By Utkan Şahin & Semih Tuna / info@eurohoops.net
Son yıllarda basketbol çok değişti. Yıldız oyuncular hala çok önemli ama artık saha içerisindeki çeşitlilik de çok önemli. Bunun yanında özellikle NBA’de süper yıldızların birlikte oynamaya başlaması “Büyük ikililer” kavramını geride bırakmaya başladı.
Yine de 2000’den bu yana saha içerisinde ağır basan ve takımlarını yöneten çok fazla ikili izledik. Yakın dönemden hepinizin aklına gelecek en büyük ikililerden biri de Kobe Bryant – Shaquille O’Neal ikilisidir. Belki bu neslin o ikiliyle büyümesi ya da gözünden efsane olması hep bir yerlerde ikili aramamıza neden oldu.
Kimi zaman o ikiliyi bulabildik, kimi zaman ise bulamadık. Elbette o ikiliyi ararken Kobe – Shaq ikilisinin kişisel problemlerini göz ardı edip sahadaki harika işlerini göz önünde bulundurduk.
Eurohoops Fırın, 1999-2000 sezonundan bu yana ligimizde her sezonun en çok dikkat çeken ikilisini huzurlarınıza taşıyor…
1999-2000: David Rivers & Rashard Griffith (TOFAŞ)
Aslında bu konun çıkış yeri bu ikili. Onlar hakkında konuşurken bir anda kendimizi ligin en iyi ikililerini ararken bulduk.
1998-2000 yılları arasında iki kere üst üste şampiyon olan TOFAŞ, hepinizin hatırlayacağı gibi birçok silahı olan bir takımdı ama Griffith ve Rivers, o takımın liderleriydi.
EuroLeague şampiyonu olarak buraya gelen Rivers, zaten tam anlamıyla bir kazanandı. Yolu buralara 33 yaşında düştü ama oynadığı iki sezonda birçoklarının basketbola aşık olmasında büyük rol oynadı. Onu hücumda izlemek çok büyük bir zevkti. O kadar fazla hücum silahı vardı ki savunmalar ne yaparsa da yapsın o istemediği sürece onu durduramazdı.
Ayrıca çok büyük bir liderdi. İşler kötü gittiği zaman asla vazgeçmez, maç sonuna kadar TOFAŞ’ın geri dönmesi için her şeyi yapardı. TOFAŞ’ın uzatmada kazanarak şampiyon olduğu maçta takımının attığı 99 sayının 40’ını tek başına atması bunun en büyük örneğiydi.
Griffith ise Avrupa’nın durdurulamaz pota altı oyuncusuydu. Harika fiziğinin yanında inanılmaz güçlüydü. Pota çevresinde “hasta” olmadığı sürece onu durdurmak çok zordu. Finalde Rivers’ın suskun kaldığı maçta sahne alarak her şeyin yolunda gitmesini sağladı.
Bu yazı, bu şekilde değil de Top-10 şeklinde yapılsaydı, bu ikili ilk sıra için büyük adaylardan biri olurdu.
2000-2001: Steven Rogers & Olexandr Okunskyy (Darüşşafaka)
Steven Rogers, aslında bir TOFAŞ efsanesi ama kariyerin son bölümünde Daçka‘da Okunskyy ile birlikte unutulmaz bir performans gösterdi.
Daçka öncesindeki son birkaç yılda ligde çok fazla şans bulamasa da Rogers, Daçka’da ne kadar iyi bir skorer olduğunu topu tekrardan eline alınca herkese gösterdi. O takımın ön alanda sürükleyici oyuncusu Ukraynalı pivot Okunskyy ise pota altında işi çözen oyuncuydu.
2.15’lik boyuyla pota altında çok yer kaplayan Okunskyy, orta mesafe şutlarıyla da fark yaratıyordu. O sezon 15.2 sayı, 10.4 ribaundla oynayan Okunskyy, Daçka’yı taşıdı.
Bu ikilinin yanında bir de Alexander Jansen’e sahip olan Daçka, 20-6 derecesiyle ligi beklenmedik bir şekilde 3. sırada tamamladı.
2001-2002: Marcus Brown & Kaspars Kambala (Anadolu Efes)
Gelin, kabul edelim: Bu yazıyı açtığınız zaman, karşımıza bu ikilinin çıkacağını biliyorduk.
