by Utkan Şahin / info@eurohoops.net
Yıl 2014, Şubat ayı…
Fenerbahçe, Zeljko Obradovic yönetimindeki ilk yılında normal sezona iyi başladıktan sonra Top 16’ya 3 yenilgiyle girse de ardından 4 maçta 3 galibiyet alarak gruptan çıkabileceğini gösterdi.
O dönem takımın iki sorunu vardı:
İlki üretici oyuncuların verimsizliğiydi. Bojan ve Emir sezon ortasında serbest düşüşe geçti. Üstüne sezona Obradovic‘in gözdesi olarak başlayan Kenan Sipahi, Türkiye Kupası’nda şanssız bir sakatlık yaşadı.
Fenerbahçe de Top 16’nın 2. yarısı öncesi bu durumdan kurtulmak için G-League’de olağanüstü bir performans sergileyen Pierre Jackson’ı getirdi.
Jackson yetenekli bir oyuncuydu fakat bu, Obradovic’in kariyerinde daha önce çok gördüğümüz bir hamle değildi. Sırp koç, hem sezon ortası hamleyi sevmez hem de çaylak bir Amerikalı’yla çalışmayı tercih etmez. (O döneme kadar sadece “çaylak” statüsünde yalnızca Tony Delk ile çalışmıştı) Üstelik Jackson, daha önce bir Fransız takımıyla anlaşsa da takıma “katılmamayı” tercih etmişti.
Sonuç olarak Amerikalı oyuncu, geldiğinden kısa bir süre sonra gönderildi. Fenerbahçe’de Top 16’ın devamında 3 galibiyet alsa da kritik Milano maçını kazanamadığı için playoff’a kalamadı.
Yıl 2014, Aralık ayı…
Bu transferden sadece 10 ay sonrasında (aslında bir sonraki sezon oluyor) Fenerbahçe bir kez daha sezon ortasında transfer yaptı.
Yaz döneminde Maccabi‘nin şampiyon guardı Ricky Hickman ile anlaşan Sarı Lacivertli ekip, onun adaptasyon problemi ve Kenan’ın da sakatlıktan iyi dönmemesi yüzünden oyun kurucu pozisyonunda problem yaşıyordu.
Fenerbahçe bir kez daha transfere giderken bu sefer tanıdık bir isimle anlaştı.
Bu durum biraz da şanstı çünkü kimse Unics Kazan’ın normal sezonda eleneceğini tahmin edemedi. Fakat onlar elenince Fenerbahçe, Top 16 öncesi Zisis’i kadrosuna ekledi ve bu hamle takımın kanayan yarasına çare, problemleri yere bir ilaç oldu.
Belki taraftar, istatistikleri sebebiyle değerini anlamamış olabilir… Ancak Fenerbahçe’nin Zisis’ten istediği şey, oyunun temposunu kontrol etmekti. Zaten saha içerisinde yaratıcı oyuncuları vardı. Zisis’in gelmesiyle birlikte hem bu sağlandı hem de ön alan savunması sınıf atladı.
Sonuç olarak Fenerbahçe, Top 16’da harika bir performans sergileyip grubu 2. sırada bitirdi. Ardından playoff’ta Maccabi‘yi süpürerek tarihinde ilk kez Final Four’a kaldı.
Sezon ortasında iki transfer ve iki farklı sonuç…
Şimdi Fenerbahçe ve Obradovic, sezon başladıktan sonra yine transfer yaptı, yapmak zorunda kaldı. Tyler Ennis’in çok şanssız ve üzücü sakatlığı sonrasında Sarı Lacivertli ekip, Avrupa’da daha önce izlediğimiz Erick Green’i getirdi.
Ve şimdi Fenerbahçe, sezon ortasında guard rotasyonunda yaptığı üçüncü transferde Green’in hangi yolda gideceğini bakacak. Zisis mi yoksa Jackson mı?
Kaderin cilvesi mi bilmiyorum ama Green’in iki transferle de benzer ve farklı olduğu yönler var. Oyun yapısı daha çok Jackson’ın özelliklerine benziyor fakat onun gibi Avrupa için tecrübesiz bir oyuncu değil. Üstelik Olympiakos gibi Fenerbahçe’nin oynadığı oyuna benzer bir yapıda başarılı oldu. Fakat oyun yapısının takımı uyumu konusunda da soru işaretleri var.
