by Utkan Şahin / info@eurohoops.net
Sezon başından beri merakla beklenen final serisi dün oynanan maçla başladı.
Geçmişin bütün hikayelerini, çekişmelerini bir kenara bıraksak bile iki takım arasında bu sezon yaşananlardan sonra seriye dair beklenti büyüktü.
Sonuçta bu iki güçlü takım, 3 Ekim’de sezonu birbirine karşı açtı ve o günden beri 7 maç oynadı. Bunların ikisinin sonucu direkt kupayla sonuçlandı, bir diğeri ise Türk basketbol tarihinin en büyük maçlarından biriydi.
Böylesine rekabetten sonra saha içerisinde bir büyük çekişme görmeyi beklerken maçın, hatta büyük ihtimalle serinin önüne geçecek olaylarla karşı karşıya geldik.
Maalesef yazının sonunda bu durumlara da gireceğim. Öncesinde saha içine bakmak istiyorum. Çünkü iki takımın sezon içerisindeki rekabeti bunu hak ediyor.
Final Four Sonrası Değişimler
Bundan 24 gün önce oynanan Final Four yarı finalinden sonra bütün ibre Efes‘in lehine dönmüş gözüküyordu.
Evet… Fenerbahçe o maça büyük eksikliklerle çıktı ama Efes, o akşam çok üstün bir oyunla sarı-lacivertlileri mağlup edip tarihinin en büyük galibiyetlerinden birini aldı. O tarz bir yenilgiden sonra Efes‘in kazandığı özgüven bir yana, Fenerbahçe‘nin tekrardan toparlanması da zor gözüküyordu. Üstelik sakatlıkların hala dönmediği bir ortamda bu çok daha zordu.
Fakat dün gece iki taraf da suyun akış yönünü değiştirdi.
Bu kadar kısa bir süre içinde iki takım da mental olarak tam zıt tarafta doğru ilerledi. Fenerbahçe, başta Dixon ve Melih olmak üzere sahaya büyük bir üstünlük koyarken Efes tarafı sanki bir hazırlık maçı oynuyor gibiydi.
Geçmişe baktığımızda Final Four sonrası takımların bu tip değişimler yaşadığına daha önce şahitlik etmiştik.
2015’te Fenerbahçe, tarihinin ilk Final Four’unu oynadıktan sonra kafaca hiç toparlanamamış ve yarı finalde Karşıyaka’ya elenmişti. Keza bizim serimiz için örnek olabilecek 2013-2014 Final Four’u da var. O sezon Milano‘daki Final Four’da Real Madrid, Barcelona’yı yarı finalde sahadan silmişti. Ezeli rakibine karşı tarihinin en farklı galibiyetlerinden birini almıştı. Fakat finalde gelen Maccabi faciası sonrası Madrid, ligde saha avantajıyla başladığı seriyi Barcelona’ya kaybetmişti.
Nasıl Oldu Bu Değişim?
Fenerbahçe açısından bakarsak… Suyun akışını değiştiren üç isim vardı: Bobby Dixon, Nikola Kalinic ve Melih Mahmutoğlu.
İlk ikisinin yarattığı etkiyi aslında 17 Mayıs’ta da bekliyorduk. Fenerbahçe‘nin Efes‘i yenmesi için maçın kurgusunu değiştirmesi gerekiyordu. O gün bunu başaramamışlardı.
17 Mayıs’taki maçı hatırlarsınız. Efes, bütün maç planını temel bir şeyin üzerine kurgulamıştı. Zalgiris serisini çok iyi değerlendiren Ataman, Fenerbahçe’nin yıllarca en büyük gücü olan adam değişmeli savunmaya Shane Larkin ve Vasilije Micic ile acımasızca saldırdı. Sürekli tepeden Dunston‘ın perdesiyle ikili oyun oynayan Efes, iki yetenekli eliyle sarı-lacivertlilerin savunmasını tamamen dağıttı.
Dün akşam Obradovic, elindeki oyuncularla buna olabilecek en mantıklı cevabı verdi ve Kalinic‘i Dunston ile eşleştirdi. Sırp koç, hücum ribaundlarında yaşayabileceği sorunu kabul etti. Kalinic’i bu şekilde kullanarak Dunston’ın perdesi sonrası Efes‘in guardlarının oynadığı ikili oyunları daraltmayı ya da kısanın karşısında kalabilmeyi sağladı.
Bu durum, Efes’in hücumdaki planlarını bozdu. Lacivert-beyazlılar ilk çeyrekte 5/17 saha içiyle oynadı ve sadece 10 sayı üretebildi. Üstelik bu 10 sayı ya geçiş hücumdan ya da ikinci şans sayılarından geldi. Yani Fenerbahçe, Efes’in ana hücum planını saf dışı bıraktı.
Üstelik Efes’in Fenerbahçe’ye karşı ana hücum planı maç boyunca sadece 2. çeyreğin bir bölümünde çalıştı.