Aydın Örs sonrasında Efes Pilsen, EuroLeague’de iki kere Final Four oynasa da Türkiye Ligi’nde 4 sezon zirveden uzak kalmıştı. Bu ikili ise Efes‘i tekrardan zirveye taşıdı.
Marcus Brown, saf skorerin karşılığıydı. Her şekilde sayı bulurdu. Şut atar, potaya gider ya da kendisinin de sevdiği gibi sürekli faul alırdı. Sadece Türkiye’de değil, kendini EuroLeague’de kanıtlamış bir skorerdi.
EuroBasket 2001’de harika bir performans sergileyen Kambala ise pota altında harika bir skorerdi. Boyu biraz kısaydı ama boğa gibi güçlü olması onun pota altında kendine uygun alanı açmasını sağlıyordu.
Birlikte iki yıl oynayan bu ikili, Türkiye’de iki defa şampiyon oldu. EuroLeague’de ise oldukça şanssız bir şekilde Final Four’u kaçırdılar. Fakat en unutulmaz performansları da EuroLeague’de geldi. 2003’ün şampiyonu Barcelona’ya İstanbul’da meydan okuyan bu ikili Efes‘in 91 sayısının 58’ini gönderdi fakat o efsane takımı yine de mağlup edemedi.
2002-2003: Hakan Köseoğlu & Dewayne Jefferson (Pınar Karşıyaka)
Her zaman büyük ikililer, kısa-uzun ikilisi olarak çıkmaz, bazen karşımıza guard rotasyonda da çıkıyor. Üstelik guard rotasyonunda böylesine uyumlu bir ikiliye sahipsiniz hücumda işler çok yolunda gidebiliyor.
2002-2003 sezonunda açık konuşmak gerekirse Karşıyaka, çok iyi bir kadroya sahip değildi ama bu ikilinin uyumu işleri değiştirmeyi başardı.
Jefferson’dan başlarsak, az ve öz bir şekilde; inanılmaz bir skorerdi. Kolej sonrası profesyonel kariyerine Karşıyaka’da başlayan Jefferson, akıllara Amerikalı skorer denilince gelen profilde bir oyuncuydu. Avrupa basketboluna çok uyumlu değildi ama yetenekleri onu herkesten öne taşıyordu.
Lig, Ülker ve Efes’in hakimiyetindeyken ilk hafta Efes’e 31 sayı atarak Karşıyaka’yı galibiyete taşıdı, iki hafta sonra ise Ülker karşısında takımının 68 sayısının bu sefer 41’ini attı. Bugünlerde böyle bir performans görsek çıldırırız.
Dedik ya klasik Amerikalı bir skorerdi diye, Hakan ise onun açıklarını kapatan isimdi. Hücumun doğru organize olmasını sağlayan Hakan, 18.1 sayı, 4.6 asist ortalamalarıyla Karşıyaka’nın o sezon Ülker ve Efes‘ten sonra en çok sayı atan takım olmasını sağladı.
2003-2004: Trajan Langdon & Antonio Granger (Anadolu Efes)
Anadolu Efes, 2003-2004 sezonunda Langdon-Granger kanat ikilisine sahipti ve çok açık bir şekilde söylüyorum, EuroLeague’de şu anda bile bu kadar modern kanat ikilisi yok.
Muhtemelen Alaska’nın yetiştirdiği en önemli basketbolcu olan Langdon, NBA draftlarında 11. sıra seçimiydi ancak bu durum performansıyla doğru orantı çizmedi ve kariyerine Avrupa’da devam etti. Yüz ifadesinde değişiklik olmaması nedeniyle şimdilerin Micov ve Bjelica’sı gibi mimiksizdi. İşini her durumda ciddiye alması ve soğukkanlılığı ona “Suikastçi” lakabını kazandırdı.
Antonio Granger ise topla çok oynamasına gerek kalmadan size maç alabilecek, çelik gibi sinirlere sahip diğer oyuncuydu. Tam anlamıyla modern bir üç numaraydı ve eli ısındığı zaman neler yaptığını OAKA deplasmanında çok iyi gördük.
Sezon boyunca Efes‘in hücumunu taşıyan bu ikili, playoff’ta da Efes‘in en skorer ikilisi olurken lacivert-beyazlıları şampiyonluğa taşıdılar.