Bu yüzden kağıt üstünde her iki tarafa da gitme ihtimali var. Fakat bunu konuşmadan önce biraz Fenerbahçe’nin sezon planına bakalım istiyorum.
Tyler Ennis: Sistemin Devamını Sağlayabilecek Hamle
Tyler Ennis Fenerbahçe‘ye transfer olduğu zaman yukarıdaki başlıkla onun Fenerbahçe‘ye neler verebileceğini yazmıştım.
O dönem Ennis hakkında soru işareti çoktu. Piyasada Teodosic, Delaney, Larkin, Westermann gibi oyuncuların isimleri zikredilirken Obradovic, kendi geçmişinde pek görmediğimiz bir hamle yaptı ve “çaylak” Ennis’i getirdi. Üstelik Ennis, NBA’deki dört yılını da pek iyi geçirmeden buraya geldi.
Fakat kağıt üstünde bu hamlenin mantıklı olduğu bir yanlar vardı. Nelerdi onlar? Teodosic ve Delaney transferleri olmayınca Obradovic, kendi oyun planına sağdık kalabilecek bir oyuncuya gitmeyi tercih etti.
Fenerbahçe’de üç yıldır birlikte oynayan ve sürekli EuroLeague’de final oynama başarısı gösteren çekirdeğe baktığımız zaman, tempoyu kendi belirleyen, savunmada belirli prensipleri olan bir takım görüyoruz.
“EuroLeague’in en düşük tempoyla oynayan takımlarından olan Fenerbahçe ise tempoyu kendi belirlemeyi başarıyor. Fenerbahçe’nin bunu başardığını geçen sezon EuroLeague’de oyun içerinde skoru en çok önde götüren takım olması ve onlara karşı oynayan her takımın ortalama hücum sayısından 3.8 sayı aşağıda olmasından bunu görebiliyoruz.
Tempoyu belirleyebilme faktörü Fenerbahçe’yi iyi yanlarını sürekli ortaya çıkartan, bunun yanında kötü yanlarını ise saklayabilen bir takım haline getiriyor”
Tyler Ennis analizinde yukarıdaki cümleleri kurmuştum. Geçen sezonki Wanamaker‘ın aksine – ki çok iyi bir oyuncu – Ennis, Obradovic’in düşük tempo oyununa uyabilecek bir oyuncuydu. En verimli olduğu Syracuse’de bu şekilde oynadı ve burada da bu şekilde oynaması planlandı. Koç, Wanamaker sonrasında tekrardan istediği tempoya uyabilecek dar havuzdan böyle bir tercih yaptı.
Elbette Ennis’in ne kadar adapte olabileceği ve takımın birebir yükünü kimin çekeceği gibi soru işaretleri de vardı.
Sezona bu şekilde başlayan Fenerbahçe, farklı bir ritimde oynanan Efes maçı dışında oynadığı 6 maçı da kazanmayı başardı. Üstelik görece etkileyici performanslar sergileyerek bunu başardı. 5 yıllık Obradovic döneminde hiçbir Fenerbahçe takımını bu kadar formda görmemiş olabiliriz. Kadroya baktığımız zaman ana rotasyondaki Kalinic, Vesely, Sloukas, Melli ve Dixon gibi oyuncular sanki sezon sonuymuş gibi bir başlangıç yaptı. Hatta oyuncu rolleri açısından özellikle Kalinic ve Melli‘nin daha farklı rolde kullandığını gördük. Tempo da geçen sezona göre daha yüksekti. Yine de sezon başı olduğu için bu konuda biraz beklemek gerekiyor.
Tam bu noktada Obradovic, Ennis’in de yer aldığı 3 oyun kuruculu beş denemesi yapmaya başlamıştı ki, şanssızlık sakatlık geldi. Şimdi Fenerbahçe, Ennis’in yerini ona göre bambaşka bir profilde olan Erick Green ile doldurdu. Bu noktada Fenerbahçe’yi başka sorular bekliyor. Fakat bunlara bakmadan isterseniz önce Green’in kariyer gelişimine bakalım.
