by Jackie MacMullan / Çeviri: M. Bahadır Akgün
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı ilk olarak 22 Ağustos 2018 tarihinde ESPN’de yayınlanmış
Shane Larkin açıyor gözlerini, doğruluyor ve Groundhog Day’in (Bugün Aslında Dündü) kendi versiyonunu görüyor. Kumandayı alıyor eline, SportsCenter’ı açıyor ve kendi “sayısını” beklemek için yatakta sıçrıyor. 8 yaşında ve onun için her sabah tamamen keyfi ve tahmin edilemez parametrelerle dolu bir macera sunuyor. Okul için giyinmeye başlayınca -o günün sayısına bağlı olarak bazen dakikalar, bazen de saatler sürüyor bu giyinme ritüeli- Ray Allen’ı görüyor ekranda. Allen belli ki bir gece önce bir maçta sekiz üçlük atmış. Birden bire Shane’in zihninde bir ışık yanıyor ve ona günün sayısını söylüyor: 8.
“Sonra,” diyor Larkin, “Ellerimi sekiz kez yıkamam gerektiğini anlıyordum.”
Titizlikle yıkadıktan sonra ellerini, kıyafetlerini alıyor. Ama eğer şortu yanlışlıkla halıya değecek olursa çamaşır sepetine atıp yeni bir şort giymekle kalmıyor, elini de banyoda tekrar yıkaması gerekiyor.
Sekiz kez.
Daha sonra Larkin, potansiyel mikroplarla dolu bir kazan olan mutfakta kahvaltısını yapmaya çalışıyor. Dökülmüş sıvılardan, ıslak süngerden, kirli bulaşıktan, engellerden kaçıyor. Otobüsü saniyelerle yakalamadan hemen önce ön kapıya yaklaşınca birlikte yaşadıkları köpek ona doğru geliyor, kuyruğunu sallıyor ve elini yalıyor. Larkin’in hiçbir şansı yok: Tekrar banyoya yollanıyor. Ellerini sekiz kez daha yıkamaya. Günün sonuna kadar elleri yıkanmaktan o kadar buruşuyor ki kanlı açık yaralar ile gidiyor yatağına.
Daha sonraları obsesif kompulsif bozukluk (OCD) olarak teşhis edilen bu durum, nüfusun yalnızca %2.3’ünde ve her 100 çocuktan yalnızca birinde görülüyor. Bu rastgele düzenin kendisini neden tutsak ettiğini bilmeyen küçük bir çocuğu fazlasıyla yoruyor bu durum, kafasını karıştırıyor ve inanılmaz biçimde korkutuyor.
“Neler olup bittiğini bilmiyorsunuz,” diyor Larkin. “Arkadaşlarınız ellerini bir kez yıkıyor ya da hiç yıkamıyor, bunu görünce diyorsunuz ki, ‘Benim sorunum ne?'”
İşin ilginci Larkin’in “sayısını” yıllar önce belirleyen o adam, Ray Allen da gün içerisinde kendisine Hall of Fame kariyer fırsatı tanıyan belli bir maç hazırlığı dahil tam bir düzen ve belli bir yapı ihtiyacı nedeniyle OCD sınırında olduğunu düşünüyor.
Allen’ın üçlüklerinin Larkin’in gününü belirlemediği durumlarda bazen sayıyı belirleyen şey pencerenin önünden geçen üç kuş kadar masum şeyler oluyormuş. Sayı yalnızca üç olunca da Larkin, sonraki 24 saat boyunca obsesif davranışı daha kolay idare edilebileceği için bir soluk alıyormuş.
Söz konusu bozukluk, açıklanamayacak bir şekilde basketbol sahasına çıkınca kayboluyormuş. Orada mikroplar veya bakterilerle ilgili hiçbir derdi olmayan, özgür bir çocuk oluyormuş.
“En acayibi de buydu,” diyor Larkin. “Asansörde düğmeye dokunamıyordum, musluğu açamıyordum çünkü çok kirli olduklarını düşünüyordum ama çocukların koltuk altlarına dokundukları, burunlarını karıştırdıkları ve sonra da topa dokundukları basketbol sahasında yürüyebiliyordum.
