Fenerbahçe: Mükemmel Bir Deplasman Takımı Nasıl Olunur?

10/Ara/18 13:03 Aralık 11, 2018

Utkan Sahin

10/Ara/18 13:03

Eurohoops.net

Fenerbahçe arka arkaya beş büyük deplasmanda kazandı. Eurohoops Fırın ise sizler için bu galibiyetleri değerlendirdi.

by Utkan Şahin / info@eurohoops.net

Zeljko Obradovic kariyeri boyunca Avrupalı basketbolseverlere mükemmel hikayeler verdi. İnsanın ufkunu açan, onu ileriye götüren hikayeler…

1992’de basketbolu bıraktıktan sadece 7-8 ay sonra, İstanbul’da kazandığı peri masalı şampiyonlukta olduğu gibi hikayelerden bahsediyorum.

Henüz 32 yaşındayken  Yugoslavya’daki iç savaş sebebiyle iç saha maçlarını İspanya’da oynayan, 21.7 yaş ortalamasına sahip bir takımla şampiyonluğa yürümesi ve bunu playoff’ta Ettore Messina ve Final Four’da ise Mike D’Antoni gibi büyük koçlara karşı başarması hala akıl alır gibi değil.

Hayatla ilgili anlamadığım pek çok şey var. Bir tanesi ise bu hikayenin filminin neden çekilmediği… Son saniye basketiyle mutlu biten ve peri masallarının gerçek hayatta olabileceğini gösteren başka kaç tane hikaye biliyoruz ki?

Üstelik hikaye burada da bitmedi. Obradovic farklı dönemlerde karşımıza farklı hikayelerle çıktı. 2002’de sezon boyunca çok tartışılan kadrosuyla, tarihin en iyi kadrolarından birini üstelik Final Four’a ev sahibiyken finalde 14 sayı farktan geri gelerek yenmesi gibi ya da 2010 yazında takımın en önemli oyuncularından Spanoulis’i ezeli rakibine kaptırdıktan sonra hiç beklenmedik şekilde şampiyon olması gibi.

Rakipleriyle de bir sürü hikaye yazdı. Messina’yla ya da Blatt ile yaşadığı rekabette Avrupa basketbolunun en üst seviyesine çıktığı maçlar oldu. Onun 2011’de Barcelona’ya playoff’ta yaptığı hep konuşulur ama bana göre 2012’de Blatt’e karşı oynadığı playoff serisi Avrupa’nın basketbol açısından zirve noktalarından biridir.

58 yaşındaki basketbol adamı, son hikayesini ise geçtiğimiz 28 günde yazdı. Takımı Fenerbahçe, Avrupa’nın en zorlu deplasmanları arasında sayabileceğimiz 5 deplasmandan da galibiyetle döndü. Tamam biliyorum… Bu hikaye yukarıdakiler kadar etkileyici değil ama en başta “ufuk açan” kelimesini kullanmamın tamamen kişisel bir sebebi var.

Baskonia ve Olympiakos galibiyetlerinden sonra Fenerbahçe, Maccabi‘yi devirdiği akşamdan sonra aklıma bu soru düştü: “Mükemmel deplasman takımı nasıl olunur?

Ben kendimce bu sorunun cevabını nasıl bulabilirim diye düşünürken Fenerbahçe, deplasman turuna devam etti ve Barcelona ile Atina’da da kazanarak serisini 5’e tamamladı. Nikola Kalinic, OAKA’da bitime 4 dakika kala fişi çeken üçlüğü attığı zaman ise bu soru tekrardan aklıma geldi ve cevabına aramak için bir yazı yolculuğuna çıkmaya karar verdim çünkü EuroLeague’de karşımıza böyle bir hikaye her zaman çıkmıyor.

“Gerçekten mükemmel bir deplasman takımı nasıl olunur?”

Herhangi bir deplasmandan bir gün öncesi;

– Uyan, kendine kahve koy!
– Salona git, bir önceki maç kasetini izle!
– Takımla beraber deplasmana uç!
– Saatlerce süren uçuş sonrası, otele yerleş ve dinlen!
– Kalk, yemek ye ve takımla birlikte taktik antrenmanı yap!

