Zeljko Obradovic vs Sarunas Jasikevicius: Titanlar mı Yoksa Tanrılar mı?

16/Nis/19 12:04 Nisan 16, 2019

Utkan Sahin

16/Nis/19 12:04

Eurohoops.net

Titanlar mı Tanrılar mı? Zeljko Obradovic mi Sarunas Jasikevicius mu? EuroLeague’in yeni büyük savaşından kim galip çıkacak?

By Utkan Şahin / info@eurohoops.net

“Bir efsaneyi, bir titanı nasıl yenebilirsin?” 

Bundan iki hafta önce, Fenerbahçe Beko ile Zalgiris Kaunas eşleştiği günden beri aklımda bu soru var. Çünkü bu serinin hikayesi Fenerbahçe Beko ile Zalgiris değil. O oyuncuya karşı bu oyuncu da değil. Daha başka bir hikaye var. Daha özel.

Oyuncusundan kulübüne, taraftarından basınına biz bu iki haftalık hikaye içerisinde bir figüran olacağız. Asıl hikaye ise iki isim arasında geçecek.

Öyle olması gerekiyor çünkü mitolojiden tutun, gerçek tarihe kadar bütün anlatılarda efsane olmak ya da efsane kalmak için sınavlardan geçersiniz. Bu playoff serisinin hikayesi de bu olacak.

Ve bu playoff eşleşmesi bize tarihin en tepesinde bulunan bir titan ile onun bir parçası olan mitolojik tanrının en tepe için verdiği bir savaşı sunacak ve sonuçları tarihe şekil verecek. Bizler izleyecek ve yorumlayacağız. Belki de bundan yıllar sonra o gün tarihin bir kırılma noktasıydı diyeceğiz… Ya da en büyük efsanenin mutlak zafere bir adım daha yaklaşması!

Tarih için kritik bir noktadayız ve bu ana hikayemiz serinin ana kaderini belirleyecek. Ancak kırılma noktasını deşmeden önce rolleri oturtmamız gerekiyor.

Hanımefendiler ve beyefendiler… Zeljko Obradovic ile Sarunas Jasikevicius’un 2. büyük düellosuna hoş geldiniz!

“En Büyük Efsanenin Ustalık Eseri”

27 yıl, 42 kupa ve 9 EuroLeague Şampiyonluğu!

Zeljko Obradovic, hiç şüphesiz bu kıtanın en büyük efsanesi. Eski kıtanın basketbol tarihinden birçok özel isim geçti. Fakat hiçbiri bu kıtanın en büyük organizasyonuna Obradovic kadar imzasını atmadı. Kazandığı kupa sayılarından bile belli bu. Ancak bundan ötesi var. Obradovic’i en tepeye çıkartan, büyük koçların en iyisi yapan başka bir şey var.

Tarihte herhangi bir konuda en iyiyi seçerken genellikle insanlar, hikayesi daha etkileyici olanları seçer. Tabii faktör olacak başka şeyler vardır ama iyilerin arasından en iyisini seçiyorsak ondan kimselerin yapamadığını yapmasını bekleriz. Kimselerin yapamadığını yapmak da bize hep etkileyici hikayeler getirir.

Obradovic, EuroLeague gibi hikaye anlatıcılığının kısıtlı olduğu bir organizasyonda dahi farkını yaratabiliyor.

1992’de kendi evinde bile oynamayan, tarihin en genç kadrosuyla kazandığı şampiyonluk, 2002’de efsane Bologna karşısında İtalya’da aldığı zafer, CSKA Moskova’ya karşı oynadığı final serileri, 2011’deki Barcelona karşısındaki meşhur playoff serisi, 2012’de Blatt ile basketbol koçluğunun zirvelerini zorlaması ve Panathinaikos ile Fenerbahçe‘nin kulüp tarihinde yarattığı farklar…

Hepsi ama hepsi çok özel hikaye. Daha birebir rekabete girmedim bile.

Bir koçun bir koçla rekabeti oyuncular gibi değildir. Sonuçta oyuncular o an çıkıp sahada cevap verebilir ama koçlar arasında rekabete her zaman geniş bakmak gerekir. Önemli olan kırılma anlarından sonra kimin ayakta kaldığıdır.