O topla saatlerce oynar, sonra sahadan çıkar, ellerimi bile yıkamadan hamburger yiyebilirdim. Hiçbir mantığı yoktu.”
Larkin durumunu arkadaşları ve takımdaşlarından gizlemiş. Yalnızca ailesi haberdarmış günü geçirebilmek için sarf ettiği cefalı çabalardan. “İnsanların deli falan olduğumu düşünmelerini istemiyordum,” diyor Larkin.
Büyüdükçe semptomlar da devam etmiş. Eğer köpek, halı üzerine pislese Larkin odasından çıkamaz, koridorda yürüyemezmiş. Banyoya giden yolda çamurdan ve pislikten kaçmak için bir havlu merasimi yapması gerekirmiş. Annesi Lisa Larkin’in günde 20 banyo havlusu yıkadığı olurmuş. Lisa, oğlunun durumunu anlarmış. O da o dönemde zihinsel sağlık sorunları çekiyormuş. Ancak babası, emekli beyzbol Hall of Fame oyuncusu Barry Larkin’i oğlunun davranışları afallatır ve “bağrına taş basarmış.”
“Babam denerdi beni,” diyor Larkin. “Banyoya gider ve bilerek ellerini yıkamaz, sonra da koluma dokunurdu. Derdi ki ‘İyisin, bunu yapabilirsin.’ Onun çözümü buydu. Çok zordu ve aramızda sorun yaratıyordu bu durum.”
Barry Larkin de oğlunun semptomları ile ilk karşılaştığında Shane’in temizlik takıntısının daha külfetsiz bir durum, bir mazeret olduğunu düşünmüş.
“Bunu aşması için zorladım,” diyor Barry. “Geçmişte ne zaman zorlasam o da benim meydan okumamı kabul ederdi.”
Ancak bu kez durum farklıydı. Bir şeylerin değişmesi gerekiyordu. Orta okul dönemi geldiğinde Larkin’in semptomları daha da kötüye gidiyordu. Annesi zihinsel sağlık konusunda bir uzman buldu. Uzman, Shane’in bunlarla başa çıkabilmesi için bir antidepresan tedavisi önerdi. O da kafa karıştırıyordu. “Ben depresyonda değilim,” diyordu Larkin annesine. “Öyle değil mi?”
Hap tedavisini denemiş. OCD semptomlarının bazıları böylece kaybolmuş ancak aynı zamanda o hapların kendi iradesini, enerjisini, basketbol yıldızı olarak onu ayrı kılan nitelikleri de elinden aldığını söylüyor. “O tedavi beni dümdüz biri yaptı,” diyor Larkin. “Gereğinden fazla rahat, boş bir insan oldum. Olmak istediğim hırslı kişi olabilmek için diken üzerinde olmam gerektiğini hissediyordum. Tedaviyi aldığım dönemde rahat takılıyordum. Anneme böyle devam etmemin mümkün olmadığını söyledim.”
Tedavi almak mı, almamak mı? Her gün NBA soyunma odalarında dolaşan konu bu. Profesyonel sporcular da zihinsel sağlık sorunlarıyla başa çıkabilmek için sessiz bir mücadele veriyorlar. Zihinsel sağlık belirtisi ayrı bir konu. Meslektaşları, oyuncuların tedavi gördüklerini öğrendikleri zaman belirtiler de on misli artıyor. Bazı oyuncular bu riski almanın anlamsız olduğunu çünkü şüpheci bir koç veya genel menajerin onları almak konusunda isteksiz davranabileceğini düşünüyor.
“Hayatım boyunca sürekli tedavi görüp bıraktım,” diyor bir NBA yıldızı. Kendisi bu yazı dizisinde yardımcı olurken başta ismini vermiş olsa da sonra gizleme kararı almış. “Bunun önemli olmadığını düşünmek istiyorum ama serbest oyuncu piyasası başladığı zaman bu şüphenin gerçek olup olmadığından emin değilim. Hayatımı özel yaşamayı tercih ediyorum çünkü sosyal medyadaki b*k püsüre ihtiyacım yok. Zaten yeterince zor.”