Herhangi bir bir deplasmanının maç günü; 

– Uyan, kahvaltı yap!
– Maçın taktik planlarının üstünden geç!
– Salona git ve şut antrenmanı yap!
– Öğle yemeği ye ve dinlen!
– Son kez taktik detayların üstünden geç ve salona git!
– Maçı oyna ve bir sonraki yolculuğa hazırlan!

Futbolda olduğu gibi basketbolun leaks belgeleri elimizde yok ama “profesyonel” bir basketbolcunun deplasman hayatı böyle geçiyor. Evet, dünyanın en zor hayatı kesinlikle değil ama bunu büyük bir tempo içerisinde arka arkaya yapmakta kimse için kolay değil.

Örneğimizdeki takıma geri dönersek, Fenerbahçeli oyuncular böyle bir tempoyla 28 gün geçirdiler. 28 gün içerisinde 3 farklı ülke, 7 farklı şehirde maç yaptılar ve bu tempoya katlandılar. Vitoria uçtukları ilk günden, Panathinaikos maçı sonrası İstanbul’a döndükleri bu süreçte tam 20,778 kilometre yol yaptılar ve bu da yaklaşık 20 saatin sadece uçakta geçmesi anlamına geliyor.

Üstelik bu yolculuklar sırasında ülke sınırlarının gereksiz önemi sebebiyle birçok problem çıkabiliyor. Avrupa diğer kıtalara göre daha küçük olsa da bu yolculukların birçok küçük ama her şeyi değiştiren detayları var. Bazı deplasmanlara direk uçamıyorsunuz, bazılarında hala ülkeye giriş ya da çıkış dert olabiliyor. – Evet, dünyada sınırlar hala çok önemli –

Teknoloji ve bilim son 30 yılda dünya tarihinde görülmemiş bir hızla geliştiği için eskiye oranla deplasman yolculukları daha insaflı hale geldi. Bundan 50 yıl önce olduğu gibi oyuncular, bir yerden bir yere artık otobüsle gitmiyorlar ya da maç öncesi ve sonrasında yapılan çalışmalarla oyuncular vücutlarına daha iyi bakabiliyorlar ama bu haliyle bile bu çok zor bir yolculuk.  Sonuçta Fenerbahçe‘de bu 28 günlük süreçte 5 oyuncunun sakatlanması sebepsiz olamaz. Üstelik bu sakatlıkların 3 tanesi darbesiz sakatlıklar.

İşin bir diğer tarafı ise bu deplasmanların sertliği!

Fenerbahçe‘nin bu 6 haftalık süreçte gittiği 5 deplasmanda Avrupa’nın köklü takımlarının deplasmanları. Hepsi A lisansına sahip ve yıllardır taraftarlarıyla oturttukları bir basketbol kültürü var. Dahası Fenerbahçe’nin oynadığı beş maçta da bu takımlar EuroLeague’deki seyircisi ortalamalarının üstüne çıktılar. Hatta Maccabi ve Barcelona dışındaki takımlar, Fenerbahçe’ye karşı bu sezon o ana kadar ki en yüksek seyircisi sayısına ulaştı.

Sadece bugüne değil, geçmişe baktığımız zaman bile deplasmanda bu takımları yenmenin ne kadar zor olduğunu görüyoruz. Modern Euroleague’de bu beş takım, evinde en çok galibiyet alan takımlar arasında ilk yedide yer alıyor. Aralarına girebilen iki takım ise CSKA Moskova ve Real Madrid! Bu beş takımın tarihleri boyunca içerideki galibiyet yüzdesi ise oldukça korkutucu;

Panathinaikos: %79.5
Barcelona: %79.4
Olympiakos: %76.4
Baskonia: %72.9
Maccabi: %72.0

5 takımda içeride böylesine galibiyet yüzdelerine sahip iken bu beş takımında bir takıma aynı sezon içerisinde maç kaybetmeleri çok düşük bir olasılık! Zaten yine geçmişe baktığımız da bunun daha önce hiç olmadığını görüyoruz.

Biraz daha açarsak, Fenerbahçe bu sezon bunu yapıncaya kadar modern EuroLeague’de hiçbir takım aynı sezonda bu beş takımı deplasmanda mağlup edemedi. Yaklaşanlar var. 2003-2004 sezonunda CSKA Moskova, Barcelona dışında hepsini deplasmanda yenerken 2016-2017 sezonunda ise Real Madrid, Panathinaikos dışında hepsini deplasmanda mağlup etti fakat beş takımı da aynı sezonda mağlup etmek sadece Fenerbahçe’ye kısmet oldu.