Orada karşısında Kostas Sloukas‘ı gören Micic, yarı final maçındaki gibi rakip savunmayı parçaladı. İlk yarıda Sloukas‘a kadar 0/3 saha içiyle oynayan Sırp guard, Sloukas sahadayken ise 5/8 saha içi isabeti buldu. Hücumda en akıcı basketbolunu oynayan Efes, farkı 3 sayıya kadar düşürdü.
Bu kez Melih ile Dixon devreye girdi.
Vitoria’daki maçta Fenerbahçe guardları felaket bir maç çıkarmıştı. Sloukas faul problemiyle de bağlantılı bir şekilde maçın içine girememiş, Dixon ile Guduric ise kötü bir maç çıkarmıştı.
O maçta Micic ile Larkin’in 19/29 saha içiyle ürettiği 55 sayının karşılığında Dixon, Sloukas, Guduric üçlüsü 7/26 saha içiyle 20 sayıda kalmıştı. 9 Haziran’da oynanan maçta Sloukas ile Guduric yine çok etkili değildi fakat Melih ile Dixon, o ikisinin boşluğunu çok iyi doldurdu.
Belli ki ikisi de Final Four’daki maçı kişiselleştirip cevap vermek istedi. Yoksa Fenerbahçe’nin 42 sayı attığı bir devrede sadece 4 asist yapmasını çok fazla göremeyiz. İkisi de sorumluluk aldı ve hücumda planların dışında bir Fenerbahçe varken işi çözdüler…
Maçın başında hücumda Fenerbahçe çok plansız gözükürken Melih Dunston’ın üzerine giderek çok değerli sayılar buldu ve sarı-lacivertlilerin maç içerisindeki özgüvenini korudu. Dixon artık klasikleşmiş maçlarından birini oynadı. Sahaya yüreğini koydu, rekabeti kişiselleştirdi ve rakip kısalara savaş açtı.
Önce devrenin sonunda bu ikiliden bulduğu 7 sayıyla farkı 10 sayıya çıkartan Fenerbahçe, 3. çeyrekte oyunun her iki tarafında da kusursuz bir maç ortaya koyup işi çözdü. Efes, üçüncü 10 dakikalık bölümde hücumda 2/17 saha içiyle felaket bir performans çıkartı, Fenerbahçe sadece Dixon&Melih ikilisinden 11 sayı bulmayı başardı.
Maçın genelinde de bu iki isim 16/26 saha içiyle 39 sayı üretti. Micic&Larkin ikilisi bu kez 10/22 saha içiyle 23 sayıda kaldı. Maçın fişi de bu bölümde çekildi.
Unutulan Normal Sezon Maçı
Fenerbahçe adına galibiyete giden yol böyleydi. Hem mental hem de taktiksel açıdan hak edilmiş bir galibiyetti. Yine de Efes tarafının Fenerbahçe‘nin işini çok kolaylaştırdığını söylemem gerekiyor.
Tüm sezon izlediğimiz en kötü Efes sahadaydı. Fenerbahçe, Ülker Arena’daki EuroLeague maçını da farklı kazanmıştı. Ancak iki takımın arasındaki fark bu kadar fazla değildi. Dün Efes adına ruhen maçta olan bir kişi bile yoktu. Ne mental olarak sertlik gösterebildiler ne de taktiksel açısından maça hazırdılar. Bu sebeple de mağlubiyette en büyük eleştiriyi koç Ergin Ataman hak ediyor.
Ataman sadece psikolojik olarak değil, saha içerisinde de üretebileceği basit çözümleri bulamadı. Obradovic, maç planıyla açık bir şekilde Efes‘in kısalarını sınırlandırmayı, rakibinin pota altında kurabileceği üstünlüğün önüne koydu ve bu planla maçı yönetti. Bunu yapabilmek için de çok kısa beşlerle oynadı.
Anadolu Efes, Fenerbahçe’nin pota altındaki fiziksel zaafını hem daha fazla sırtı dönük oyun kurgulayarak hem de daha fazla ribaundları domine ederek değerlendirebilirdi. Evet, Efes dün gece 18 hücum ribaundu aldı ama genele baktığımızda iki takımın toplam ribaundlarında sadece 3 ribaund fark vardı. Final Four’da Efes’in 43-25’e bir üstünlüğü vardı.
Dışarıdan 3/25 ile attığı bir maçta Efes’in pota altından daha fazla kolay sayı da bulabilirdi. Maçın toplamında Efes’in Fenerbahçe’ye kıyasla ikilik atışlarda sadece 1 fazla isabeti vardı.
Garip olan ise… Efes’in ligde kazandığı maçı tamamen unutmasıydı. Fenerbahçe o maçta 10 sayı öndeyken koç Ataman sahaya Moerman-Dunston-Sertaç üçlüsünü atmış ve maçı farklı bir yöne çekmişti. Bu tarz beşler sizin ana planınız olamaz ama ritmi değiştirebilir. Ataman bunu denemedi. Üstelik 2. çeyrekte Sertaç’ın iyi oyununa rağmen.
Peki Şimdi Ne Olacak?
Serinin henüz ilk maçı. iki takımın da güçlerini ve geçmişini düşünürsek her şey değişebilir.