Obradovic kariyeri boyunca karşısına “bu senin rakibin” diye sunulan herkese karşı o kırılma anlarını kazandı. Belki bir maç kaybetti, belki o günün şartlarında insanlar diğer koçun daha iyi olduğunu düşündü fakat o hep ayakta kaldı.

Burada sadece günümüzün EuroLeague koçlarından bahsetmiyoruz. Ettore Messina, Mike D’Antoni, Dusan Ivkovic, Bozidar Malljkovic, Aito Reneses, Pini Gershon, David Blatt gibi efsanelerden bahsediyoruz. Ki efsane statüsünde olmasa da Xavi Pascual ya da Dimitris Itoudis gibi karşısına rakip olarak çıkartılan isimler de oldu. Onlara karşı da hep mesaj verdi.

Fakat bana bütün bunlardan daha ilginç geleni, böyle büyük hikayelerden gelen efsanevi basketbol insanı, kariyerinin 27. yılında bile bize hala özel bir hikaye sunuyor: 2018/2019 Fenerbahçe Beko.

Alışılmış başarılardan mı yoksa EuroLeague’de güç dengesinin giderek daha belirli takımlara sıkışmasından dolayı mı bilmiyorum ama bu sezonun Fenerbahçe Beko’su bana yeteri kadar övülüyor gibi gelmiyor.

Lütfen, son 7 ayı aklınızdan silin ve benimle birlikte Ekim ayına geri dönün, o günleri hatırlayın.

Geçen sezon bile en büyük kupa için kadro kalitesi yeterliliği tartışılan Fenerbahçe Beko, sezona o kadrodan bir oyuncusu daha eksilmiş bir şekilde girdi. O günlerde size Fenerbahçe sezon başında Ennis’i kaybedecek, Şubat’tan sonra her iki pivotundan da sakatlık sebebiyle istediği katkıyı alamayacak, Kalinic ve Datome pivot oynayacak ve sezon içerisinde başka bir sürü irili ufaklı daha fazla sakatlıkla uğraşacak deseydim… Sarı Lacivertlilerin üst üste 12 maç kazanmasını, arka arkaya çok zor deplasmanları zaferle atlatmasını, evinde hiç kaybetmeyerek ve 25 galibiyetle normal sezon lideri olmasını bekler miydiniz?

Üzgünüm ama buna cevabı “evet” olan herkes yalan söylüyordur. Bunun olması ancak özel bir koç ile gerçekleşebilirdi. Bu sebeple en sonda söyleyeceğimi şimdiden söyleyebilirim: Muhteşem kariyerine rağmen Zeljko Obradovic‘in kariyerindeki ustalık eserini izliyoruz.

Muhtemelen bütçe sebebiyle bu düşünceme karşı çıkıyor olabilirsiniz… Lütfen acele etmeyin, belki kararınızı değiştirebilirim.

Açık konuşalım, Fenerbahçe’nin elindeki kadro problemli. Kısa savunmasında çok fazla sorunu var ve hücumu da tek yönlendiricinin eline kalmış durumda. Bütün bunlara rağmen bu sezon Obradovic‘li Fenerbahçe tarihinin en iyi basketbolunu izledik.

Aslında kadro bize bu problemleri söylüyor.

Ne vereceğini ya da veremeyeceğini hiçbir zaman bilemeyeceğimiz Tyler Ennis’in sakatlığı sonrası takımda top yönlendirici olarak sadece Sloukas kaldı. Yunan guard elbette Avrupa’nın iyi oyun kurucularından biri fakat geçtiğimiz yıllardan sonra kaç kişi ondan bu kadar dominant bir oyun bekliyordu? Geçen sezon bile taraftarının şüpheyle baktığı bir isimden bahsediyoruz. Üstelik 2017/18’de Obradovic‘in elinde -verimi tartışılsa da- Brad Wanamaker gibi bir ekstra bir opsiyon vardı. Bu sezon yok.

Guard rotasyonunda 36 yaşında Bobby Dixon ve takıma adapte olamamış Erick Green var. Dixon özel bir karakter. Bunu her seferinde bize gösteriyor fakat 2017 yazında 34 yaşındayken geçirdiği kalça sakatlığından sonra bu seviyede dönmesi gerçek anlamda bir mucize. Normalde, böyle bir oyuncu şampiyonluğa oynayan bir takımda en fazla 3. guard opsiyonu olabilir.