Bütün bunları neden anlatıyorum? Çünkü bir çözüme ulaşacaksak önce bütün şartları iyice anlamamız gerekiyor. Ancak o zaman mükemmel bir deplasman takımı performansı çıkartan Fenerbahçe’nin neyle mücadele ettiğini daha iyi anlayabiliriz.

“Peki Fenerbahçe bunu nasıl yaptı?”

Mükemmel bir deplasman takımı olmak için akla gelen ilk düşünce çok yetenekli olmak tabii. Özel yeteneklere sahip oyuncularla saha içinde fark yaratmanız her zaman daha olasıdır. Fakat sadece yetenek kurtarıyor olsaydı, bunu daha önce birçok takım başarırdı. Fenerbahçe‘nin bunu başaran kadrosu, bırakın EuroLeague tarihinde yer alan unutulmaz takımları, Fenerbahçe tarihindeki bile en yetenekli kadro değil. Hal böyleyken sadece yetenek üzerinden ilerleyemeyiz.

Takımın başında büyük bir koçun olması olabilir mi? O da çok mantıklı değil. Evet, Zeljko Obradovic bunu başardı ama Sırp koçun kariyerine baktığımız zaman böylesine bir performans görmüyoruz. Gerçi onun takımlarının sezonun bu noktasında bu kadar dominant olduğunu da daha önce çok fazla görmedik. Diğer büyük koçlara baktığımız zaman ise Messina, Ivkovic, Blatt, Pesic gibi koçların da bunu başaramadığını görüyoruz.

Belki bundan daha kolay bir yol vardır. EuroLeague tarihinin en iyi deplasman takımlarıyla Fenerbahçe’nin bu beş maçlık deplasman serisindeki istatistikleri karşılaştırarak büyük bir resim (!) elde edebiliriz ve bu resim sayesinde deplasman takımlarının çerçevesini çizebiliriz. Modern EuroLeague tarihine baktığımızda en iyi deplasman olarak Ivkovic’in CSKA Moskova’sını görüyoruz. Onu ise Pascual’in 2010 yılındaki Barcelona’sı ve Itoudis’in 2015 yılındaki CSKA‘sı takip ediyor.

Peki Fenerbahçe’yle birlikte bu üç takımın istatistikleri nasıl?

Hücum CSKA Moskova (2004-2005) Barcelona (2009-2010) CSKA Moskova (2014-2015) Fenerbahçe (2018-2019)
Derece 11-0 9-1 12-2 5-0
Sayı 88.0 80.2 82.6 77.2
Asist 14.7 15.8 18.6 16.4
Ribaund 35.3 33.2 37.2 32.6
Top Çalma 7.6 7.1 7.0 4.8
Top Kaybı 11.3 11.7 13.0 13.2
Blok 2.4 3.9 4.0 2.4
İkilik Yüzdesi %54.8 %57.7 %54.2 %50.5
Üçlük Yüzdesi %37.8 %38.4 %34.7 %47.1

 

Savunma CSKA Moskova (2004-2005) Barcelona (2009-2010) CSKA Moskova (2014-2015) Fenerbahçe (2018-2019)
Derece 11-0 9-1 12-2 5-0
Sayı 76.8 66.7 74.6 69.6
Asist 11.1 11.4 16.4 15.4
Ribaund 32.6 28.6 35.0 30.4
Top Çalma 7.1 5.6 7.2 7.0
Top Kaybı 2 13.1 13.9 11.4
Blok 2.1 3.9 2.6 2.0
İkilik Yüzdesi %48.9 %46.5 %45.5 %52.2
Üçlük Yüzdesi %31.8 %32.7 %34.5 %26.9

Aslında istatistiği hazırlarken buradan da bir sonuç çıkmayacağını düşünüyordum. Sonuçta bu dört takımında karakteristik özellikleri çok farklı ve yıllar içerisinde oyunun temelinde değişimler oldu. Bu yüzden bu istatistikler üzerinden bir şey çıkarmak çok zor. Fakat sonrasında kafamda bir ışık yandı. Belki istatistikler değil de istatistiklerin kaynağı bize bir yol gösterebilir.