Fenerbahçe‘den başlarsak… Sarı-lacivertliler, hücumdaki opsiyonlarını artırmak zorunda. Datome ve Vesely‘in söylendiği gibi seride oynamasını zor olduğunu hesaba katarak bu opsiyonların Sloukas ile Guduric olması gerekiyor.
Fenerbahçe, ilk maçta iki önemli bireysel performansıyla hücumda problem yaşamadı. Genele baktığımızda sarı-lacivertlilerin 11 asistine karşılık 11 top kaybı var. Bu normal bir Fenerbahçe değil. Sloukas ile Guduric‘in yaratıcılıklarını sahaya koyması gerekiyor. Sadece Dixon üzerinden Fenerbahçe’nin 3 maç daha kazanması zor. Kendisine büyük saygı duysam da 36 yaşındaki bir oyuncudan bahsediyoruz. En üst seviyede arka arkaya bu kadar formda kalması biraz sürpriz olur. Üstelik Avrupa’nın en iyi hücum takımlarından biri olan Efes‘in serinin devamında dünkü kadar felaket hücum edeceğini ummak onlar adına hayalcilik olur. Bu sebeple takımın iki diğer yaratıcısından Fenerbahçe’nin daha fazlasını alması şart.
Efes tarafında ise her şey hücumun raya koyulmasıyla başlıyor. Lacivert-beyazlıların sezon içerisinde fark yarattığı her an iyi hücumla başladı. Ne zaman hücumda akışkan bir Efes izledik… Bir sonraki savunmada daha aktif bir Efes gördük.
Bunun yolu da Ataman’ın saha içerisinde daha fazla opsiyon yaratmasından geçiyor. Larkin ile Micic muhteşem yetenekler ve Fenerbahçe’ye karşı da ağır basıyorlar ama kazanmanın tek yolu onlar değil. Özellikle Simon ve Moerman ikilisinden daha fazlasını alabilirler. Ataman, daha atletik kalmak için belki Simon yerine Anderson’a dönebilir. Moerman tarafında Fransız forvetin işin içine girmesi şart.
Bunun yanında top dün çok fazla Micic’in elinde kaldı. Serinin devamında Larkin’in daha fazla öne çıkması gerekiyor.
Maalesef bunların hiçbirinin önemi yok. Hepimiz biliyoruz ki dün yaşananlardan sonra artık saha içinin hiçbir önemi kalmadı. Bundan sonra serinin geleceğini de konuşulacakları da başka şeyler belirleyecek.
Muhtemelen bu yazıyı okuyan sizler de dün yaşananları, açıklamaları değerlendirmemi ve bir tarafı dolaylı ya da dolaysız suçlamamı bekleyeceksiniz. Bunu yapmayacağım.
Çünkü taraflar haklı değil. Sadece her taraf kendi hikayesine göre kendini aklamaya çalışıyor o kadar. Hep olduğu gibi ve olacağı gibi…
Maalesef bu da normal hale geldi. Çünkü spor ortamımız, hatta hayatımız böyle. Türkiye’de kimsenin adalet dağıtması gereken kurumlara inancı olmadığı için herkes adaleti kendine göre sağlıyor ve bunu bir hak gibi görüyor. Fakat sizlere şunu açıkça söyleyebilirim; ne ülkenin en büyük kulüplerinden biri olmanız, ne lokomotif olmanız, ne ülkenizin en başarılı koçu olmanız, ne de kaptan olmanız sizin yanlışlarınızı doğru yapar. Yanlışlar sadece yanlıştır. Ne daha büyüğü, küçüğü vardır ne de karşılık hakkı.
Bunları söylüyorum diye belki bana kızabilirsiniz ama gerçek bu. Naçizane, yıllardır basketbolu takip ediyorum ve dün geceye kadar tüm ülkede basketbolun konuşulduğu tek bir dönem hatırlıyorum: 2013/14’te Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanan olaylı final serisi…
Şanslıyım ki, Türk takımlarının Avrupa’da çok büyük başarılar kazandığı bir dönemde bu işi yapabildim, başarılara şahit oldum. Bunların hiçbirinde ülkede basketbol o kadar konuşulmadı. Bunun sebebi çok açık. Ülkenin futbol ortamına en çok benzeyen dönemleri bunlar…
Dün gece yaşananlar bir ilk değil, son da olmayacak. Sadece şunu söylemek istiyorum… Eğer doğru kararlar alınmazsa her şey daha kötüye gidecek.
Bu ülkenin basketbolu yakın dönemde 2013/14’te yaşananlarla zaten bir darbe yedi. Şimdi daha ilk maçtan benzer bir durum ortaya çıkıyor. Eğer adaleti dağıtması gereken Federasyon, sadece ve sadece kurallarda yazılanları uygulamazsa iş yine o noktaya gidecek. Hoş… Zaten buraya kadar kuralların uygulanmayıp, hep bir zaaf noktasının bulunmasıyla gelindi. Herkes kendini haklı gördüğü yerleri hep o noktalardan yarattı.
Bundan sonrası ne olacak, muamma. Biz sadece ortamın yatışmasını dileyebiliriz.
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!