Takımın kanat rotasyonundaki tek top yönlendiricisi ise Marko Guduric! Bugün bile kötü maç geçirdiği zaman taraftarının hemen eleştiriye boğduğu bir isim. Üstelik bu takımın hücum çeşitliliği için en elzem isimlerden biri olmasına rağmen istikrar açısından problemleri var.

Gelelim, Kalinic ile Datome‘ye. İkisi de bu seviyede fark yaratan isimler ama sistemin içinde mükemmelleşen isimler. Şu anda başka bir takımda olsalardı aynı performansları izleyebilir miydik? Ben yine sanmıyorum. Belki Datome‘nin daha yüksek bir sayı ortalaması olabilirdi ama savunmada bu kadar iyi saklanamazdı.

Uzun rotasyonuna geçiyorum. Kişisel olarak Melli en sevdiğim oyunculardan biri, bu sistemdeki önemi de bence yeterince anlaşılmıyor fakat aynı zamanda kendi hücumunda zaman zaman agresif olamama ve özgüven problemleri yaşıyor. Lauvergne hayal kırıklığı ile vasat çizgileri arasında gidip gidip gelen bir sezon geçirdi. Şubat’tan beri de yok. Geçen sezon büyük gelişim gösteren Ahmet bu sezon aynı çıkışı devam ettiremedi.

Burada tek farklı isim Vesely. Çek yıldız özel bir sezon geçirdi ve sakatlanıncaya kadar Avrupa’da en fazla fark yaratan isim olduğunu gösterdi. Başka koç elinde bu seviyeye çıkabilir miydi, çok emin değilim.

Olay da bu. Kabul… Eksikleri olsa da bu oyuncuların hepsi belirli seviyedeki isimler. Elit bir koç, mümkün olduğunca bu isimlerin saha içindeki problemleri de saklayabilir ve ortaya görece başarılı bir performans çıkartabilir. Yine de kıtada Obradovic dışında kimse bu takımı buraya çıkartamaz.

Çünkü burada kadronun problemlerini saklamaktan çok daha fazlası var. Obradovic’in elinde problemler saklanmıyor, aksine giderek artı haline geliyor.

Fenerbahçe Beko’nun sezon başındaki en büyük soru işareti neydi? Yukarıda aslında belirttiğim gibi, hücumun problemli olmasaydı. Kağıt üstünde bu takımın tahmin edilebilir bir hücum takımı olması gerek. Peki sezon sonunda durum ne?

En düşük tempoyla oynamasına rağmen 100 pozisyon başına üretilen 124.5 sayıyla ligin en verimli hücum takımı. Bitmedi, düşük tempoda oynayan bir takımın oyunun sıkışmasını beklersiniz. Fenerbahçe hem ikilik hem de üçlük yüzdesi olarak ligin en tepedeki takımı. Bakın bu çılgınlık, hiç normal değil.

“Bir çok kavga kaybetmiş ve kazanmış, rakibini sürekli kendi şartlarına zorlayan bir Hidra

Son yazıda bunun nasıl gerçekleştiğini sizler için uzun uzun anlatırken yazının ana fikrini bu cümleyle belirtmiştim. Tekrar tekrar sizi yormak istemiyorum, bu sebeple çok tutmayacağım. Ancak biraz açmam gerekirse; Fenerbahçe‘nin çekirdek ekibi yıllardır birlikte oynuyor, her maç farklı farklı isimlerden katkı alabiliyor ve rakibini sürekli bozuyor.

Bu fikirlerin hepsi hala geçerli.

Geçtiğimiz ay Eurohoops’a konuşan Melli, takımın birlikte oynama tecrübesi hakkında en açıklayıcı bilgiyi verdi: “Koç antrenmanda uzun süredir oynamadığımız bir set oyununu oynamamızı istedi. Ve hepimiz birbirini gözünden anladı. Birbirimize nereye gitmemiz gerektiğini söyledik. 2-3 sözle bu seti uzun süredir oynamadığımızdan dolayı unuttuğumuz gerçeğinin üstesinden geldik.” 

Melli‘nin anlattığı hikaye her şeyi özetliyor. Bu kadar uzun süredir birlikte oynayan bir ana çekirdek olmasa zaten böyle bir verimlilikten bahsedemezdik. Bunu farklı bir açıdan gördüğümüz bir istatistik var.