Los Angeles’ta hizmet veren ve oyuncular birliği tarafından NBA’de giderek artan zihinsel sağlık krizini ele alması için görevlendirilen Dr. William Parham da bazı zihinsel sağlık sorunlarının tedavi edilmesi gerektiği görüşünde. “Ancak çok büyük çoğunlukla tedavi, yalnızca semptomları iyileştiriyor. Asıl sorunu düzeltmiyor,” diyor Parham. OCD teşhisi konulan NBA oyuncularının sayısı az olsa da tedavi konusundaki tartışmaların anksiyete, depresyon ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (ADHD) ile ilgili. Sporcular için zihinsel sağlık ve bakım hizmetleri sunan Houston Rockets yardımcı koçu John Lucas’a göre ADHD, NBA’de artık ayyuka çıkmış durumda.
“NBA’de ADHD tedavisi gören çok sayıda isim biliyorum. Tedaviyi almak istemiyorlardı,” diyor Lucas. “Almaları gerekiyordu ama sahada o kadar rahat olmak istemiyorlardı. Bu çılgın koşturmacanın içinde olmaları gerekiyor. Tedavi gördükleri zaman koçlar ‘Neden ondan daha fazlasını alamıyoruz?’ diye soruyorlar. Ama ilacı almadığı zamanlarda ‘İşte istediğim oyuncu bu’ diyorlar. Buradaki asıl sorun maçlar bittiği zaman oyuncunun o öfkeyi, o yoğunluğu nasıl uzaklaştıracağını bilmiyor olması.”
Clippers koçu Doc Rivers, Celtics‘te koçluk yaptığı dönemde bir kişilik testi yaptırdığını ve test sonucunda hem kendisine hem de Celtics başkanı Danny Ainge’e ADHD teşhisi konulduğunu söylüyor. Eski oyun kurucuya göre bu sonuç pek de şaşırtıcı değilmiş. “Bence elit oyuncuların birçoğunun bir şeyi var,” diyor Rivers. “Emin değilim elbette. Çok heyecanlılar, fazla hırslılar ama takıma enerji veren ve onları sahaya çıkaran da bu. ADHD’li oyuncuların takımda bulunması benim için sorun değil.”
Batı Konferansı’ndan bir GM buna katılmıyor. Ona göre iki oyuncunun yetenekleri eşitse ve bir oyuncuya ADHD teşhisi konuşmuşsa diğer oyuncuyu tercih edeceğini çünkü böylece saha dışı sorun ve antrenmanda yaşanacak sıkıntı ihtimalini azalttığına inanıyor.
“Otel odalarını mahvettiklerini okuduğumuz oyuncuları mı diyorsunuz?” diyor GM. “Oyuncuların haplarını almadıkları çok oluyor. Öyle olunca diğerleri yetmiyormuş gibi bir de bu konudan endişe etmek, uzun forvetimizin her hafta tedavinin gerekliliklerini yerine getirdiğinden emin olmak durumunda kalıyoruz.”
Lakers‘ın sahibi Jeanie Buss, zihinsel sağlık ile uğraşmak konusunda ciddi bir deneyime sahip ve bu konu Ron Artest’e kadar dayanıyor. Artest’in Indiana Pacers forması giydiği dönemde yaşadığı patlama, NBA’in en karanlık fasıllarından birine yol açmış, Malice at the Palace olarak bilinen skandal yaşanmıştı. İlerleyen yıllarda Artest için antidepresan tedavisi uygun görüldü ancak haplarını tuvalete attı. Jimmy Kimmel Live isimli programa iç çamaşırı ile çıkan Artest, daha sonra Dr. Santhi Periasamy isminde bir psikolog keşfettiğini ve Periasamy’nin hayatını değiştirdiğini söylüyor. Lakers, 2010’da Artest’in yıldız performansıyla şampiyon olduğunda Artest de kamuoyu önünde Dr. Santhi’ye kariyerini kurtardığı için teşekkür etmişti.
