by Utkan Şahin / info@eurohoops.net
Derrick Williams’ı kadrosuna katan Fenerbahçe Beko, oldukça çarpıcı bir transfer dönemi geçiriyor.
İki oldukça iyi kariyerli isim sarı-lacivertli takımın kadrosuna kattı.
Hatta 2014’ten beri ele alırsak süreci, en çarpıcı dönem olabilir. Sarı-lacivertli ekibe önemli oyuncular geldi ama aynı yazda hem son 5 yılda EuroLeague’in en etkili ismi olan Nando De Colo’nun hem de kariyerinde 2. sıra draft seçimi olan Derrick Williams’ın gelmesi seviyeyi bambaşka bir noktaya çekti.
Diğer yandan ise Fenerbahçe adına son 4 sezonu şekillendiren 2015 yazından beri ilk defa havada bir değişim kokusu var.
2017 yazında Zeljko Obradovic, takımın iki lideri Bogdan Bogdanovic ve Ekpe Udoh ayrıldığı zaman bile transfer döneminde sistemin devam edeceği isimlere yönelmişti. Şimdi ise sarı-lacivertlilerde sistemi korumaktan daha çok, yeteneğin ön plana çıktığı bir transfer dönemi görüyoruz. Bu da gelecek sezon daha farklı bir Fenerbahçe izlemeyi bizlere vaat ediyor.
Bu değişimin kokusunu alan Eurohoops Fırın ise sizler için kağıt kalemi ele aldı ve Derrick Williams transferinin sarı-lacivertliler için ne anlama geldiğini, takımda neleri değiştirebileceğini naçizane anlatmaya karar verdi.
Hazırsanız, başlayalım!
Farklı Tercihler, Farklı Öncelikler
Geçen sezon EuroLeague finalinin Anadolu Efes ile CSKA Moskova arasında oynanması ve şampiyonun CSKA Moskova olması, Avrupa’da bazı fikirlerin eskisi kadar doğru olmadığını gösterdi.
Neydi o fikirler?
Bir tanesi NBA’in Avrupa’daki yıldızları istediği gibi götürebildiği bu dönemde, büyük takımların mümkün olduğunca elindeki çekirdeği korumayı çalışması gerektiğiydi. Özellikle Real Madrid ile Fenerbahçe, sürekli yeniden bir düzen kurmaktansa var olan defolarını giderecek şekilde ilerlemeyi ve takımın birlikte oynayarak kazandığı refleks ile tecrübeye güvenmeyi tercih etti. Basketbolun temelinde yatan şeylerden bir tanesinin kas hafızası olduğunu düşünürsek, bence bu fikir yanlış değildi.
Zaten takımların, bu tercihlerinden özellikle normal sezonda çok fayda gördüğüne hepimiz şahit olduk. Fenerbahçe özelinde ilerlersek, sarı-lacivertlilerin tek yaratıcısı olduğu bir sezonu büyük bir üstünlükle lider tamamlamasının en büyük sebebi buydu.
Fakat diğer yandan ise karşımıza Anadolu Efes gibi bir örnek çıktı. Elindeki kadrosunun birlikte oynama deneyiminin neredeyse hiç olmadığı bir sezonda Efes, finale kadar yürüdü. Bu da birlikte oynamanın en değerli şey olduğu fikrine tabii ki zarar verdi.
Elbette, Fenerbahçe’de sakatlıklar olmasaydı, neler olabileceğine dair bir fikir tartışmasına girebiliriz ama bu cevabını asla bilemeyeceğimiz bir tartışma olur. Sadece yaşanmışlığın üzerinden ilerlersek, iş Final Four’a geldiğinde refleks ve tecrübenin düşünüldüğü kadar öncelikli olmadığını Efes bize gösterdi.
Diğer zarar gören düşünce ise Avrupa basketbolunda yetenekten daha önemli şeyler olduğu fikri oldu.
Gerçekçi bakarsak geçtiğimiz sezonun başından playoff’un bitimine kadar olan süreçte şampiyonluğun en büyük iki adayı Fenerbahçe ve Real Madrid‘di.
