NBA Tarihinin En Büyük Hayal Kırıklığı Yaratan 10 Süper Takımı

11/Tem/18 15:30 Haziran 21, 2020

Bugra Uzar

11/Tem/18 15:30

Eurohoops.net

NBA’de yıldızlarla odlu bir “Süper Takıma” sahip olmak her zaman şampiyon olacağınız anlamına gelmiyor…

by Buğra Uzar/ buzar@eurohoops.net

NBA’de son yılların en çok konuşulan şeyi yıldızların bir araya gelerek “Süper Takım” oluşturması. Celtics‘in Paul Pierce’ın yanına Kevin Garnett ve Ray Allen’ı getirmesiyle canlanan bu furya, LeBron-Wade-Bosh’tan kurulu muhteşem Miami Heat takımıyla iyiden iyiye hız kazandı ve günümüz Golden State Warriors‘uyla zirve yapmış durumda. Hatta DeMarcus Cousins eklemesini düşündüğümüzde tarihte bir daha kimse böylesine güçlü bir kadro kuramayabilir yanlış bir yorum yapmış olmayız.

Tabii ki yıldızlarla dolu bir kadro kurmak her zaman şampiyon olacağınız anlamına gelmiyor. Geçmişte de birçok büyük yıldızı bir araya getiren ve sezon başlamadan şampiyon ilan edilen  “Süper Takımlar”, beklentilerin tam aksine büyük birer hüsrana uğramıştı. Hatta bu başarısız sezonlar o takımların gelecekteki kaderini de oldukça olumsuz etkiledi.

Listede yer alan takımlar, birden fazla yıldızı bir araya getirip hayal ettikleri başarıya hiçbir zaman ulaşamamış takımlar. Yani LeBron, Wade ve Bosh’u bir araya getirmesine rağmen şampiyon olamayan Miami Heat ya da 73 galibiyet alarak rekor kırmasına rağmen NBA Finallerinde 3-1’den seri veren Curry’li Thompson’lı Green’li Golden State Warriors listede yer almıyor. Daha fazla vakit kaybetmeyelim! İşte etkileyici kadrolarına rağmen şampiyonluktan çok uzak sezonlar geçiren tarihin en başarısız 10 Süper Takımı:

10- New York Knicks 2012-13

Başlıca Yıldızlar: Carmelo Anthony, Amar’e Stoudemire, Tyson Chandler, Jason Kidd

New York şehri Amerika’nın en büyük şehirlerinden birisi. New York halkının spora tutkusu ise en üst seviyelerde. Buna rağmen New York’un NBA’deki takımı Knicks, tarihinde sadece iki kez (1970 ve 1973) şampiyon olabildi. Kısacası Knicks taraftarlarının şampiyonluk hasreti 50 yılı bulmak üzere. Tabii ki bu süreçte birbirinden önemli yıldızları getirip şampiyonluk için savaştılar ancak makus kaderleri halen değişmiş değil.

Knicks taraftarlarını şampiyonluk için en çok umutlandıran kadrolardan birisi ise 2012-13 sezonunda kurulmuştu. Bu yıldan önce Amar’e’yi kadrosuna katan Knicks, daha sonra onun yanına takas yoluyla Carmelo Anthony’i eklemişti. Bu ikili büyük heyecan uyandırsalar da play-off’larda beklentilerden uzak bir görüntü çizdikleri için Knicks ekibi kadroyu daha da derinleştirmeye karar verdi ve 2011 yazında serbest oyuncu pazarından Tyson Chandler’ı kadrosuna kattı. Chandler bir önceki sezon Dallas’la şampiyonluk kazanmış ve ligin en iyi savunmacılarından biri olarak dikkat çekmişti. Knicks’in de ihtiyacı tam olarak buydu. Fakat o sezon da işler istendiği gibi gitmedi. Bunun için lokavtı suçlayabilir ve Knicks’in üzerinden sorumluluğu biraz olsun alabiliriz. Sonuçta o yıl Oyuncular Birliği ve takımlar arasındaki anlaşmazlıktan dolayı sezon Aralık’ta başlamış ve birçok oyuncu hazırlıksız yakalanmıştı.

2012 yazında ise Knicks kadrosuna çok önemli bir ekleme yaptı. NBA tarihinin en iyi oyun kurucularından birisi olan Jason Kidd, New York ekibiyle sözleşme imzaladı. Kidd her ne kadar o dönem kariyerinin sonunda olsa da üstün oyun bilgisi ve pas yeteneğinin yanı sıra tecrübesiyle takıma çok şeyler katabilecek bir oyuncuydu. Knicks’in elinde tecrübeli Kidd’le birlikte artık ligin en iyi skorerlerinden ikisi olan Carmelo ve Amar’e ve en iyi savunmacı Tyson Chandler vardı. Üstelik J.R. Smith, Raymond Felton ve Iman Shumpert gibi kritik yan parçalar da cabası… Ancak Amar’e’nin dizindeki sakatlıklar dolayısıyla sezonun büyük kısmını kaçırdığını ve oynadığı dönemde de eski günlerinden çok uzak bir görüntü çizdiğini hatırlatmakta fayda var.