“Biz zihinsel sağlık sorunları yaşayan oyunculardan kaçınmıyoruz çünkü takımımız zaten böyle sorunları olan oyuncuları draft etti ve o isimler bizim için çok başarılı işlere imza attılar,” diyor Buss. “Asıl bakmanız gereken bununla başa çıkabiliyorlar mı? Nasıl başa çıkıyorlar? Bu durum onları kendi sağlıkları için zararlı kararlar almaya itiyor mu? Tedavi bazen cevap oluyor, bazen olmuyor.”
Aşırı ruh hali geçişlerine sebep olan bipolar bozukluk ile mücadele eden oyuncular için genelde sağlıkları için kritik olan tedaviler uygun görülüyor. Bipolar hastalardaki intihar oranı, nüfusun genelinden yüksek ve bipolar bozukluk teşhisi konulan insanların hayatlarında en az bir kez intihar teşebbüsü gerçekleştirme sıklığı diğerlerine oranla çok daha yüksek görülüyor. Lucas, NBA oyuncularının yaklaşık %10’unun bipolar olduğuna inanıyor. “Bazıları tedavi görmeden başa çıkamıyor da,” diyor Lucas. “Tedavi görmedikleri zaman kendileri için tehlikeliler.”
Rivers, oyuncular durumu teknik ekibe anlatmasa bile hangi oyuncuların zihinsel sağlık sorunu yaşadıklarını tespit etmenin kolay olduğunu söylüyor. Bu durumda gizliliğe saygı göstermek ile oyuncuya yardım etmek arasındaki ince çizgide yürümek durumunda kalıyorlar.
“Koç olarak bunu fark ediyorsunuz,” diyor Rivers. “Bir oyuncum vardı, geldiği zaman ‘Bugün ilacını almamış’ diyebiliyordunuz.”
Jalen Rose 1996 yılında Pacers‘a takaslandığında mest olmuştu. Başkan Donnie Walsh ile çok çabuk bir bağ kurdu ancak koç Larry Brown ile karşı karşıya geldi. Rose’a göre Brown, kendisine ADHD teşhisi konulması için önayak olmuştu.
“Larry oyuncu olarak da insan olarak da sevmezdi beni,” diyor Rose. “Bence ‘Bundan fazlası olmalı’ dedi. Söz konusu teşhisin konulmasına yol açan bir dolu olayın başında o vardı.”
Rose, antrenman odasına çağrıldığını ve orada bir takım doktorunun kendisine sorular sorduğunu söylüyor. ADHD’si olduğu ve tedaviye ihtiyacı olduğu söylenmiş.”
“Muhtemelen o dönemde ADHD sorunum vardı. Muhtemelen şimdi de var,” diyor Rose. “Ama kafamda bunun Brown’ın beni oynatmamanın profesyonel yolunu bulduğu için böyle olduğu vardı.”
Rose, Pacers‘ın kendisine neyi uygun gördüğünü hatırlamıyor ama hapların hiçbirini almadığını söylüyor. Haplar kendisine verildiğinde çöpe atmış. Haftalar sonra Brown kendisine gidip artan performansı için takdir etmiş. “Bana ‘değiştiğimi’ ve tedavinin beni iyileştirdiğini söylediklerinde koltuklarım kabardı” diyor Rose.
Brown, 1997’de takımdan ayrılıp da yerine Larry Bird getirildiğinde Rose, sezon boyu tedavisini sürdürmediğini söylemiş takıma. Indiana’da herhangi bir sıkıntı yaşamadan 4,5 sezon daha oynadı ve yıllar sonra Brown ile sorunlarını hallettiklerini belirtiyor.
“Ligde şu an ADHD sorunu yaşayıp tedavi gören ama istemeyen oyuncular olduğuna eminim,” diyor Rose. “Tek söylediğim şey tedavinin herkes için çözüm olmadığı.”
Celtics koçu Brad Stevens’ın zihinsel sağlık alanındaki ilgisi, farklı zihinsel hastalıkların tedavisinde kullanılan Prozac’ın patentini alan ilaç şirketi Eli Lilly’de kısa dönem çalışmasıyla gözler önüne serilmişti.