Doğuştan Skorer: Erick Green
Malcolm Delaney ve Zabian Dowdell gibi hem NBA’de hem de Avrupa izlediğimiz oyun kurucuları yetiştiren Virginia State ekolünün temsilcisi Erick Green, NCAA’de yılın en skorer oyuncusu olarak 2013 NBA Draftı’nda 46. sıradan draft edilmeyi başardı.
Fakat NBA’de oynamadan önce bir sezon Avrupa’ya geldi ve Beşiktaş‘ın da ilgisine rağmen Siena forması giydi. Hafızası iyi olan basketbolseverler hatırlayacaktır, o sezonki Siena düşüş döneminin son yılındaydı ve kötü bir kadroydu. Buna rağmen Hunter ve Green gibi iki oyuncuyu çıkardılar.
Siena sonrasında Denver’dan kontrat alan Green, 1.5 sezon NBA’de yer alsa fiziksel olarak iki pozisyon arasına sıkışması sebebiyle kalıcı olamadı ve Eski Kıta’ya gelip Olympiakos ile anlaştı.
2010 sonrası Avrupa’nın en başarılı takımı olan Olympiakos’un iki şampiyonluğunda Acie Law’in rolü çok değerliydi. Spanoulis üzerinden dönen sistemde Law, sahaya kenardan gelip farklı şeyler getiriyordu. Law’un bırakması sonrasında o boşluğu dolduramayan (Darius Johnson-Odom gibi vasat oyuncular geldi) Pire ekibi, büyük bir arzuyla Green’e kırmızı formayı giydirdi. Green de o hevesin karşılığını verdi. Düzen dışında sayı üretebilecek oyuncu oldu ve özellikle playoff’ta kritik performanslar sergiledi.
O sezonun akabinde ise “büyük balık” olabileceği Valencia‘ya gitti. Sezona çok iyi başlayan ve MVP olarak İspanya Süper Kupası’nı Valencia‘ya getiren Green oyun istikrarını yakalayamadı. İstatistikleri belki fena değildi ama playoff’ta Valencia, Gran Canaria’ya elenince -ki bu yüzden EuroLeague biletinden oldular- performansıyla eleştirilerin odak noktası oldu.
Oyuncu profiline geçersek… Erick Green mükemmel bir skorer. Çok hızlı bir ilk adamı, kendine has dengeli bitirişleri var. Üç sayılık atışlarını da kariyerinin başlangıcına göre çok geliştirdi ve son iki yılda %40’ın altına düşmedi. Kendi pozisyonunu yaratabilecek bir oyuncu.
Geçen sezon Valencia’da her şey onun üzerinden dönüyordu. Hem asist üzerinden takımın en çok sayı üreten 2. oyuncusuydu (Bu durum bir kısa için bu anormal) hem de sayılarının %63.3’ini birebir üzerinden üretti. Bu da onun hücumda her iki şekilde de verimli olduğunu gösteriyor.
Tabii oyunun diğer alanlarında da verimi bu kadar yüksek değil. Green, tam olarak bir combo guard. Aslında iki numara oynaması gerekiyor ama fiziği 1 numara. Geçen sezon Valencia uzun beşler kullanarak bu konuyu sorun olmaktan çıkartmaya çalıştı. Öte yandan asist üzerinden sayı üretse de topu seven bir oyuncu. Bu açıdan da set temposunda sorun yaratabiliyor. Ayrıca oyun kurucu özellikleri pek gelişmiş olmadığı için, ne tempoyu kontrol etme de ne de topu dağıtmada başarılı.
Artılarını ve eksileri daha fazla açacağım… Fakat onlara geçmeden önce şunu söylemeye ihtiyaç duyuyorum. Obradovic, normalde bu takıma Green eklemesi yapmayabilirdi. Onun oyunda getirdikleri ve Fenerbahçe‘nin oynamaya çalıştığı oyunda açık farklılıklar var. Bunun yanında Green, Fenerbahçe‘nin bazı sorunlarına da derman olabilir. İşin karmaşık noktası da bu.
O zaman artı ve eksilere geçelim.