by Utkan Şahin / info@eurohoops.net
Avrupa basketbolunun Final Four, geleneği oldukça tartışılır. Birçok basketbolsever, NBA’deki gibi şampiyonun playoff sonucunda ortaya çıkmasını ister. Bazıları da bu sistemin haksızlığından bahseder. Fakat ne olursa olsun, bir gerçek var ki, o da Final Four’un sürprizlere açık olduğu…
Bize inanmıyorsanız, EuroLeague tarihine bakın! Modern EuroLeague’de Final Four’un yapıldığı ilk tarih olan 2001’den bu yana favori takımların pek çoğu sezonu hüsran ile kapatmak zorunda kaldı.
Ancak bugün herhangi bir favori takımının hüsrana uğramasına bakmayacağız. Daha da yukarı çıkacağız ve EuroLeague tarihinde süper kadroların uğradığı hüsranları karşına getireceğiz.
Bu takımlar yıldızlarıyla, koçlarıyla o sezon şampiyon olmasına kesin gözüyle bakılmalarına rağmen beklenmedik bir şekilde şampiyon olamayan takımlar olacak.
Hazırsanız, başlayalım!
Not: Sadece modern EuroLeague dönemi ele alınmıştır.
Kinder Bologna – 2002
- Son şampiyon unvanı
- Final Four’un ev sahibi
- Tarihin en iyi kadrosu
- Avrupa tarihin en iyi koçlarından biri
Bütün bunlara sahip bir takımın hiç zorlanmadan şampiyon olması beklenir ama 2002’de İtalya’da işler hiç beklendiği gibi gitmedi.
Bir dönem Avrupa basketbolunda zirveyi İtalyanlar kaplarken o parıltılı dönemin son ekibi Virtus Bologna’ydı. – 2004’teki Bologna bile bu kadar güçlü değildi – Nasıl olsun? Koç olarak Avrupa tarihinin en iyi isimlerinden Ettore Messina takımın başındaydı. Kadronun lideri ise o zaman NBA’e gitmeyen Manu Ginobilli’ydi. Üstelik kadroda Marko Jaric, Antoine Rigaudeau, Rashard Griffith, Matjaz Smodis, Sani Becerovic gibi yıldızlar vardı. David Andersen, Antonio Granger gibi isimler ise henüz Avrupa kariyerlerinin başlarındaydılar.
EuroLeague’in ilk yılında playoff’lu sistemde Baskonia‘yı 3-2 ile geçerek şampiyon olan Kinder Bologna, haliyle 2001-2002 yılınında en büyük şampiyonluk adayıydı. Önceki yıl ligde mücadele etmeyen Maccabi, Panathinaikos, Efes, CSKA Moskova gibi güçlü takımlar bu sefer EuroLeague’deydi ama kimse Bologna’nın kendi evinde düzenlendiği Final Four’u kaybetmesini beklemiyordu.
Sadece dört maç kaybederek Final Four’a gelen Bologna, yarı finalde Mike D’Antoni’nin Benetton’ını son çeyrekte geçerek finale çıktı. Finalde ise rakipleri Panathinaikos‘tu. Obradovic‘in takımı bir yıl önce SuproLeague’de Gershon’un Maccabi‘sine finalde kaybetmişti. Evet, takımın önemli oyuncuları vardı ama sezon boyunca ligdeki performanslarından dolayı çok eleştirilmişti. Finalde de mutlak favori bu yüzden Bologna’ydı. Fakat, Obradovic ile Messina arasındaki büyük rekabette her zaman olduğu gibi kazanan Sırp koç oldu.
Bologna, maça çok iyi başlayıp ilk yarıda 14 sayı öne geçse de Bodiroga önderliğinde geri dönen Panathinaikos, kimsenin beklemediğini başardı. Yunan ekibi, ikinci yarıda Bologna’yı 35 sayıda tutarken hücumda da Bodiroga’ya yardımcı olacak İbrahim’ı bulunca geriden gelip maçı kazandı.
Tarihin en iyi takımı olarak lanse edilen Bologna ise üst üstte 2 kez şampiyon olma şansını kaçırırken bu darbe İtalyanların döneminin de sona erdiğini gösterdi.
Panathinaikos – 2008
EuroLeague tarihinin en iyi guardları deyince ilk beşte Sarunas Jasikevicius, Vassilis Spanoulis ve Dimitris Diamantidis’i saysak hangimiz şikayet edebiliriz ki? 2007-2008 Panathinaikos işte bu üç büyük oyuncuya birden sahipti ve playoff bile göremedi.
2007’de Diamantidis, Siskauskas, Becirovic ve Batiste önderliğinde Atina’da CSKA‘yı yıkarak şampiyon olan Panathinaikos, 2007 yazında Siskauskas’ı CSKA‘ya kaptırınca iki önemli isimle birden anlaştı.