NBA’in en büyük şehirlerinden birinde böyle bir kadronun kurulması da beklentileri tavana çıkartmıştı. Knicks sezona 6-0’la fırtına gibi bir başlangıç yapınca tüm Knicks taraftarları kendilerini şampiyon ilan etmişti bile! Aralık ayında Amar’e’nin de katılmasıyla daha tehditkar bir takıma dönüşen Knicks, Carmelo’nun kariyerindeki en iyi sezonlarından biri önderliğinde ligi domine etmeyi sürdürüyordu. 1999-00 sezonundan bu yana ilk kez 50 galibiyet barajını aşan Knicks, sezonu 54-28’le Doğu’da ikinci sırada tamamlamıştı.

Play-off’lardaki ilk rakip eski günlerinden uzak olan Boston Celtics‘ti. Savunmaların konuştuğu ve oldukça sert geçen bir seri sonrasında rakibini 4-2’yle saf dışı bırakan Knicks, şampiyonluk için artık daha umutluydu. Ancak ikinci turda ise kabusu yaşadılar. Paul George’un sürüklediği Pacers, neredeyse tüm parçalarından çok kritik katkılar alarak Knicks’e adeta takım olma dersi verdi. Carmelo dışında ayakta kalacak isim bulmakta zorlanan Knicks, henüz ilk maçta saha avantajını kaybetti ve bir daha da geri alamadı. Knicks 6 maç sonunda evine dönerken şampiyonluk hayalleri de yerini bir kez daha hayal kırıklığına bırakmıştı.

Kısa süre içerisinde bu süper takım kadrosundaki herkesi gönderen Knicks, o günden bu yana play-off’lara giremedi. Şimdilerde ise Knicks taraftarları bir kez daha ümitli. Bu kez şampiyonluk için değil ancak iyi bir çekirdeğin kurulduğunun farkındalar. Kristaps Porzingis gibi eşsiz bir yeteneğe sahipler ve onun yanına bana göre bu draftın en büyük “steal’larından” biri olan Kevin Knox’u eklemeyi başardılar. Porzingis ve ekibi bu şehrin kötü kaderini değiştirebilecek mi? Göreceğiz…

9- Oklahoma City Thunder 2017-18

Başlıca Yıldızlar: Russell Westbrook, Paul George, Carmelo Anthony , Steven Adams

Kevin Durant’in beklenmedik vedasının ardından büyük bir sarsıntı geçiren Thunder, girdiği bu kabustan 2017 yazında çıkmaya karar verdi ve önemli hamlelere imza attı. Önce Pacers‘ta mutsuz olan Paul George’u takas yoluyla kadrosuna katan Thunder, sezonun başlamasına kısa bir süre kala bu kez Knicks‘ten Carmelo Anthony’i takasladı. Hali hazırda Russell Westbrook ve Steven Adams’a sahip olan Thunder, böylece kendi süper takımını kurmuş oldu. Thunder’ın hedefiyse eski dost taze düşman Durant’in Warriors‘unu yıkarak şampiyonluğa yürümekti.Sonuçta NBA’in son MVP’si, en iyi iki yönlü oyuncularından birisi ve her ne kadar eski günlerinden uzak olsa da en iyi skorerlerinden birisi bir araya gelmişti. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı.

Westbrook’un dominant karakterinin yanı sıra Carmelo’nun da takım için kendini geri plana atmayı bir türlü kabullenememesi Thunder’ın bir türlü kimya tutturamamasına sebep oldu. Oklahoma bir türlü bekleneni veremezken uzun bir süre de %50 galibiyet yüzdesinin altında kalarak hayal kırıklığı yarattı. Sezon ortasına doğru George’un biraz daha ağırlığını koyması ve Westbrook’un MVP sezonuna benzer bir performans sergilemesiyle toparlayan Thunder, yeni yılla birlikte art arda galibiyet serileri yakaladı. Bu sırada takımın kilit isimlerinden biri olan Andre Roberson’ın sakatlanarak sezonu kapatması ise Thunder’ı olumsuz etkiledi.