“Eli Lilly’de çalışan herkesin Prozac’ın nasıl kullanıldığını bilmesi gerekiyordu,” diyor Stevens. “İlaçların ne kadar etkili olabileceklerini ve bu sorunlarla uğraşan kaç insanın tedavi edilebileceğini öğrendim ama sıklıkla tedavi görmek istemiyorlardı. Ayrıca o ilaçların gerçekten sorun yaratan yan etkileri olduğunu da öğrendim.”
Stevens, kendi soyunma odasında da zihinsel sağlık konusunu bir öncelik hâline getirmiş ve McLean Hospital’ın Kolej Mental Sağlık Programı kurucu direktörü Dr. Stephanie Pinder-Amaker’ı davet ederek zihinsel ferah programlarını uygulamaya sokmuş. Pinder-Amaker oyuncular ile konuşuyor ve durumlarını öğreniyor. Hem Larkin hem de Celtics forveti Marcus Morris, Pinder-Amaker ile gerçekleştirdikleri ve takımdan gizli kalan özel seanslarda fayda gördüklerini belirtiyorlar. Morris ayrıca Pinder-Amaker ile görüşmeden önce depresyonunu bastırması için marijuana kullandığını söylüyor.
“Her gün kendilerini sakinleştirmek için içenler var,” diyor Morris. “Böyle başa çıkıyorlar. Böyle sorunlarıyla uğraşıyorlar. Bunun uzun vadede işe yaramayacağı belli.”
Birlik başkanı Michele Roberts da özellikle de kendilerini “düzleştirdiğini” düşündükleri tedavilerin uygun görüldüğü oyuncuların rahatlamak için alkol ve marijuanaya sarıldıklarının farkında.
“Bunu bir an olsun inkar etmiyoruz,” demişti Roberts, Mart ayında ESPN ile gerçekleştirdiği röportajda.
Eski Milwaukee Bucks forveti Larry Sanders, tedavi görme kararının kendisinin kariyerine mâl olduğu görüşünce. Bir zamanlar yükselen bir yıldızdı ancak kendisini kısıtlayan anskiyete ve depresyon, marijuana içerek rahatlama arayışına girmesine neden olmuş. Sanders’ın dört ayrı kez NBA’in madde kullanımı konusundaki kurallarını ihlal ettiği tespit edildi ve iki kez ceza aldı. Daha sonra da 2015 yılında basketboldan uzaklaşma kararı aldı.
“NBA hâlâ olayı inceleyip sebebini araştırmak yerine asıl sebep olmayan marijuananın kullanımı nedeniyle birçok ceza veriyor,” diyor Sanders. “Herkes bu oyunun %90 oranda zihinsel bir oyun olduğunu söylüyor ancak işin o kısmına bakılmıyor.
NBA’in asıl korktuğu şey bir oyuncunun çıkıp ‘Depresyondayım’ demesi ve yalnızca ot içmek istemesi. Ligin en büyük kabusu bu. Benim reddettiğim ama almamı istedikleri bir sürü ilaç tedavisi oldu. Kişisel duruşum ise marijuana içmek yönünde oldu. İlaçlarla ilgilenmiyordum.”
Sanders’ın aldığı cezadan bu yana NBA, zihinsel sağlık konusundaki politikalarında değişikliğe gitti ve 31 Mayıs’ta tüm takımlara bir rehber önerisi ile birlikte bir iç not gönderdi. Bu öneriler arasında oyuncuların zihinsel sağlık sorunları ile ilgili gizliliklerinin korunması, oyuncular için sürekli hazır bulunacak bir psikiyatrın görevlendirilmesi ve takım için zihinsel sağlık konusunda farkındalığın artırılması gibi maddeler yer alıyordu.
Programı sporculara “basketbolun kimlikleri değil yaptıkları şey olduğunu” hatırlatan Lucas, basketbol dışında bir hayatları yoksa profesyonel oyuncular için çok sayıda tuzak olduğunu söylüyor: Çok fazla boş vakit, çok fazla para, çok fazla kötü ilham kaynağı. Lucas’a göre oyuncular böyle bir durumda nihayetinde kötü durumların cazibesine kapılıyorlar.