O yaz Spanoulis, NBA’den daha iyi kontrat teklifleri almasına rağmen ailevi problemler sebebiyle eski takımı Panathinaikos’a geri dönerken Jasikevicius ise başarısız NBA kariyeri sonrası Avrupa’da başka bir büyük takımda oynamaya karar verdi ve Yunan ekibiyle anlaştı. O yaz Yeşiller, iki oyuncuya toplamda 5 milyon eurodan fazla para ödedi.
Obradovic‘in eline böylesine büyük 3 ismi, en iyi yıllarındayken verip yanına Becirovic, Batiste gibi oyuncuları da takımda tutarsanız herkes o takımın şampiyon olmasını bekler ancak öyle olmadı.
Sezona iyi başlayan Panathinaikos, savunmada bazı problemleri olduğunu gösterse de normal sezonda sadece 2 yenilgi alarak grubu lider tamamladı. Top-16’da karşısında Siena, Efes ve Partizan vardı. Kimse onların 1 maçta bile fazlasını kaybetmesini beklemezken Panathinaikos tepe taklak gitti. İlk üç maçta sadece Partizan’ı son topta yenebilen Panathinaikos, Efes ve Siena deplasmanlarını ise kaybetti. 4. maçta Efes‘i yenen Panathinaikos, 5. maçta Siena karşısında ecel telleri dökse de ayakta kaldı ve şansını son maça taşıdı.
Panathinaikos’un son maçta yapması gereken basitti; Pionir’de Partizan’ı yenmek!
Fakat bu büyük kadro bunu başaramadı. Seyircisiyle maça harika giren Partizan, Kecman ve Palacio’nun harika performansıyla Panathinaikos’u devirdi ve Panathinaikos, tarihinin en iyi kadrolarından biriyle playoff bile göremeden sezonu kapattı.
Yeşiller, bir sene sonra guard rotasyonun rol değişikliğine giderek ve Nikola Pekovic’i uzun rotasyonuna katarak şampiyon olmayı başardı ama EuroLeague bize, isimlerin şampiyon olmaya yetmediğini bir kez daha gösterdi.
Olympiakos – 2011
Hayal kırıklığı bazen alışkanlık yapar. Ne kadar yukarı çıkmaya çırpınırsanız çırpının sürekli yere çarpılırsınız. Ekonomik kriz öncesi Olympiakos dönemi de böyleydi.
1997’de Ivkovic’in önderliğinde tek EuroLeague şampiyonluğu kazandıktan sonra geçen 13 yıllık süreç Olympiakos için felaketti. Pire ekibi, EuroLeague’de zirveden sürekli uzaklaşırken yerel ligde ise bütün hakimiyeti Obradovic‘in Panathinaikos‘una kaptırdı.
Angelopoulos, kardeşler bu durumu değiştirmek için adeta para akıttı. Milyonlarca euroluk kadrolar kuruldu. NBA’den yıllık 8 milyon dolar karşılığında Josh Childress bile getirildi ama takım iki kere Final Four oynasa da kupayı kaldıramadı. Üstelik ligde de Panathinaikos‘a kaybetmeye devam ediyorlardı.
2010 yazında ise Olympiakos, darbeyi içten vurmaya karar verdi. Bugün bile çok konuşulan bir transfer sonrası Olympiakos, sözleşmesi sona eren Spanoulis’i Panathinaikos’u elinden kaptı. Büyük üçlüyü artık onlar kurmuştu: Milos Teodosic-Vassilis Spanoulis-Theo Papalouskas!
Bu üçlünün yanında kadroda Bourousis, Nesterovic, Nielsen gibi önemli isimler de vardı. Her şey bir yana takımın başına 1997’de şampiyonluğu getiren Ivkovic geçmişti ve tek hedef şampiyonluktu.
Normal sezonda 3 deplasmanda kaybetse de gruptan lider çıkan Olympiakos, Top-16’da ise ilk maçta evinde Fenerbahçe karşısında sürpriz bir yenilgi aldı ama sonraki 5 maçını kaybederek playoff’a kalmayı başardı.
Playoff’ta ise karşılarında Siena vardı. Pire ekibi, ilk maçta evinde EuroLeague tarihinin gördüğü en ezici galibiyetlerinden birini aldı. Siena’yı adeta sahadan silen Olympiakos, ilk yarıyı 47-9 önde kapatırken maçı ise 89-41 kazandı. Bu noktadan sonra kimse Siena’nın ayağa kalkmasına imkan vermiyordu. Fakat, Avrupa basketbolunun bir kuralı vardır. Rakibini çok ezersen karşılığını ödersin.
İkinci maçta harika savunma yapan Siena, Olympiakos’a tam 22 top kaybı yaptırırken ülkesine ev sahibi avantajını alarak döndü. Serinin geri kalan iki maçında da Siena, aynı sertlikle cevap verdi ve o durumdan ayağa kalkarak Pire ekibini elemeyi başardı.
Bir kez daha hayal kırıklığına uğrayan Olympiakos ise isimlerin değil, sistemin önemli olduğunu bir yıl sonra İstanbul’da anladı.