Sezonu 48-34’lük derecesiyle Batı Konferansı’nda dördüncü sırada tamamlayan Oklahoma ekibinin play-off’lardaki rakibi ise genç Utah Jazz‘di. Hayal kırıklığının dozajı da bu seriyle birlikte arttı. Genç Donovan Mitchell’ın sürüklediği Jazz, Thunder’a adeta gerçek bir takımın nasıl olacağının dersini verdi ve rakibini 4-2’yle saf dışı bırakmayı bildi. Thunder, şampiyonlukla yola çıkılan yolda sezonu ilk turda tamamlamasının yanı sıra saha içindeki uyumsuzluğuyla da hafızalarda kötü bir yer edindi. Şu anda takımın tamamını tutan Thunder, Carmelo’nunsa sözleşemesini feshetmek için görüşüyor. Sorun sadece Melo muydu? Bunun cevabını bu sezon alacağız gibi duruyor!

 

8- Sacramento Kings 2001-02

Başlıca Yıldızları: Chris Webber, Peja Stojakovic, Mike Bibby, Vlade Divac

Aslında Sacramento Kings örneğine daha geniş bir çerçevede bakmakta fayda var çünkü hayalkırıklığı sadece bir seneyle sınırlı değil. Uzun süreler kötü sezonlar geçirmelerinin ardından 1998 yılında Chris Webber’ı takasla kadrosuna katan Sacramento Kings, sonunda çıkışa geçmeyi de bildi. 1999-00 sezonunda play-off’lara kalan Kings, ilk turda o sezonu şampiyon olarak tamamlayacak Lakers‘ı 5. ve son maça kadar zorlasa da rakibine boyun eğdi. Ancak Webber önderliğindeki bu takımın umut vaat ettiği çok açıktı.

2000-01 sezonunda drafttan Hidayet Türkoğlu’nu da kadrosuna katan Kings’ten beklentiler artmıştı. Nitekim sezonu 55-27’lik dereceyle tamamlayan Sacramento, play-off’lara da üçüncü sıradan girmiş ve ilk turdaki rakibi Suns‘ın işini dört maçta bitirmişti. Konferans yarı finalindeki rakipse bir kez daha Lakers‘tı. Shaq ve Kobe’nin sürüklediği Lakers, NBA tarihinin en iyi play-off performanslarından birini göstererek şampiyonluğa uzanmadan önce Kings’i de 4-0’la süpürerek evine yollamıştı.

2001 yazında ise Lakers’ı devirmeyi ve şampiyonluğa uzanmayı kafaya koyan Kings, kadrosuna Mike Bibby’i katmıştı. Bibby, ligin en iyi uzunlarından biri olan Chris Webber, en iyi şutörlerden biri olan Peja Stojakovic, her takımda olması gereken tecrübeli Vlade Divac ve takımın en iyi savunmacısı olan Doug Christie ile birlikte korkutucu bir süper takım oluşturmuştu. Üstelik benchte de Hidayet Türkoğlu ve Bobby Jackson gibi maçların kaderini değiştirebilecek oyunculara sahiplerdi. Kısacası Sacramento’da beklentiler tavan yapmıştı.

Sezon başında Chris Webber’ın sakatlığı nedeniyle 20 maç kaçırması da Kings’e dur diyemedi ve muhteşem bir basketbol ortaya koyan Sacramento ekibi sezonu 61-21’le Batı Konferansında birinci sırada tamamladı. Webber ve Divac’ın pozisyonlarına göre muhteşem pasörler olması, diğer oyuncuların da yüksek tempoyu sevmesiyle Sacramento hem durdurulamaz hem de göze çok hoş gelen bir basketbol oynuyordu. Herkes Lakers hanedanlığının Kings tarafından yıkılacağına emindi.

Kings, play-off’ların ilk turunda neredeyse hiç zorlanmadı. Önce Utah Jazz‘ı sonra da Dallas Mavericks‘i sadece birer maç vererek geçtiler ve konferans finalinde ezeli rakipleri Lakers’ın karşısına dikildiler. Serinin dördüncü maçına 2-1 önde gelen Kings, maçın son saniyelerinde de 2 sayı öndeydi ancak Robert Horry’nin efsanevi şutuyla büyük bir fırsattan oldular. Takımlar sonraki iki maçta birer galibiyet alınca seri 7.maça uzadı. Sacramento’nun evi Arco Arena’daki inanılmaz atmosfere rağmen çok basit hatalar yapan ve serbest atışlarda büyük sorun yaşayan Kings, rakibine uzatmada teslim oldu ve bir kez daha şampiyonluk için mücadele veremeden sezonu noktaladı.

Kings bir daha hiçbir sezon şampiyonluğa bu kadar yaklaşamadı ve zamanla takımı dağıttı. Ancak o dönemki Sacramento takımının oynadığı basketbolla bir şampiyonluk kazanamaması büyük bir hayalkırıklığı olsa da Shaq ve Kobe’li Lakers’ın en dominant zamanlarına denk gelmiş olmaları da bu durumu biraz daha makul kılıyor.