“Bağımlılık zihinsel sağlık konusuyla ne kadar birlikte gidiyor? Hepsi aynı,” diyor Lucas. “Zihinsel sağlık ruhsal bir durum. İnsanlar bunu atlıyor. Bu bir bağımlılık. Bağımlılık da hedeflerime ulaşmak için davranışımı değiştiremediğim bir durum ama davranışıma ulaşmak için hedeflerimi değiştirebilirim. O zaman ciddi bir sorun başlıyor işte.
Bu sebeple oyuncular ilaçlarını almayıp marijuana içiyorlar. THC ise marijuanada sizi sakinleştiren şey. NBA, madde kullanımı konusundaki politikasını ilk belirlediği zaman oyuncuları bu sebeple cezalandıramıyordunuz. THC epilepsiyi bastırıyor ve ağrıları azaltıyor.
Bu konudaki sorun sizi öldürmüyor ama ruhunuzu, başarma yeteneğinizi öldürüyor olması. İradenizi elinizden alıyor.”
THC, marijuana yaprağında yoğun şekilde psikoaktif olarak bulunan 113 kimyasal bileşenden biri. Anonim NBA yıldızı kendisinin de depresyonunu yatıştırmak için marijuanayı denediğini ve işe de yaradığını ancak bu durumun geçici olduğunu söylüyor.
“Benim için asıl kalp kırıcı olan şey,” diyor Pinder-Amaker, “Depresyonun tüm hastalıklar arasında tedavisi en mümkün olan hastalıklardan biri olması. Her zaman tedavi de şart değil. Bir sürü bilişsel davranış müdahalesi var. Bunlar kanıtlara dayalı stratejiler ile yapılıyor ve insanlar düşünce tarzını değiştirmek için çok fazla yeteneği böyle öğrenebiliyor.”
“Örneğin,” diyor Pinder-Amaker, “biri otomatik olarak negatif düşüncelere kapılıyorsa” kendisi o sporcunun o düşüncelerden kurtulmasına ve neden öyle hissettiğini bulmasına yardımcı oluyormuş.
“Anksiyete, kaygı, korku da bu düşünceler tarafından tetikleniyor,” diyor Pinder-Amaker. “Bu düşünceleri kaleme döktükleri zaman çok fazla şey öğreniyoruz.
Bu kötü düşünceler yalnızca basketbol ile de sınırlı değil. Bundan daha yayılmazcı düşünceler. Biz de bu sebeple farkındalığı artırmaya, kaynağa ulaşmaya, sonra da inanılabilen şeyi yeniden yapılandırmalarına yardımcı olmaya çalışıyoruz. Yani eğer ‘Draftta seçilmiş olmam şans eseri’ diyorlarsa dönüp onlara şunu soruyoruz: ‘Öyle mi gerçekten? Çok çalıştın. Kolejde muhteşemdin. Bu negatif düşünce ne kadar doğru?’
Ancak bunun başarılı olduğu tek durum bir kişinin düşüncelerin pozitif olarak tekrar yapılandırılması durumunda buna inandığı durum oluyor.”
Depresyon sorunları yaşadığını açıkça söyleyen ve bu konuyu gün ışığına çıkaran DeMar DeRozan, marijuana kullanımı her ne kadar manşetleri süslese de birçok meslektaşının alkol ile de kendilerini tedavi ettiklerine inandığını söylüyor. DeRozan ayrıca çocukluğunda aldığı dersler nedeniyle hiçbir zaman içmediğini veya yapay bir ürün kullanmadığını söylüyor. “İnsanlar acılarını alkol ile bastırıyordu ve alkol onları tamamen farklı, agresif, duygusal, kendisini mahveden insanlar yapıyordu,” diyor DeRozan. “Ben o yolu seçmedim ama elbette seçen oyuncular var.
Depresyonum beni sınırlandığım, sessiz kaldığım, yalnız kaldığım bir noktaya sürükledi. Zamanla bu da sağlıksız oluyor. O duygular üst üste biniyor.”