2004-2005: Khalid El-Amin & Ratko Varda (Beşiktaş)
2000’deki ekonomik kriz, Türkiye’de basketbol takımlarını çok etkilerken tepedeki Ülker-Efes hakimiyeti hiç kırılmayacak gibi gözüküyordu. Fakat 2004-2005 sezonunda bu ikili önderliğinde Beşiktaş, bu hakimiyeti yıktı.
El-Amin’i hepimiz hatırlarız. Beşiktaş taraftarının belki de yakın dönemde en çok sevdiği oyuncu oydu. NBA patentli oyuncu, 2003’te geldiği Beşiktaş’ta harika iki sezon geçirdi. Harika bir skorer ve liderdi. Hakimiyeti yıkma konusunda ilk denemesini Larry Ayuso’yla yaptı ama ona pota altında bir isim lazımdı. O da 2004 yazında Ratko Varda gelince tamamlandı.
El-Amin gibi kariyerinde NBA tecrübesi olan Varda, kariyerinin en iyi sezonlarından birini bu formayla geçirdi. Onun pota altında gösterdiği dominant performansla birlikte çok iyi bir sezon geçiren Beşiktaş, beklenmedik bir başarıya imza attı.
Yarı finalde Ülkerspor ile karşılaşan siyah-beyazlı ekip, Ülker’i 3-1 ile geçti. O seride El-Amin 27 sayı ortalamayla oynarken Varda ise serinin kritik maçında 21 sayıyla oynayarak turu getirdi.
Beşiktaş, final serisinde Efes‘e diş geçiremedi ama o dönem finale yükselmeleri bile ilk başkaldırıştı.
2005-2006: Kerem Tunçeri & Michael Wright (Beşiktaş)
Bir sonraki sezon Beşiktaş, bu sefer Ülker ve Efes‘in hakimiyetini tamamen yıkabilirdi ama şanssızlıklar ve sakatlıklar buna izin vermedi. Beşiktaş, 2004-2005 sezonunda takımın en büyük yıldızlarını kaybetse de Kerem Tunçeri ve Michael Wright ikilisiyle belki de o sezonundan da iyi basketbol oynadı.
Efes ve Ülker’deki performanslarında sorumluluk almadığı için eleştirilen Kerem, o sezon ise Beşiktaş’ta herkese kendini kanıtladı. Ligin son 20 yılda gördüğü en iyi performanslardan birini sergileyen Kerem, adeta bir saha içi komutanı gibiydi. 6.4 asist ortalamasıyla da bunu sayılara döktü.
Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Michael Wright ya da namı-değer Ali Karadeniz ise ilk sezonunu burada geçirirken herkesi kendine hayran bıraktı. Arizona’da çok iyi bir kolej kariyeri geçiren Wright, NBA’de fiziksel olarak küçük kaldığı için oynayamasa da hücumda ne kadar yetenekli olduğunu kısa sürede gösterdi.
İşte bu ikili önderliğinde ilerleyen Beşiktaş, normal sezonda hem Efes hem de Ülker’i her iki maçta da yendi. Yarı finalde bir sezon önce finalde kaybettikleri Efes‘ten intikam alma şansına sahipti. Üstelik seride de 1-0 öndeydi. – o zamanki kurallar gereği – Fakat Kerem’in sakatlığı ve Efes’in kanatlardaki performansı bir anda seriyi Efes’e çevirdi.
Eğer Beşiktaş, Efes’i geçse Ülker karşısında da seriye 1-0 önde başlayacaklardı ve belki şampiyonluk özlemine son vereceklerdi ama olmadı.
2006-2007: Erwin Dudley & Jan Jagla (Türk Telekom)
2006-2007 sezonunda ligin hikayesini yazan takım Fenerbahçe‘ydi. Sarı-lacivertli ekip, 100. yılında 16 yıllık şampiyonluk hasretine son verirken şube tarihinin ikinci şampiyonluğunu kazandı. Fakat o sezonun en iyi ikilisi Türk Telekom’dan çıktı.
Biri Telekom denilince akla gelen ilk oyunculardan biri olan Erwin Dudley’di. Ankara’ya 2005’te gelen ve 5 sezon kalan Dudley, ligin en baş belası uzunuydu. Rakipler onu nasıl savunursa savunsun o pota altında sayıyı çıkarmanın yolunu hep bir şekilde buluyordu.