(FOTO: SLAM)

7- Orlando Magic 1994-95

Başlıca Yıldızlar: Shaquille O’Neal, Penny Hardaway, Horace Grant

Orlando Magic‘in 1995 yılında yaşadığı hayal kırıklığını anlatmak için de hikayeyi biraz geriden almak gerekiyor. Orlando’da bir NBA takımı kurulması fikri belki de o dönemlerin en ilginç fikirlerinden birisiydi. Disney World’le bilinen bu şehrin NBA’de çok bir etki yapması beklenmiyordu. Nitekim öyle de oldu. Yıllarca ligin en kötü takımlarından birisi olan Magic, ciddi bir NBA takımından çok rakiplere yoğun fikstürde bir rahatlama sağlayan eğlence takımına benziyordu. Orlando’nun makus talihinden kurtulduğu yıl 1992 yılının yazı oldu.

O yıl yapılan draft kurasında birinci sıra seçimi hakkını elde eden Magic oldukça mutluydu. Çünkü oynadığı yıllarda lise ve üniversite basketbolunu kasıp kavuran Shaquille O’Neal adındaki dev pivot drafta giriyordu. Orlando yönetiminin düşünmeye ihtiyacı yoktu. Shaq büyük bir arabanın tepesinden kafasındaki Mickey Mouse kulakları ve dev gülümsemesiyle şehri selamladığında Magic organizasyonu her şeyin daha iyi olacağından emindi. Nitekim öyle de oldu. Önceki sezona kıyasla 20 galibiyet alan Magic, play-off’u tie break’le kaçırsa da mutluydu. 1993 draftının birinci sıra seçim hakkı da onlardaydı. Magic ilk sıradan Chris Webber’ı seçse de Shaq’ın büyük baskısı sonucu Webber’ı o akşam yapılan bir hamleyle aynı draftın üçüncü sırasından seçilen Penny Hardaway’le takasladı. Böylece büyük ikili kurulmuştu. Üstelik yanlarında Nick Anderson, Dennis Scott gibi çok değerli görev adamları da vardı. Orlando o sezon 50 galibiyet barajını aşsa da play-off’larda tecrübeli Indiana Pacers‘a süpürülmekten kurtulamadı.

Orlando yönetimi 1994 yazında çok kritik bir hamle yaptı ve Jordan önderliğinde üst üste şampiyonluklar kazanan Bulls‘un en önemli parçalarından Horace Grant’i kadrosuna kattı. Grant’in tecrübesi, sertliği ve bir şampiyonluğu nasıl kazanacağına dair yüksek bilgisi genç Orlando Magic‘in tam da aradığı şeydi. Hardaway-Anderson-Scott-Grant-O’Neal beşiyle NBA’in en korkutucu beşlisini kuran Magic, normal sezonda 57 galibiyet alıp konferansını birinci sırada tamamladı. Magic, ilk turda tecrübeli Celtics engelini 3-1’le aşıp Jordan’ın Bulls‘uyla eşleşti. Jordan basketbola verdiği aradan Mart ayında dönmüştü ancak o ve Bulls eski korkutucu görüntüsünde değildi. Nitekim genç ve aç Orlando Magic de bunun farkındaydı. Oldukça çekişmeli geçen sonrası rakibini 6 maçta elemeyi başaran Magic, şampiyonluğa doğru emin adımlarla ilerliyordu. Konferans Finalinde Reggie Miller’ın Pacers‘ıyla eşleşen Orlando ekibi çok zorlansa da rakibini 7.maçta saf dışı bıraktı ve NBA Finaline adını yazdırdı.

Finaldeki rakip ise play-off’lara ancak 6.sıradan girebilen son şampiyon Rockets‘tı. Herkes tecrübeli yıldızı Olajuwon’un olağanüstü play-off performansıyla rakiplerini saf dışı bırakarak finale kadar gelebilen Rox’un Magic’e direnemeyeceğini düşünüyordu. Finallerin ilk maçı ise NBA tarihinin en dramatik olaylarından birine sahne oldu. Bitime 10.5 saniye kala Magic üç sayı öndeydi ve o ana kadar %70’le serbest atış atan takımın en skorer üçüncü ismi Nick Anderson çizgideydi. Anderson 2’de 0 atsa da kader ona bir şans daha verdi ve seken topta kendi ribaundunu alıp bir kez daha çizgiye geldi. Ama yine 2’de 0 atınca Rockets bu kez cezayı kesti ve Kenny Smith’in üçlüğüyle maçı uzatmaya taşıdı. Uzatmada tecrübesiyle galibiyete uzanan Rockets, Magic’in o anın travmasını atlatamamasını iyi değerlendirerek rakibini süpürdü ve bir kez daha şampiyon oldu. Rockets koçu Rudy Tomjanovich de tarihe geçen “Bir şampiyonun yüreğini asla hafife almayın” sözünü bu şampiyonluğun ardından söylemişti.

