşıdı. Oyuncularımız da o tutkunun farkında ve Boston Celtics‘te oynamanın getirdiği sorumluluğu anlıyorlar.