Onun yanındaki isim ise Jan Jagla’ydı. Dudley, pota altını domine ederken Alman oyuncusu ise pota altında ona uygun alanı açıyordu. Jagla, belki Almanların beklediği gibi yeni Dirk Nowitzki olmadı ama o sezon dış şut yeteneğiyle Telekom’un pota altında oldukça uyumlu bir ikili kurmasını sağladı.
Bu iki oyuncunun önderliğinde ilerleyen Telekom, normal sezonu sadece 5 yenilgi alarak tamamladı. Çeyrek finali tecrübeli Türkleri sayesinde geçen Telekom, yarı finalde ise karşılarında Efes‘i buldu.
Telekom seriye ev sahibi avantajı olmadan başlasa da iki uzatmaya giden serinin ilk maçından sonra Efes‘i yenerek bu avantajı ele geçirdi ama arkası gelmedi. Serinin diğer üç maçı oldukça yakın geçse de Telekom, Nicholas’ı durduramayınca finale çıkan takım Efes oldu.
2007-2008: Gary Neal & Sean Marshall & Quinton Hosley (Pınar Karşıyaka)
Evet, kabul ediyorum; listenin bu noktasında ikililer kuralını bozuyorum ama bu üçlü bunu hak ediyor.
O sezonki Pınar Karşıyaka’nın 3 yabancısı gibi 3 yabancının bir daha aynı anda Türkiye’ye gelmesi için en az 50 yıl daha bekleriz diye düşünüyorum. Çünkü hem adı sanı bilinmeyen ve komik paralara oynayan ve hem de sayı krallığına ilk 5’in içerisinde yer alan 3 oyuncu…
İnanılmaz üçlünün en büyük skoreri Gary Neal’dı. Oyununu anlatmaya gerek yok zaten yıllarca onu basketbolun en büyük sahnesinde izledik. Anadolu Efes ve Antalya’ya 2 hafta arayla yolladığı 37 sayı akıllardan pek çıkacak gibi değil. Sahada her şeyi yapabilen oyuncu ise Hosley’di. Fenerbahçe’ye karşı 43 sayı, 19 ribaunt, 4 top çalma gibi saçma sapan bir maçı var ki aslında her şeyi anlatıyor. Marshall ise bu ikilinin arkasındaki üçüncü isimdi ama takımın olmazsa olmazıydı.
Gary Neal’a Barcelona’dan gelen 250 bin euroluk bonservis, önceki dönemlerden gelen borçların birazının kapatılması adına pek reddedilecek gibi değildi ama yine de o üçlünün devam etmesi halinde Karşıyaka’nın neler yapabileceğini insan hayal etmeden duramıyor.
2008-2009: Chris Lofton & Bo McCalebb (Mersin BŞB)
Mersin Büyükşehir Belediye, geçtiğimiz günlerde şubeyi kapattı ama bu ikiliyi hafızalardan silemezler.
Ligimize getirdiği çaylak yıldızlarla bilinen Ahmet Kandemir, o sezon öyle iki isim getirdi ki herkesi şok etti. İlk senesinde en çok parlayan ya da Türkiye’de daha çok konuşulan isim Chris Lofton’dı.
Aslında bu çok doğaldı çünkü Lofton’ın 61 sayılık performansı lig tarihine geçecek bir performanstı. Ki bence şampiyon Fenerbahçe‘ye attığı 47 sayı çok daha etkileyiciydi. Bütün bunların üstüne bir de milli takımda oynayacağı iddiaları herkesi çok heyecanlandırdı.
Fakat yanındaki adamın kariyeri daha büyük oldu. Mersin’de harika bir sezon geçiren Bo, ondan sonra Partizan’a giderken kendine büyük bir kariyer kurdu. Özellikle EuroBasket 2011’de yaptıklarıyla o dönem Avrupa’nın en iyi oyuncularından biriydi.
2010-2011: Tutku Açık & Luksa Andric (Galatasaray)
Bir yerlerde ikililerden mi bahsediyorsunuz, o zaman kesinlikle birisi bu ikiliyi söyleyecektir.
2010-2011 sezonunda Galatasaray, Oktay Mahmuti’yle birlikte tekrardan ayağa kalkarken takımda daha önemli isimler vardı ama bu ikilinin kenardan gelip yarattığı etkiyi yaratabilen başka kimse yoktu.
Tutku, her zaman müthiş bir pasördü. Andric ise harika bir ikili oyun bitiricisiydi. Bu ikili bir araya gelince ise Türkiye’de ikili oyun konusunda büyük iz bıraktılar. O kadar ki ikili oyun denilince akla gelen ilk isimler, bu ikisi olmaya başladı.