Magic’in şampiyonluğa bu kadar yaklaşıp kazanamamasının etkileri ise çok büyük oldu. Shaq ve Penny arasındaki ego savaşları gittikçe şiddetlendi. Penny’nin aldığı kontratın kendisine verilmemesine sinirlenen Shaq, 96 yazında takımdan ayrıldı ve Lakers‘a gitti. Hardaway ise çok ağır sakatlıklar yaşadı ve eski performansından uzak kaldı. Nick Anderson kaçırdığı 4 serbest atışın yıkımını hiç atlatamadı ve oyununun yanı sıra hayatı da bu olaydan etkilendi. Kısacası NBA’in en dinamik ve en yetenekli süper takımlarından birisi sadece 1 NBA finali oynayıp onda da süpürülerek dağıldı…

6- Indiana Pacers 2004-05

Başlıca Yıldızlar: Jermaine O’Neal, Reggie Miller, Ron Artest, Stephen Jackson

Yıldızlarla dolu Indiana Pacers‘ın yarattığı hayalkırıklığı da bu listedeki tüm takımlar gibi çok büyük olsa da oraya varış yolları belki de en değişik olanı. İçinde NBA tarihinin en büyük kavgasını, bir organizasyonun tarihinin en büyük oyuncusuna buruk vedasını ve birçok başka olayı barındıran eşsiz bir hikaye…

Kulübün efsanesi Reggie Miller’ın kariyerindeki son sezon olacağı açıklanan 2004-05 sezonu başlarken kadrosunda önemli yıldızları barındıran Pacers‘ın finale çıkmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Birçok kişi de Shaq ve Kobe’li kadrosuna Payton ve Malone gibi iki efsaneyi ekleyen Lakers‘a karşı Pacers’ın bir sürpriz yapmasını da bekliyordu. Ancak bu beklentiler iki açıdan da hüsrana uğradı. Hikayenin Lakers kısmına yazımızın ilerleyen bölümlerinde değineceğiz.

Açıkçası Pacers da artık kendi zamanlarının geldiğini düşünüyordu. Üstelik bunu düşünmekte haksız da değillerdi çünkü kadrolarında ligin en iyi uzunlarından birisi olan Jermaine O’Neal, ligin en iyi savunmacısı Ron Artest, lig tarihinin en iyi skorerlerinden birisi olan Reggie Miller ve hem tecrübesi hem de yetenekleriyle ligin o zamanki en önemli isimlerinden birisi olan Stephen Jackson’a sahiplerdi. Bu isimlerin yanında yer alan Jamal Tinsley, Austin Croshere, Dale Davis, Fred Jones gibi kritik yan parçalardan bahsetmiyorum bile…

Pacers lige beklentileri karşılayacak cinsten iyi bir performansla girdikten sonra tüm NBA’in kaderini derinden sarsan o olay gerçekleşti. Kasım ayında Detroit’te oynanan maçın son anlarına girilirken Pacers artık galibiyeti garantilemişti. Artest’in Wallace’a yaptığı çok da sert olmayan bir faulün ardından başlayan gerginlik, Pistons taraftarlarının hakem masasına yatan Artest’e attığı maddelerin ardından doruk noktasına ulaştı. Sonrası ise tam bir kargaşaydı. Taraftarlara saldıran oyuncular, havada uçan biralar, patlamış mısırlar ve sandalyeler, yırtılan formalar… Kısacası NBA tarihinin gördüğü en büyük kavga…

Bu kavganın en büyük cezaları ise taraftarlara saldıran Pacers oyuncularına verildi. Artest aldığı ceza sonucu sezonu kapatırken Stephen Jackson 30 maç, Jermaine O’Neal 25 maç (daha sonra 15 maça düşürüldü) cezaları almıştı. Süper takımının üç üyesini bir anda kaybeden Pacers, bunun şokunu atlatamadan Reggie Miller’ın sakatlığıyla sarsıldı. Kabus giderek kötüleşirken büyük bir yürek koyan Pacers’ın yan parçaları, takımın 44-38’lik derecesiyle 6.sıradan play-off yapmasında başrolü oynadılar.

Pacers, play-off ilk turunda çok zorlansa da O’Neal, Miller ve Jackson önderliğinde Celtics‘i 7 maç sonunda geçmeyi başardı. Yarı finaldeki rakip ise Indiana şehrinin kaderini değiştiren Detroit Pistons‘tı. Pacers 3 maç sonunda 2-1 öne geçip saha avantajını da eline geçirdi ancak sonraki 3 maçı kaybederek sezona noktayı koydu. Reggie Miller 18 yıl boyunca Pacers formasını giydiği kariyerini şampiyonluk yüzüğü olmadan bitirdi.