Geçen sezon Fenerbahçe, maç sonlarını oynama konusunda büyük bir problem yaşadı. Sarı Lacivertliler, son 5 dakikada en fazla 5 farkla geride girdiği 7 maçın 6’sını kaybetti. Bu sezon aynı durumda oynadığı 9 maçın 7’sini kazandı. Yapılan transferleri düşünürsek bu, takımın kendi içinde çıkardığı bir cevap. Eldeki malzeme aynıyken böyle bir değişim başka türlü nasıl olabilir ki?

Takımın kadro derinliğine gelirsek… Çok değil 2 hafta önce Fenerbahçe, bir EuroLeague deplasmanında 20 dakikadan fazla süre Nikola Kalinic‘i pivot oynattı ve o maçı da kazandı. Daha ötesi yok.

Hepimizin bildiği gibi Sarı Lacivertliler, kendisi düşük tempoda oynamak istediği için sürekli rakiplerini alışkın oldukları tempodan daha aşağıya çekiyor. Bunun da istatistiksel kanıtı var. Bu sezon Daçka dışındaki 14 takım Fenerbahçe’ye karşı normal tempolarının aşağısında oynadı. 8 takımın ise en düşük tempoyla oynadıkları takım Fenerbahçe! Üstelik bu takımların içinde CSKA, Real Madrid ve Zalgiris de var.

Daha korkutucu olan… Bu sezon Fenerbahçe’nin skoru 20 dakikadan daha uzun süre geride götürdüğü sadece 4 maç var. Bu 4 maç da son 6 haftada, takım sakatlıklarla uğraşırken geldi. Sarı Lacivertlilerin dengesi bozabilen bir tek Real Madrid gördük. Geri kalan durumlarda hep Fenerbahçe’nin istediği oluyor.

Tüm bu durumlar bence hala yukarıdaki verimliliği açıklamaya yetmiyor. Hepsi besleyici kanallar fakat Obradovic‘in elindeki kadronun problemleri çok daha büyük. Fakat o, bu problemleri sanki normalmiş gibi her dakika pozitif etkiye çeviriyor.

Bu sebeple bir kez daha söylemek istiyorum. Bu sonuçları elindeki bu parçalarla Obradovic‘ten başkası alamazdı. Hatta 5 yıl önceki Obradovic’in kendisi bile alamayabilirdi.

Hikayenin diğer adamı Sarunas Jasikevicius, hali hazırda Avrupa’nın yeni büyük hikayesi!

EuroLeague tarihinin en büyük oyuncularından biri olan Saras, şimdi koç olarak adını efsanelerin arasına hatta en yükseğe sokmaya çalışıyor.

Hikayenin başından beri kimsenin ondan şüphesi yoktu. Spor tarihinde böyle efsane isimlerin koçluğuna, geçmişin tecrübeleri gereği hep soru işareti ile bakılır. Ancak karizması, oyun zekası, adaptasyon yeteneği ve lider karakteriyle özel birisi olamaması zaten sürpriz olurdu.

Zalgiris ile anlaştığı ilk günden itibaren gereken tüm cevapları veren Saras, en iyilerden biri haline geldi. Üstelik kısa bir kariyeri de olsa Obradovic‘de bahsettiğimiz, en tepeye çıkmak için gerekli özel hikayeler onda da var.

Modern EuroLeague boyunca bir kere bile playoff oynamayan Zalgiris‘i böyle bir formatta playoff’a taşıyan Saras, yetinmedi ve Litvanya ekibini yıllar Final Four’a götürdü. Belgrad’da Obradovic‘in 1992’de İstanbul’da yaptığını yapabilirdi ama Dixon buna engel oldu.

Bu sezon başka bir hikaye daha sundu. Sezon, bazen planladığınız gibi gitmez. Aksilikler, hatalar arka arkaya gelir. Tüm efsaneler bununla karşı karşıya kalmıştır. Saras da kaldı… Cevabı belki de ümitler bittikten sonra verdi.

Arka arkaya yaşanan sakatlıklar, guard rotasyonundan kaynaklanan hücum problemleri Zalgiris’i 24. haftada playoff potasından 3 galibiyet uzakta 13. sırada yer almasına sebep oldu. Zalgiris’in tarihinin en yüksek bütçesiyle sezona girmesi, geçen sezonki büyük başarı ve NBA dedikoduları sonrası kariyerinde ilk kez bir sezona baskıyla giren Saras, o dönem ilk kez -bu kadar açıkça- eleştiriliyordu.