2011-2012: Carlos Arroyo & David Hawkins (Beşiktaş)
Yakın dönemde Beşiktaş taraftarının en unutamadığı sezon, kesinlikle 2011-2012 sezonuydu. Nasıl unutsunlar? Büyük yıldızlar, yıllar sonra gelen şampiyonluk ve “Sex on the Beach” şarkısı!
Lokavt sebebiyle sezona NBA’in o zamanki süper starlarından Deron Williams ile başlayan Beşiktaş, onun boşluğunu yine NBA’den doldurdu ve Carlos Arroyo’yu getirdi.
O takımda Erceg, Pops, Dudley, Kemps gibi pek çok değerli oyuncu vardı ama Arroyo’nun gelmesiyle birlikte Beşiktaş, saha içerisinde iki büyük lidere sahip olmuş oldu. NBA’de fiziksel olarak düşüşe geçse de yetenekleriyle burada fark yaratabileceğini gösteren Arroyo ve belki de bu ligin gördüğü en dominant performanslardan birini sergileyen Hawkins…
Top mutlaka ikisinden birinin elindeydi. Biri dinleniyorsa diğeri sahadaydı. Beşiktaş hücumlarının her zaman ayakta kalmasını sağlayan bu ikili, en kritik anlarda da sorumluluk almaktan hiç çekinmedi.
O sezon Beşiktaş, Türkiye Kupası ve EuroChallenge’i kazanırken ligde ise bu ikilinin önderliğinde zafere koştu. Arroyo’nun çeyrek finalde Fenerbahçe karşısında maçı kazandıran şutları ve Hawkins’in Galatasaray serisindeki performansı hafızalara kazındı.
2012-2013: Sammy Mejia & Chuck Davis (Banvit)
150 bin kişilik bir ilçenin Türkiye Ligi’nde final oynaması her zaman gördüğümüz bir şey değil ama o sezon Banvit, bunu bize gösterdi. Tabii bunun birçok sebebi vardı: Orhun Ene, Banvit’in sistemli yapısı gibi ama işin saha içine bakarsak Mejia ve Davis öne çıkıyorlardı.
Bir sezon önce CSKA‘ın efsane kadrosuyla EuroLeague’de final oynayan Mejia, bu takımın lideriydi. Zaten yetenek olarak EuroLeague oyuncusuydu ama sorumluluk istediği için buraya gelmişti ve o sorumluluğu neden istediğini herkese gösterdi.
Chuck Davis ise bu oyunda atletizm olmadan da başarılı olunabileceğinin en büyük göstergesiydi. 2000 sonrasında ligde uzun forvet denilince akla gelen ilk isimlerden biri olan Davis, aynı zamanda lider ruhlu bir oyuncuydu.
Bu ikili önderliğinde harika bir sezon geçiren Banvit, ligde sadece beş yenilgi alarak sezonu 3. sırada tamamladı. Playoffta önce Beşiktaş‘ı geçen Bandırma ekibi, yarı finalde ise ev sahibi avantajı olmadan Efes‘i eledi ve finale kaldı.
Finalde Galatasaray‘a diş geçiremediler ama en azından sarı-kırmızılı ekibi, 2013’te ligde yenen tek takım olmayı başardılar.
2013-2014: Carlos Arroyo & Zoran Erceg (Galatasaray)
Hem Zoran hem de Carlos’un Galatasaray‘daki hikayeleri belki çok iyi bitmedi ama Galatasaray taraftarlarının hala bu ikiliyi özlediğine çok eminim.
Beşiktaş‘ta birlikte oynayan bu ikili, 2013-2014 sezonunda ise sarı-kırmızılı formayla tekrardan buluştular. Doğrusu Arroyo zaten buradaydı, Erceg yanına geldi ama onun gelişi hücumda birçok opsiyonu değiştirdi.
Arroyo, modern dönemde Galatasaray basketbolunun gördüğü en büyük liderdi. İyi bir lidere sonsuz güven duyarsanız Porto Rikolu oyuncu ise Galatasaray taraftarına tam olarak bunu veriyordu. İşler nereye giderse gitsin ben buradayım diyordu.
Erceg ise belki bir lider değildi ve evet, savunma yapmayı da hiç sevmezdi ama onun 4 numaradan getirdiği o şut katkısı Galatasaray’da çarkların dönmesini sağlıyordu.