İki tabloya baktığımız zaman ilk bakışta en büyük farklılığın, Fenerbahçe’nin sayı ortalaması olduğunu görüyoruz. Diğer üç takım 80.0 sayı ortalamanın üstüne çıkmış, Fenerbahçe ise 77.2 sayı ortalamasına sahip. En baştan beri aradığım cevap, daha az sayı atmak olamaz herhalde. Savunma istatistiğine baktığım zaman ise Fenerbahçe, 69.6 ile iyi bir iş çıkarmış ama ondan daha iyisi var.

En sonunda şut yüzdeleri dikkatimi çekti. Gariptir, EuroLeague tarihinin üç takımı da rakiplerini %50’in altında ikilik yüzdesinde tutmuşlar ve bu yüzdelerle kendi senelerinde ya en iyi takım ya da en iyi ikinci takım olmuşlar. Fenerbahçe’de ise böyle bir durum yok, sarı-lacivertliler rakiplerini %52.2 ikilik yüzdesinde tutmuş. Fakat üçlük yüzdesinde baktığım zaman bir farklılık gördüm. Üç takım da üç sayı çizgisinin arkasından rakiplerini çok iyi denebilecek yüzdelerde tutmuş fakat Fenerbahçe’nin rakiplerini tuttuğu yüzde ise tek kelimeyle mükemmel. (%26.9) Ve bu da beni rakiplerin ikilik ile üçlük atış deneme ortalamalarına götürdü.

  CSKA Moskova (2004-2005) Barcelona (2009-2010) CSKA Moskova (2014-2015) Fenerbahçe (2018-2019)
Rakiplerin İkilik Atış Denemesi 42.1 37.8 38.5 34.8
Rakiplerin Üçlük Atış Denemesi 21.1 17.5 24.7 23.0

Basketbol özellikle son 5 yılda büyük bir değişim gösterdi. Dünya’daki her ligde üçlük deneme sayıları her sezon daha da artıyor. Bu yüzden burada üç takım arasında şut denemeleri üzerinden bir kıyaslama yapmak çok doğru değil. Önemli olan ortalamalar da değil. Benim gitmek istediğim yer dengenin nasıl bozulduğunu anlamak. EuroLeague’in en iyi üç takımı, rakiplerinin dengesini onları pota altına yönlendirerek bozmuş. Fenerbahçe ise rakiplerini pota altından uzaklaştırarak bunu başarmış. – EuroLeague’de deplasmanda rakiplerine en az ikilik atış denemesi yaptıran 2. takım –

Zaten Fenerbahçe’nin tempoyu düşürmeyi ve adam değişmeli savunmayı tercih ettiği kimse için bir sır değil ama geçen sezon Fenerbahçe finale kadar yürüse de ön alan savunmasında delinme problemine çare bulamıyordu. Bu sezon ise savunmasını en üst seviyede test ederken rakiplerini dışarıya püskürtebildiğini de kanıtlamış oldu. Tabii bunda özellikle Kalinic‘in geri dönüşü ve Vesely‘in inanılmaz formunun da etkisi var.

Bu sezon ise Fenerbahçe, rakibin planı ne olursa olsun onları potadan uzak bir şekilde oynamaya zorluyor, onlara bu oyunu dikte ettiriyor. Bu beş takımın içeride oynadığı diğer maçlara baktığımız zaman ikilik ve üçlük atış denemelerinde Fenerbahçe’yle oynadıkları maçlara göre farklılık var. Diğer maçlarda bu atışları deneme sayıları birbirlerine yakın olsa da Fenerbahçe’ye karşı anormal bir değişim var. Fenerbahçe rakiplerinin alışkanlıklarını bozuyor ve oyunu başka bir şekilde oynatıyor.

Artık, deplasmanda mükemmel bir takımın olmanın yolunu rakibi bozmak olduğunu biliyoruz. Fenerbahçe bunu rakiplerini dışarı doğru püskürterek yapıyor fakat tek yolu bu olamaz. Dört takımın istatistiklerini incelediğim zaman bir şey daha ilgimi çekiyor; ribaundlar!

Dört takımda ribaundlarda rakiplerine ortalama olarak üstünlük kurmuş. Üstelik de dördü de kendi yıllarında rakiplerine deplasmanda en az ribaund veren takımlar arasında istisnasız ilk ikide yer alıyor. Fenerbahçe adam değişmeli savunması sebebiyle kötü bir ribaund takımı olarak adlandırılsa da o bile rakiplerine sadece 29.0 ribaund veriyor ve bu konuda bu sezon deplasmanlarda en iyi takım o.