Benzerini birçok kez Obradovic’de de gördüğümüz gibi Saras, bir noktada takımın ayağa kaldırdı ve son 8 maçının 7’sini kazanarak bir kez daha playoff’a kaldı.

Peki Zalgiris’te problem neydi ve neler değişti?

İlk 22 Maç Son 8 Maç
Sayı 77.5 85.5
Ribaund 32.7 31.8
Asist 17.2 20.1
T. Çalma 5.0 7.0
T. Kaybı 13.1 12.3
Blok 1.5 2.0
İkilik İsabet 21.3 21.5
İkilik Deneme 40.7 39.1
İkilik Yüzde %52.4 %54.9
Üçlük İsabet 5.8 8.1
Üçlük Deneme 15.4 19.4
Üçlük Yüzde %37.6 %41.6
Faul Deneme 21.4 22.4

Zalgiris aslında Fenerbahçe Beko’yla çok benzer özellikleri olan bir takım. İki takım da mümkün olduğunca tempoyu düşürüp, pozisyon sayısını azaltmayı hedefliyor. Bununla birlikte yarı saha hücumunda iki takım da doğru şut için doğru yerleşime oldukça dikkat eden koçlara sahip. Hücumda en büyük fark, Saras’ın sürekli çembere daha yakın oynamayı zorlaması. Topla yaratabilen oyuncular fiziksel büyüklüklerini kullanmaya çalışıyorlar.

Zalgiris bu oyun şekline o kadar bağlı ki istatistikler de bizlere oldukça ilginç şeyler sunabiliyor. Ligin en az üçlük atan ve üçlük üstünden en az sayı bulan takımı Litvanya ekibi mesela… Bunun yanında çembere yaklaşmayı o kadar çok zorluyorlar ki faul çizgisinden oransal olarak en çok sayı bulan takım onlar. Hatta ilginçtir Zalgiris‘te sayıların %22.1 faul atışından, %24.2’ü üçlük isabetlerinde geliyor. EuroLeague’deki kalan 15 takım arasında bu oranlar bu kadar yakın değil.

Bu hücum planı Zalgiris ilk 22 haftada işlemedi. Hem Pangos hem de Micic’i kaybettikten sonra üretici oyuncu bulmakta epey zorlandılar. Buna sakatlıklar ve kötü form grafiği de eklenince ortaya oldukça temposuz ve çaresiz bir Zalgiris hücumu çıktı.

Sezon içerisinde atılan adımlar yavaş yavaş sezonu değiştirdi. Saras, guardların verimsizliği ve sakatlıkları sebebiyle forvetten Marius Grigonis’e top yönlendirme görevi vermeyi başladı. EuroLeague’deki çaylak sezonunu yaşayan Litvanyalı zaman zaman biraz afallasa da sezon sonuna doğru bir opsiyon haline geldi.

Thomas Walkup da ayağa kalktı. İlk 22 haftada ortalıklarda olmayan Walkup, forvetten ikili oyunlar oynamaya başlayınca rolünü buldu. Bu ikiliye bir de tepeden ikili oyun oynayabilen Leo Westermann eklenince hücum bir anda zincirlerinden kurtuldu.

Bu çok doğal… İlk 22 haftada bir tane güvenilir, istikrarlı top yönlendirici bulmakta zorlanan Zalgiris, bu tarz 3 oyuncuyu oyun planına dahil etmiş oldu. Son 8 maçta bu üçlü, maç başına 9.1 asist ortalamayla oynadı.

İlk 22 haftaya göre bu sayı ortalamasını 8.0 sayı artıran Zalgiris, asist ortalamasını da 2.9 yukarı çekti. En önemlisi de üçlük atışlar oldu. Saras’ın bu konudaki muhafazakarlığı sezon içerisinde Zalgiris’in çok canını yakmıştı fakat son 8 maçta Zalgiris üçlük atış deneme sayısını artırarak maç başına 2.7 daha fazla üçlük bulmaya başladı. Bu da Brandon Davies’e yer açtı.

Hücumda dengelerin oturmasıyla birlikte rahatlayan Saras ve arkadaşları, oyunun neredeyse her alanında verimini artırarak playoff’a kapağı attı.

Artık en baştaki sorunun zamanı geldi: “Bir efsaneyi nasıl yenebilirsin?”