O sezon birlikte Galatasaray’a EuroLeague’deki en büyük başarısını yaşatan bu ikili, ligde ise o meşhur final serisini oynattı.
2014-2015: Bobby Dixon & Jon Diebler (Pınar Karşıyaka)
Basketboldaki hikayeler arasında en klişesi ve güzel olanı, peri masallarıdır. Pınar Karşıyaka ise o sezon bize tam olarak bu masalı verdi.
2012’den itibaren gözümüzün önünde büyüyen ve iki değerli kupayı kazanan Karşıyaka, “Bizim bir hayalimiz var” sloganını gerçek yaptı ve kimse onlara şans vermezken ligde büyük takımları yenerek lig şampiyonu oldu.
O büyük başarıda herkesin önemli katkıları oldu. Strawberry unutulmaz bir final serisi oynadı, Palacios hızlı ayaklarıyla beş numarada bütün takımlara sorun çıkardı ama bir ikili seçeceksek sistemle birlikte büyüyen “Diebler & Dixon” ikilisini seçmemiz gerekiyor.
Dixon’u artık hepimiz çok iyi biliyoruz. Ondan daha yetenekli birçok oyuncuyu izledik ama onun kadar meydan okumayı seven başka oyuncu izledik mi bilmiyorum. Sıradan bir kariyeri varken Karşıyaka’yla birlikte büyüyen Dixon, 30’undan sonra bambaşka bir seviyeye çıktı.
Dixon cesaret ise Diebler soğukkanlılıktı. Eli titremeden her an şutu atabilen Diebler, Karşıyaka’da gösterdiği performansla Avrupa’nın en iyi şutörlerinden biri olduğunu herkese gösterdi.
2015-2016: Bogdan Bogdanovic & Ekpe Udoh (Fenerbahçe)
Aslında bu ikilinin zirveye çıkış sezonu, 2016-2017 sezonuydu ama hem o sezon elimizde başka bir iyi ikili olması hem de her şeyin başlangıcı olması sebebiyle Ekpe-Bogdan ikilisini bu sezona koyduk.
Bjelica’nın ayrılmasından sonra sistemi komple değiştiren Obradovic, kısa rotasyonunun anahtarını bir sezon önce hazırladığı Bogdanovic’e verdi. Fenerbahçe‘yle birlikte büyüyen Sırp yıldız, iki yıl içerisinde o kadar büyük bir gelişim gösterdi ki Avrupa’nın en değerli isimlerinden biri haline geldi.
Ekpe ise belki o anahtarı planlı bir şekilde almadı ama kesinlikle hak ederek aldı. NBA’de kötü geçen sezonlardan sonra Fenerbahçe‘yle birlikte oyununu ayağa kaldıran Amerikalı uzun, Avrupa’ya gelirken kimsenin hayal etmediği bir seviyeye çıktı.
Bu ikilinin önderliğinde Fenerbahçe, birçok zorlu sınavı atladı. OAKA deplasmanından bile çıkmayı başardı ve sonunda Avrupa’nın en değerli kupasını kazandırdılar. Bundan 100 yıl sonra bu listedeki isimler belki unutulacak ama bu ikili o zaman bile unutulmayacak.
2016-2017: Jordan Theodore & Gediminas Orelik (Banvit)
2016-2017 sezonunda izlediğimiz Banvit, yetenek-sonuç grafiğinde oldukça başarılı bir takımdı. Oldukça dar bir rotasyonda, büyük isimlere sahip olmadan Türkiye Kupası’nda final oynadılar, Avrupa’da ise finale kaldılar.
O kadronun yükselen ismi olan Theodore, Türkiye’ye gelirken kötü transfer olarak addediliyordu. Fakat birlikte büyüdüler ve unutulmaz bir sezon geçirdiler.
Takımın lideri Theodore’du. Son yıllarda ligde izlediğimiz en iyi bireysel performanslardan birini sergileyen Amerikalı oyuncu, lider oyuncu olarak takımını sürükleyen isimdi.
Litvanyalı oyuncu Orelik ise Theodore’a o konforlu alanı sağlayan oyuncuydu. Birçok maçta çok değerli dış şut katkıları veren Orelik, Theodore için doğru spacing’i yaratmada başrolü oynadı.
Sonuç olarak da gözlerimizin pasını silen bir performans sergilemiş oldular.