Peki ribaundlar neden önemli?

Çünkü tempoyu belirlemenin ilk yolu her zaman ribaundlardan geçiyor. Ribaundları kontrol ettiğiniz sürece tempoyu belirleme avantajı da size geçer. İşte bu da bizi Fenerbahçe‘nin tempoyu düşürme isteğine getiriyor.

Bu beş takımın evlerinde oynadığı diğer EuroLeague maçlarıyla, bu maçlara baktığımız da Fenerbahçe’nin hepsinde isteğine kavuştuğunu görüyoruz. Bu beş takımında oyun planları ve oynadıkları oyun temposu çok farklı fakat hepsinde de Fenerbahçe, oyunu kendi istediği tempoda oynatmış. Basketbolda son yıllarda tempo kelimesinin önemini çok duyuyoruz. Fakat çok duyduğum her şey gibi burada da biraz anlam kayması olmaya başladı. Bir takımın hangi tempoda oynadığı çok belirleyici değil, önemli olan takımın kendi istediği tempoyu kendi yaratabilmesi.

Fenerbahçe, bu tempoyu kendi yaratıyor ve rakiplerini bu tempoda oynamayı zorluyor.

Beş maçlık seriye baktığımız zaman bunun doğal olarak takımların şut sayılarına yansıdığına görüyoruz. Takımların evlerinde oynadığı diğer maçlarla, Fenerbahçe’ye karşı oynadıkları maçı karşılaştırdığımız zaman 5 takımın ortalama 6.7 daha az şut kullandığını görüyoruz.

Yani yüzdelerden bağımsız bir şekilde, Fenerbahçe rakipleri için oyunu en baştan sınırlamayı başarıyor ve takımlar bu sınırlar içerisinde oynuyor.

Fakat bu deplasmanlar rakibi sadece bozduğunuz için kazanabileceğiniz deplasmanlar değil. EuroLeague’de rakibini bozmayı başarabilen tek takım Fenerbahçe de değil. CSKA, Real Madrid hatta Zalgiris çoğu zaman oyunun şartlarını kendi istedikleri gibi çiziyorlar. Bu yüzden sadece rakibi bozmak bize yetmez.

Fenerbahçe’nin oynadığı beş maça baktığımız zaman sadece Barcelona ve Panathinaikos karşısında skoru rakibine göre çok daha uzun süre önde götürdüğünü görüyoruz. Baskonia ve Maccabi karşısında skorda daha uzun süre geride olan taraf Fenerbahçe mesela! Bu çok da garip değil çünkü en baştan belirttiğim gibi bu deplasmanlar özel. Bu deplasmanlarda 35 dakika önde olsanız bile 5 dakikalık bir konsantrasyon düşüklüğüyle elinizdeki her şeyi verebilirsiniz.

Bu yüzden bize başka bir şey daha lazım, tecrübe gibi. Fakat salt tecrübede bize yardımcı olmaz. Bize birlikte oynamayı tecrübe edinmiş, birlikte kaybetmeyi de birlikte kazanmayı da bilen bir takım gerekiyor.

“Sarı-lacivertli ekip, bu beş yıllık süreçte tam altı oyuncusunu NBA’e kaptırdı. Üstelik birçoğu bu takımın en önemli oyuncularıydı ama Fenerbahçe, gidenlere rağmen kendisine bir kadro çekirdeği oluşturmayı başardı. Kostas SloukasGigi DatomeNikola KalinicBobby DixonJan Vesely gibi Avrupa’da fark yaratabilen bir çekirdek. Avrupa basketbolunda bu çok önemli bir ayrıcalık çünkü basketbol bir alışkanlık oyunu ve Fenerbahçe’nin en güçlü yanı da sahada alışkanlıkları oturan ender takımlardan biri olması.”

Bu sözleri Fenerbahçe için sezon başında yazdığım analizde kullanmıştım ve bu durumun etkilerini en üst seviyede görüyoruz.

Fenerbahçe’de büyük bir çekirdek var fakat sadece bu beş oyuncu ele aldığımız zaman bile beşi toplamda Fenerbahçe’de 518 kez forma giymiş. Beşinin birden sahada olduğu ise tam 69 maç var.