Indiana yönetimi sonraki Ron Artest başta olmak üzere tüm yıldızlarıyla yollarını ayırdı ve bu süper takım da hayal kırıklığıyla dağılmış oldu. Ancak başta da dediğim gibi bu takımın kaderi diğer tüm takımlarımızdan farklıydı. Eğer o kavga yaşanmasaydı ve bu dört yıldız birlikte oynayabilseydi belki de Pacers bu listede hiç olmayacak, Reggie Miller görkemli kariyerini bir yüzükle tamamlayacak ve Ron Artest de NBA tarihinin en sorunlu oyuncularından biri değil en iyi iki yönlü oyunculardan biri olarak anılacaktı. Kader…

5- Phoenix Suns 2004 – 05

Başlıca Yıldızlar: Steve Nash, Amar’e Stoudemire, Shawn Marion, Joe Johnson

Aslında Suns‘ın bu takımının hayal kırıklığını 2004-05 sezonuyla özdeşleştirmek haksızlık olabilir. Sonuçta yeni kurulan bir süper takımlardı ve beklentileri fazlasıyla aşmışlardı. Ancak gerek Nash-Marion-Amar’e üçlüsünün şampiyonluğa en çok yaklaştıkları yıl olması gerekse o yaz Joe Johnson’ı kaybetmeleri bu sezonu seçmemin başlıca sebepleriydi.

Yaz döneminde Steve Nash’i kadrosuna katan Mike D’Antoni yönetimindeki Phoenix Suns‘ın basketbolun kaderini değiştireceğini çok az kişi düşünmüştür. Ancak kısa beşle oynadıkları yüksek tempolu “Run&Gun” basketbolu şu anda günümüzdeki modern basketbolun temellerini oluşturdu. Yine de bunun yanına somut bir başarı ekleyemediler ve şampiyonluk kupasına uzanamayarak hayal kırıklığı yaratan süper takımlar listemizde kendilerine yer buldular.

Genç ve atletik uzunları Amar’e ve Marion önderliğinde heyecan verici bir takım olan Suns, buna rağmen ligin orta sıralarında yer alan ve şampiyonluk için adı hiç geçmeyen takımlardan birisiydi. Nash hamlesi ise her şeyi değiştirdi. D’Antoni’nin kafasındaki sisteme “cuk” oturan Kanadalı oyun kurucu, takım arkadaşlarını da birkaç gömlek yukarı taşımayı başarınca tüm NBA’in dengesi bir anda değişti. Yüksek tempo, ikili oyunlara dayanan ancak Johnson, Quentin Richardson, Barbosa gibi ölümcül şutörlere alan açan bir sistem… Göz açıp kapayıncaya kadar sayı bulan Suns, rakiplerinin tüm kimyasını bozarken ilk 35 maçında tam 31 galibiyet alarak sezona inanılmaz bir başlangıç yaptı. Sonraki dönemde Nash’in sakatlığı nedeniyle biraz bocalasalar da tekrar ritimlerini bularak sezonu 62-20’lik dereceyle tamamladılar ve ligin zirvesinde yer aldılar. Nash, MVP ödülünün sahibi olurken D’Antoni ligin en iyi koçu, Bryan Colangelo da yılın yöneticisi seçilmişti. Üstelik geçtiğimiz sezona kıyasla tam 33 galibiyet daha fazla almışlardı. Rüya gibi bir sezon!

Suns’ın rüzgarı play-off’larda da kesilmedi. İlk turda Grizzlies‘ı süpüren Suns, artık en güçlü şampiyonluk adaylarından birisi olarak anılıyordu. İkinci turda rakip güçlü Dallas’tı ancak Phoenix onların da gözünün yaşına bakmadı. Nash, eski takımını 6 maç sonunda evine yollarken çetesini konferans finaline taşımayı başardı. Buradaki rakipleri ise Duncan, Parker ve Ginobili’nin sürüklediği bir başka süper takım olan San Antonio Spurs‘tü. Amar’e’nin insanüstü oyununa rağmen Spurs‘ün tecrübesi ve sertliği bu seride ağır basan taraf olmuştu. Evindeki ilk iki maçı kaybeden Suns’ın gardı tamamen düştü ve serinin geri kalanında sadece 1 maç kazanıp 4-1’le sezonu noktaladılar.