Detroit Pistons koçu Dwane Casey de alkol bağımlılığının hâlâ görüldüğünü ve NBA’de de olduğunu söylüyor. “Çok fazla kişi buna yöneliyor,” diyor Casey. “Bir kısmının da tedavi ile ilişkili belirtilerden ötürü olduğuna şüphe yok. Oyuncular bazen ‘Hırsımı veya sertliğimi kaybedebilirim’ diyorlar ama aslında bunun gerçeklikle pek ilgisi olmuyor.”
ESPN’in zihinsel sağlık yazı dizisi için röportaj yaptığı çok sayıda oyuncu, NBA’in her takıma gizlilik çerçevesinde kapsayıcı bir zihinsel sağlık planı yapmayı koşul olarak sunması gerektiği görüşünde. Şu an için her organizasyon istediği kadar hizmet sunuyor. Takım yetkilileri de tüm çalışanlarını aynı düşünceye getirmenin zorluğundan söz ediyorlar. Eğer bir oyuncu sorun yaşıyorsa spor psikologu, antrenmana çıkmaması veya bir zihinsel sağlık danışmanına görünmesi gerektiğini söyleyerken güç ve kondisyon koçu ise oyuncunun “yumuşak” kaldığını ve daha fazla çalışması gerektiğini iddia edebiliyor.
“Karmaşık mesajların da oyuncularımıza bir faydası yok,” diyor Buss. “Sizin düşünce tarzınızın bir başkasının tarzından daha iyi olduğuna dair fikirler için fırsatın bulunmadığı peşin hükümsüz bir alan yaratmamız gerekiyor. Eğer bir oyuncu kendisini daha iyi hissettirdiği için alkol veya uyuşturucuya başvuruyorsa veya en azından bunu düşünüyorsa işbirlikçi ve gizli alternatifler sunmamız gerekiyor.”
Lucas da NBA çalışanlarının zihinsel sağlık sorunu bulan oyuncuları daha erken teşhis etmek ve o oyuncuların danışmana başvurması konusunda ikna edilmeleri için daha iyi iş çıkarmalarının şart olduğunu söylüyor.
“Bir yolculukta kendisini diğer kişilerden soyutlayan kişi depresyondadır,” diyor Lucas. “Onu tespit etmek kolay. Hep yalnız olur, hep kendi odasındadır, çok kötü vakit geçirir, hiçbir yere gitmez.
ADHD’li kişi rahat oturamaz. Otobüse biner, iner. OCD’li kişi yerdeki bir kağıt yüzünden takıntılı hâle gelir. Koçlara hep diyorum ki ‘Bu oyuncular kendi çocuklarınız olsaydı farklı davranırdınız. Şu an umursadığınızdan çok daha fazla umursardınız.”
Shane Larkin’in liseye gittiği dönemde Lisa Larkin, oğlu için o kadar endişeleniyormuş ki bu durum anne Larkin’in sağlığını etkiliyormuş. Shane’in takıntıları bitap düşürücü bir hâle gelmiş ve çok da pahalıya patlıyormuş. Biri telefonuna yakın bir yerde hapşıracak olsa Shane, telefonu yıkamak zorunda hissediyormuş kendisini. Bu da kısa devreye neden oluyormuş. Dizüstü bilgisayarı için de durum aynı.
OCD semptomlarına rağmen Larkin, sahada aynı şekilde devam etmiş. DePaul ile anlaşmaya varmış. O döneme kadar ablası evden taşınmış ve babası da ESPN için seyahat edip çalışıyormuş. Bu da Lisa’yı oğlu ülkenin yarısını dolaşırken kendi başına dert edinmeye itmiş.
“Annemin hayatında yaşanan onca değişiklik ve benim hayatımdaki onca değişiklik ortadayken çok endişeleniyordu,” diyor Larkin. “Sürekli beni arardı. Beni de stres ediyordu. Stres olduğunuz zaman başlıyor asıl OCD. DePaul’da günde beş kez duş alıyordum üst üste. Daha iyi hissetmeme de yardımcı olmuyordu.”
Lisa o dönemde panik ataklar geçirmeye başlamış ve bu da Shane’i kendi endişe sarmalında döndürür hâle getirmiş. “Onun için kafayı öyle bir yiyordum ki kendi takıntım kontrolden çıkıyordu,” diyor Larkin. “Hiç olmadığı kadar kötü oluyordu.”