Bu 69 maç içerisinde tabiri caiz ise rakipler birçok kez onların kafasına vurdu. En basitinden bir EuroLeague finalinde olabilecek en dramatik sonlardan birisiyle maç kaybettiler. Üstelik Obradovic döneminde bu beş deplasmanda birçok kez kaybettiler.

Fakat Rus çarı “Deli” Petro boşuna “Yenile yenile yenmesini öğreneceğim” dememiş. Obradovic döneminde Fenerbahçe daha önceki yıllarda bu deplasmandaki performansına bakarsak bunu da görüyoruz; – Parantez içi playoff maçlarıdır –

2013-2014: 0-5
2014-2015: 2-2 (1-0)
2015-2016: 0-1
2016-2017: 1-4 (2-0)
2017-2018: 2-3 (1-1)
2018-2019: 5-0

Obradovic ile birlikte Fenerbahçe’de oturan basketbol kültürünü herhalde en iyi anlatan tablolardan biri bu. Obradovic öncesi Fenerbahçe’nin bu deplasmanlar da yaşadığı tarihi hezimetleri zaten biliyoruz fakat kimsenin elinde sihirli bir değnek olmadığı ve bir kültür ya da alışkanlık oturtmak için zamana gerek olduğunu bize bu tablo gösteriyor.

Bu alışkanlık oturuncaya kadar Fenerbahçe, Obradovic döneminde büyük hezimetler de yaşadı. 2014-2015 sezonunda Panathinaikos deplasmanında yenilen 18 sayılık fark, Fenerbahçe’nin şampiyon olduğu sene Baskonia‘dan 34 sayı fark yemesi gibi. Uç maçların dışında Fenerbahçe’nin bu deplasmanlarda skorun ve oyun yakın gitmesine rağmen kaybettiği maçlar da oldu. 2015-2016 deplasmanında OAKA’da son 1 dakikaya 1 sayı geride girip kaybettiği maç da var mesela.

İşte bu kadro hepsini zaman içerisinde öğrendi. Dağılmamayı, çekişmeli geçen maçları birlikte oynamayı hep birlikte öğrendi. Bu sezonki beş maçlık deplasman turunda daha önceki acı örneklerdeki gibi durumlar yaşayabilirdi ama geçmişin örnekleri onlara yardımcı oldu.

Baskonia: Son çeyreğe 7 sayı geride giren Fenerbahçe, 2. yarıda ilk kez bitime 2 dakika kala öne geçti.
Olympiakos: Son çeyreğe geride giren Fenerbahçe, bitime 2 dakika kala hala gerideydi.
Maccabi: Guduric son çeyrekte devreye girinceye kadar kısalardan skor katkısı almakta zorlanan Fenerbahçe, maçı geride götürdü.
Barcelona: Fenerbahçe maçı domine etti ama 2. çeyrekte Barcelona’nın Hanga’yla yakaladığı rüzgar bütün maçı değiştirebilirdi.
Panathinaikos: Fenerbahçe yine maçı domine etti ama 3. çeyrekte Panathinaikos‘ta Calathes’in devreye girmesi maçı değiştirebilirdi.

Hadi son iki maçı bir kenara bırakıp, diğer üç maçta o anlarda bahis oranı açsak büyük ihtimal ev sahibe ekibe daha düşük oranı açılırdı. Fakat Fenerbahçe, yılların getirdiği bütün tecrübeyle panik yapmamayı, kendi oyunu dikte etmeyi ve kırılmamayı öğrendiği için böylesine bir seri yakalayabildi.

Geçtiğimiz Cuma günü Real Madrid karşısında Anadolu Efes‘in 3 çeyrek boyunca oyunu üstün oynamasına rağmen kaybetmesinin en büyük sebebi de bu eksiklikti işte. Daha önce birlikte kırılmadıkları için karşılık veremediler. Hayatın en trajikomik tarafı da bu zaten. Ne yaparsan yap, kim olursan ol. Önce o tokadı yemen gerekiyor. Mükemmel bir deplasman takımı olmak için önce o tokadı yemek gerekiyor.

“Başı kesildikçe yenisi çıkan Hidra!”

Rakibini sürekli bozmak ve yıllar içerisinde oturan alışkanlıklar edinmek bir takımı mükemmel bir deplasman takımı yapar mı? Evet, yardımcı olur ama hala bir şeyler eksik gibi.