Suns bu çekirdekten Johnson’ı kaybetmesine rağmen sonraki yıllarda da NBA’in en iyi takımlarından birisi oldu. Ancak play-off’larda bir türlü konferans finalinden ötesini göremediler. Marion’la başlayan dağılma sürecine sonra Amar’e en son da Nash eklendi ve NBA tarihinin izlemesi en zevkli takımlarından birinin dönemi resmen kapandı. Üstelik hiçbir NBA finali maçında kendilerini test edemediler. Büyük bir hayal kırıklığı… Ama ne demişler: “Hücum size maç kazandırır, savunma ise şampiyonluk…”

4- Houston Rockets 1996-97

Başlıca Yıldızlar: Hakeem Olajuwon, Clyde Drexler, Charles Barkley

Hakeem Olajuwon’un yanına Clyde Drexler’ı ekledikten sonra peş peşe iki sezon şampiyonluk kazanan Houston Rockets, birkaç yıl şampiyonluktan uzak kaldıktan sonra 1996 yazında tüm NBA’in ağzını açık bırakan bir hamle yapmıştı. Phoenix Suns‘tan ayrılmak ve bir NBA şampiyonluğu kazanmak isteyen Charles Barkley, takımını takasa zorluyordu. Bu noktada devreye giren Rockets, Sam Cassell ve Robert Horry merkezli bir paketle tecrübeli yıldızı kadrosuna katmış ve bir süper takım oluşturmuştu. Hakeem Olajuwon, Clyde Drexler ve Charles Barkley…

Her ne kadar bu üç oyuncu o dönem 33 yaşın üstünde olsa da bahsettiğimiz isimler NBA tarihinin en iyi oyuncularından üçü. Hakeem Olajuwon belki de NBA tarihinin en geniş hücum repertuarına sahip pivotuydu ve savunma konusunda da adeta bir uzmandı. Drexler gelmiş geçmiş en atletik isimlerden biri olmasının yanı sıra skor bulma konusuna üstün bir yeteneğe sahipti. Barkley ise pozisyonuna göre kısa boyuna rağmen NBA tarihinin en iyi ribauntçularından birisiydi ve üstelik ribaundu aldıktan sonra tüm sahayı geçerek skor üretebilecek kadar yetenekliydi. Üstelik kaybetmeyi asla kabul etmeyen bir hırs küpüydü.

Üstelik yanlarında Mario Elie, Kevin Willis, Matt Maloney ve Eddie Johnson gibi dönemin en önemli rol oyuncuları vardı. Dolayısıyla beklentiler otomatik olarak tavan yapmıştı. Rockets da sezona bu beklentileri karşılayacak cinsten iyi oynayarak ve ilk 23 maçının 21’ini kazanarak girdi. Barkley sakatlıkları sebebiyle sadece 53 maç oynasa da 19.2 sayı ve 13.5 ribauntluk ortalamalarıyla kalitesini göstermişti. Keza Drexler de 62 maç oynasa da 18 sayı, 6 ribaunt ve 5.7 asist ortalamaları yakalamıştı. Takımı sürükleyen isim ise 78 maçta 23.2 sayı, 9.2 ribaunt, 3 asist ve 2.2 blok ortalamaları tutturarak hala ligin en iyi uzunlarından birisi olduğunu gösteren Hakeem Olajuwon’du.

Rockets, büyük üçlüsü sayesinde sezonu 57-25’lik bir derece yakalayarak tamamladı ve Batı Konferansında üçüncü sırada yer aldı. İlk turdaki rakip genç Kevin Garnett ve Stephon Marbury’nin sürüklediği Timberwolves‘tu. Rockets tecrübesi ve başta Elie ve Maloney olmak üzere yan parçalarından gelen önemli katkı sayesinde rakibini 3-0’la süpürdü. İkinci turdaki rakip ise Gary Payton ve Shawn Kemp önderliğindeki Seattle Supersonics’ti. Rockets, bir kez daha büyük üçlüsüne rol oyuncularının verdiği destek sayesinde rakibini 6 maçta geçmeyi başardı ve konferans finaline kaldı.

Buradaki rakip Karl Malone ve John Stockton önderliğinde şampiyonluk hedefleyen Utah Jazz‘di. Serinin ilk dört maçının ardından skor 2-2 olsa da kalan 2 maçta Karl Malone’dan çok iyi katkı alan Jazz, Rockets’ın yan parçalarını da kilitleyince seriyi 4-2 ile noktaladı. Olajuwon, Drexler ve Barkley ilerlemiş yaşlarına ve sakatlık problemlerine rağmen ellerinden gelenin en iyisini yaptılar ve büyük takdir topladılar. Ancak bu takdir ne onlara şampiyonluk getirdi ne de NBA finali.

Rockets sonraki sezonda büyük sakatlık problemleri yaşadı ve beklentilerden çok uzak bir sezon geçirdi. Daha sonra emekli olan Drexler’ın yerine Scottie Pippen’ı getirip bir başak süper takım oluştursalar da sakatlıklar bir türlü peşlerini bırakmadı ve şampiyonluk göremeden hayal kırıklıklarıyla dolu sezonlar geçirdiler. Rockets, 96-97 yılından sonra ilk kez geçtiğimiz sezon konferans finaline çıkabildi ancak hala şampiyonluk yaşayabilmiş değiller. Tüm Rockets taraftarları bu durumun en kısa süre içerisinde James Harden ve Chris Paul merkezli süper takımla çözülmesini ümit ediyor.