Yaz dönemiymiş ve DePaul’da henüz dersler bile başlamamış ama Larkin, evine dönmek için Orlando’ya giden bir uçağa atlamış. Sözünün eri bir adam olan babası oğlunun burs gerekliliklerini yerine getirmemesinden ötürü paniğe kapılmış. “Barry bana kocam olarak kendisini desteklemem gerektiğini söylüyordu,” diyor Lisa. “Ama sonra Shane gelip ‘Buradan gitmem lazım’ diyordu. Hiçbirimiz için iyi bir dönem değildi.”
Barry Larkin de oğlunu bunlarla uğraşırken görmekten nefret ettiğini söylüyor ama aynı zamanda oğlunun durumunu Lisa kendisine anlatana kadar tam olarak anlayamadığını da belirtiyor: “Bu bir gerçek. Bununla başa çıkmak için terapiye gitmemiz lazım.”
Shane, bir yıl boyunca basketbol oynamadan oturmaksızın transfer edilebilmek için NCAA’den sağlık ayrıcalığı rica etmiş. Anksiyetesini yenebilmek için evine daha yakın olan Miami’yi tercih etmiş. Larkin orada kendisine meditasyon ve rahatlama teknikleri öğreten yeni bir terapist bulmuş. Çocukluğu, büyüdüğü dönemler ve basketbol takıntısından söz etmişler.
“En komiği de babamın OCD’si olduğunu fark ettiğim andı,” diyor Larkin. “Eve gelip de bir kağıdın yerinde olmadığını, yere düşmüş bir raptiyeyi falan görürse düzeltmesi gerekiyordu. Yoksa bütün akşamı mahvoluyordu. Ama o böyle bir sorunu olmadığını, sadece titiz biri olduğunu söylüyor.”
2013 Draftı öncesi Larkin, NBA combine’a katıldığında soru yağmuruna tutuldu: Bu sorunlar varken soyunma odası ortamında nasıl kalabiliyorsun? İlaç tedavisi görüyor musun? Tedavi oldun mu? “Soru sordukları için suçlamadım kimseyi,” diyor.
Çaylak sezonunda Mavericks forması giydikten sonra birer sezon da Knicks ve Nets formalarıyla geçirdi Larkin. Daha sonra bir sezon Baskonia‘da oynayıp Celtics ile NBA’e geri döndü. Gelecek sezon Anadolu Efes forması giyecek.
Musluğu hâlâ dirseği ile açıyor, ellerinin hâlâ temiz kalmasına ihtiyaç duyuyor ancak takıntılı bir şekilde ellerini yıkama günleri geçmişte kaldı. Bir yıl önce Larkin, bir aile dostunun 10 yaşındaki kızının şiddetli OCD semptomları olduğunu öğrenmiş. Kızın semptomları o kadar şiddetliymiş ki evden çıkamıyormuş.
“Duyduğum zaman sarsıldım,” diyor Larkin. “Neler yaşadığını çok iyi biliyorum.” Larkin kıza ulaşmış ve o günden bu yana onun için bir çıkış yolu arıyorlarmış. “En kötüsü de bana ‘Çok farklı olduğum için hiç arkadaşım olmamasından korkuyorum’ demesiydi.”
Larkin, başa çıkmasının hem anne hem de babasının desteği sayesinde mümkün olduğunu söylüyor. Babası bir noktada Shane’in durumunu daha açıkça anlamış ve güç kaynağı olmuş. “Sorunun değil de çözünün parçası olan bir aileye sahip olmak,” diyor Pinder-Amaker, “hasta için büyük bir avantaj.”
Shane, ilaç tedavisi almadan kurtulmuş sorunlarından. Annesi ise zihinsel sağlık sorunlarının tedavisi için ilaçlara başvurmayı seçmiş. Her ikisi için de zihinsel feraha giden süreç devam ediyor ve Shane’in bunları açıkça anlatma kararı bir tür özgürlük vermiş kendisine:
“Bunları konuştuğunuz zaman,” diyor Larkin, “o kadar da yalnız hissetmiyorsunuz.”
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!