Yunan Mitoloji’sindeki Hidra canavarını belki bilirsiniz. Duymadıysanız da birçok fantastik filmde buna yapılan göndermelerden hatırlayabilirsiniz. Bu canavarı öldürmesi çok zordur çünkü siz onu başını keserseniz, yerine iki kafa çıkar.

Günümüz basketbolunda bir takımın en çok ihtiyaç olan şey de bu işte, çeşitlilik! Herkesin herkesi saatlerce videolardan izleyebildiği, analiz edebildiği bir yerde sizi artık A planınız kurtarmaz. Hele hele deplasmanda hiç kurtarmaz. Sürekli yeni opsiyonlar bulan bir canavar olmanız gerekiyor.

2018-2019 model Fenerbahçe‘nin diğer versiyonlarına göre en büyük farklılığı ise bu.

Fakat aslında bu farklılık çok da normal değil. Benim geçen sezon Fenerbahçe‘ye dair en büyük eleştirilerimden biri, Fenerbahçe’nin hücumda çok tahmin edilebilir bir takım olmasıydı.

Oyunun geleneklerine baktığımız zaman, bu tarz yıllardır birlikte oynayan takımlarda bu tahmin edilebilirlik en büyük sorunlardan biridir. Çünkü bunu değiştirebilmeniz için ya oyuncuların farklı özelliklerini keşfetmeniz ya da o oyuncuları değiştirmeniz gerekir. Biz genellikle ikincisini görürüz ve bu tarz takımlar genellikle bir yerde başka bir yapılanmaya gitmek zorunda kalır ancak çok nadir de olsa ilkini başaran takımlar var.

Aklıma gelen en yakın örnek, son büyük San Antonio Spurs takımı. Yıllarca harika bir savunma takımı olarak bilinen San Antonio, 2012-2014 yılları arasında mükemmel bir hücum takımı olarak zirveye çıktı. Gregg Popovich, neredeyse oyuncu olarak hiçbir değişim yapmadan takımının top dolaşımını daha önce hiç görmediğimiz bir seviyeye çıkardı.

Fenerbahçe‘nin oyun yapısında böylesine büyük bir değişimden bahsedemeyiz. Bu takım hala pozisyon sayısını düşürmeyi hedefliyor ve savunma prensipleri hala aynı. Obradovic‘in başardığı şey ise oyuncularının oyun yapısını değiştirmek.

En basitinden takımının yıldızı, Jan Vesely‘e bakalım. NBA’den geldikten sonra Vesely‘i bu kıtada nasıl başarılı oldu? Çok yönlülüğüyle mi? Kesinlikle hayır! İnanılmaz atletizmi ve üstünden oynandığı zaman düşmeyen oyun devamlılığıyla başarılı oldu. Fiziği sayesinde oynadığı post-up’lar bile elit seviyedeki bir uzun için yeterli değil. Diğer takımların, Fenerbahçe maçı öncesi raporlarına bakma şansımız olsa ilk göreceğimiz şey, onun ikili oyun bitiriciliği durdurmaya yönelik olur. Fakat beş yılın sonunda Vesely’i bütün raporları boşa çıkaracak bir oyuncu olmaya başladı.

Bunu en iyi gördüğümüz yer ise Vesely’in asist istatistikleri! İstanbul’a ilk geldiğinde ikili oyun sonrasında Vesely’in kısa devrilmesi neredeyse hiç yoktu. Ondan bu istenmiyordu bile. Hatta Ekpe gidinceye kadar ondan hiç böyle bir şey görmedik fakat Ekpe gittikten sonra Vesely, ikili oyun sonrası topu yönlendiren bir oyuncu haline geldi.

2014-2015: 0.8 asist
2015-2016: 1.6 asist
2016-2017: 1.4 asist
2017-2018: 1.6 asist
2018-2019: 3.3 asist

Bu tablo, Jan Vesely’in Fenerbahçe’ye geldiği günden beri asist istatistikleri. Avrupa’nın en çok asist yapan 23. oyuncusu olan Vesely, uzunlar arasında ise en yakın rakibine 11 asist fark atmış durumda.

Yazının ortasındaki tabloda Fenerbahçe bu deplasmanlarda %47.1 ile üçlük attığını yazıyordu. Bu anormal bir yüzde ama şans mı?