3- Los Angeles Lakers 2012-13

Başlıca Yıldızlar: Kobe Bryant, Dwight Howard, Pau Gasol, Steve Nash

Los Angeles Lakers NBA tarihinin en başarılı takımı. Belki şampiyonluk sayısında Boston Celtics‘in gerisindeler ancak neredeyse ligde yer aldıkları her sezon adları şampiyonluk adayları arasında yer aldı. Nitekim üst üste iki kez şampiyon olmalarının ardından iki sezon beklentileri karşılayamamaları onların sabırlarının dolması için yeterliydi.

GM Mitch Kupchak o yaz hali hazırda Kobe Bryant, Pau Gasol ve Ron Artest’in olduğu takıma önemli yıldızları katmak için kollarını sıvadı ve önce üçlü bir takas sonucu Dwight Howard’ı, ardından da sign&trade sonrası Steve Nash’i kadrolarına eklediler. Böylece NBA tarihinin gelmiş geçmiş en iyi oyuncularından birisi olan Kobe Bryant, ligin o dönemki en iyi iki uzunu Pau Gasol ve Dwight Howard ve ilerlemiş yaşına rağmen muhteşem bir oyun kurucu olan Steve Nash yan yana oynayabilecekti. Üstelik bu isimlerin yanında Ron Artest, Antawn Jamison, Steve Blake, Jodie Meeks ve Jordan Hill gibi önemli rol oyuncuları da yer alıyordu. Lakers sezon başlamadan şampiyon ilan edilmişti bile. Sonuçta bu kadar yıldızın olduğu bir takımda işler ne kadar ters gidebilirdi ki?

Lakers taraftarları ve hatta bütün basketbol dünyası bu sorunun yanıtını gördüğünde ise şok olacaktı. Steve Nash sezonun henüz başında ayağını kırmış ve sezona yapılan 1-4’lük başlangıcın ardından koç Mike Brown yerini Mike D’Antoni’ye bırakmak zorunda kalmıştı. Sakatlık belası Lakers’ın üstünden bir türlü kalkmadı. Dwight Howard belinden ve omzundan, Kobe Bryant dizlerinden, Pau Gasol ayağından ciddi sakatlıklar yaşamış ve önemli süreler forma giyememişlerdi. Takım D’Antoni’nin sistemine adapte olmakta ciddi zorluklar yaşıyordu ve tüm bunların yanına Kobe ve Howard’ın saha dışında yaşadığı sorunlar da eklenmişti. Kısacası Lakers için kabus büyüyordu.

All-Star arasına kadar play-off potasının dışında yer alan Lakers, bu noktadan sonra Kobe Bryant’ın insanüstü oyunu sayesinde toparlanmıştı. Kobe çoğu zaman çıkmadan sahada kalırken birbiri ardına inanılmaz performanslar sergiliyordu. Dwight da özellikle savunma kısmında kendine gelmiş ve burayı rakiplere dar etmeye başlamıştı. Gasol, Nash, Artest ve Blake’in de takıma katılmasıyla iyice kendine gelen Lakers, kendisini play-off’lara doğru atmak üzereydi ki tabiri caizse dünyaları başlarına yıkıldı. Takımın yıldızı Kobe Bryant, normal sezonun bitimine üç maç kala Warriors karşısında aşil tendonu koparttı ve sezonu kapattı. Efsanevi oyuncu belki de kariyerindeki son maça çıkmıştı…

Bu büyük yıkımın ardından Lakers’ın sezonu moral olarak bitmişti. Lakers son iki maçını kazanıp play-off’lara girse de neredeyse tüm yıldızlarını bir kez daha sakatlığa kurban verdi. Darius Morris ve Andrew Goudelock gibi NBA’de neredeyse hiç etki yaratamamış isimlerin 40 dakikaya yakın süre bulduğu Lakers, ilk turda Spurs‘e 4-0’la elendi ve sezonu noktaladı. Şampiyonluk hedefiyle başlayan sezonda ters gidebilecek her şey ters gitmiş ve hayal kırıklıklarının en büyükleri yaşanmıştı.

Kobe Bryant bu büyük sakatlıktan geri dönmeyi başarsa da bir daha asla eskisi gibi olmadı ve ligdeki 20.yılının ardından kariyerini noktaladı. Bir başka sakat isim Steve Nash ise bir daha neredeyse hiç forma giymedi. Lakers o yaz serbest kalan Dwight Howard’ı Rockets‘a kaptırdı, Pau Gasol ise bir yıl sonra serbest kalarak Chicago Bulls‘un yolunu tuttu. Lakers o günden bu yana bir daha play-off yüzü göremedi ancak LeBron James ve genç yıldızlar önderliğinde bu sezon bu durumun değişeceği neredeyse kesin!