Değil çünkü Fenerbahçe, bu sezon attığı 100 üçlüğün 80’ini asist üzerinden geldi. – EuroLeague’de lider – Vesely’i ise en büyük sorunlarından biri ikinci top yönlendirici olan Fenerbahçe’de ikili oyun sonrasında pas kanalı olması sayesinde 18 üçlük asisti yaptı.

Üstelik, takımdaki tek örnek de o değil. Nikola Kalinic‘in Kızılyıldız yıllarını hatırlıyor musunuz? Post-up üzerinden böylesine üretici bir oyuncu muydu? Hayır, değildi. Şimdi ise Avrupa’da bu konudaki en iyi kısalardan biri haline geldi. Sadece kendi sayısını ürettiği pozisyonlarda %55.5 ile oynuyor. Bunun yanında asist yaptığı birçok pozisyon var.

Fenerbahçe ve Zeljko Obradovic, oyuncularını yıllar içerisinde bu hale getirdi ve özelliklerini keskinleştirdi ve tahmin edilemez bir canavar haline getirdi.

Bu 5 maçlık deplasman serisinin en çarpıcı yönü ise takımın en büyük iki yıldızı Jan Vesely ve Kostas Sloukas‘ın birer maç kaçırmasına rağmen bunu başarmasıydı. Bu iki oyuncu, bu takımın ana çarkları. En büyük üreticileri. İkisi toplamda sayı ve asistlerle Fenerbahçe’nin sayılarının %51.3’ünü üretiyor fakat bu oyuncular maç kaçırsa bile Fenerbahçe kazandı, saçma bir şekilde ana çarklar olmadan bile sistem devam etti. EuroLeague’de böylesine bir seri yaparken bunu başarabilen başka bir takım açıkçası benim aklıma gelmiyor.

Fenerbahçe’nin bunu başarmasının sebebi ise inanılmaz bir derinliği olması. Derinlik derken rotasyondan bahsetmiyorum çünkü isterseniz 12 oyuncuyu oynatın böyle bir derinliğe sahip olamayabilirsiniz. Fenerbahçe’deki derinlikten bahsettiğim şey, farklı yollardan çözüm üretebilecek oyuncu sayısı. Rollerini hangi seviyede olursa olsun Fenerbahçe’de bu tarz çok fazla oyuncu var. Üstelik çok az süre alsalar ya da kötü oynasalar bile bir anda size bu çözümü getirebiliyorlar. Dixon’ın Barcelona maçında, Guduric‘in ise Maccabi maçında yaptıkları bunun en büyük örnekleri…

Fenerbahçe, bu beş maçlık seri yaparken 4 farklı MVP çıkardı. Bu da en baştaki olaya geliyor. Siz Fenerbahçe’nin hangi başını kesmeye çalışırsanız çalışın, Fenerbahçe size hep başka bir kafa çıkartıyor. Bir basketbol takımı için daha mükemmeli olamaz herhalde!

“Her mükemmellik güzel mi biter?”

Bu mükemmel deplasman serisi gerçekleşirken, herkesin kafasında Obradovic ve kariyer alışkanlıkları hakkında bir soru işareti dolaşmıştır.

Obradovic‘in kariyerine baktığımız zaman, böylesine bir normal sezon dominasyonu ben hiç hatırlamıyorum. Aksine genellikle yavaş başlayan sezonda Obradovic’in takımları forma girer. En önemli soru da bu. Bu dominasyon daha her şeyin başlangıcı mı yoksa her şey tam terse dönecek mi?

Eğer her şeyin başlangıcıysa ve bu takım, Şubat’tan sonra form artıracaksa sanırım efsane Maccabi takımına rakip gösterilecek bir hikayeye sahip olacağız. Her şey kötü gider ve bu mükemmel takım, sezonun sonu kötü getirirse o zaman bu yazıyı başka bir şekilde ele almamız gerekecek.

Sonun nasıl geleceğini tahmin etmek hiç kolay değil açıkçası bana göre çok da önemli değil çünkü bana göre sonuçlardan daha çok, hikayenin bizde yarattığı etki önemlidir.

Obradovic ve Fenerbahçe‘nin 28 günlük hikayesi bende bir ufuk açtı ve kendime göre mükemmel deplasman takımının bir formülünü buldum; “Bir çok kavga kaybetmiş ve kazanmış, rakibini sürekli kendi şartlarına zorlayan bir Hidra

Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!