CSKA Moskova kadro içerisinde yaşadığı problemler, Efes ise yeterli mental ve fiziksel sertliğe sahip olmaması sebebiyle bu iki takımın arkasında gözüküyorlardı. Fakat iş Final Four’a geldiği zaman, özellikle kısaların yeteneğinin aslında ne kadar belirleyeceği olduğunu gördük.
Larkin ve Micic’in yarı finalde neler yaptığını zaten hatırlıyoruz. Diğer tarafta ise Real Madrid, uyum, sertlik ve özellikle pota altındaki opsiyonlar açısından CSKA’nın çok önünde gözükse de Rus devi, başta kısalarının yetenek tavanının Real’e göre çok daha yukarıda olması sayesinde o kötü geçen sezondan şampiyonluğa yürüdü.
Bu da aslında bize şuna getirdi: Fenerbahçe ve Real Madrid’in tercih ettiği ve öncelik haline getirdiği özellikleri, Final Four’a kadar çok değerli. Hatta şampiyon, bir haftasonunda oynanan iki maç üzerinden değil de, bir playoff formatında belirlense bu iki takımın kupa için en büyük silahları olacak özellikler…
Fakat büyük bir kaos içerisinde şampiyonun 80 dakikada belli olduğu haftasonunda sadece bunlara güvenerek ilerleyemiyorsunuz. Elinizdeki yetenek hacminin darlığı büyük oyuncu yetenekleri karşısında tüm sezonu sizden çalabiliyor.
Fenerbahçe Beko ise Derrick Williams transferiyle birlikte tam bu noktada Avrupa’da değişen rüzgarı hissettiğini bizlere gösterdi.
Kişisel olarak Nando De Colo transferinin daha değerli olduğunu düşünsem de Williams transferinin anlamı çok daha farklı. Obradovic, Fransız yıldızı kendi sistemi içerisine yerleştirerek devam edebilirdi. Nicolo Melli‘nin NBA’e gittiği bir yazda ondan çok daha farklı profilde olan Derrick Williams’a gidilmesi ise sistemden daha farklı şeylerin öne alındığını ortaya koyuyor.
Çünkü ikisinin farklı tarzda özellikleri olması bir yana, takımları için oturabileceği roller de çok farklı. Bunu daha iyi anlamak için ise Melli‘nin Fenerbahçe için ne anlama geldiğini biraz incelememiz gerekiyor.
Binayı Taşıyan Adam: Nicolo Melli
Bana sorarsanız Nicolo Melli, son dönem dışında Fenerbahçe taraftarından hak ettiği saygıyı çok fazla alabilmiş bir isim değil.
Herhalde Brose’de geçirdiği sezon sonrasında insanlar ondan çok daha yıldız rolünde olduğu bir performans bekliyordu. Yoksa onun yeteri kadar öne çıkartılmaması adına başka bir sebep aklıma gelmiyor.
Çünkü Obradovic‘in son iki yıldaki takım kurgusunda Melli‘nin öyle bir rolü olmadı. Obradovic onu Brose’deki gibi hücumun merkezine yerleştirmedi ya da öncelikli bir pas istasyonu haline bile getirmedi. Sırp koç, İtalyan oyuncusunu daha çok sistemin defolarını kapatacak bir rolde kullandı. Bu sebeple sarı-lacivertliler kazandığı zaman Melli çok fazla konuşulmazken kaybettiği zaman ise ilk onun yeterliliği sorgulandı.
Fakat aslına bakarsak, bu bir tercihti. Bu sebeple eleştireceksek ilk olarak Obradovic’in tercihini konuşmamız gerekiyordu. Hatta bana sorarsanız, takımın tek yaratıcısının olduğu geçen sezonda Melli’nin daha fazla pas istasyonu olmaması da eleştirilmesi gereken bir konuydu ancak Obradovic, ondan bunu istemedi.
Peki ne istedi?
Temelde Obradovic, Melli’nin rolünü Vesely‘nin konfor alanını genişletmek ve onun defolarından kaçmak amacıyla kurguladı. Hücumda Melli, hep Vesely‘nin pas açılarına göre 2. pas kanalı olarak gezdi. Savunmada ise Vesely, kısanın karşısına çıktığı zaman arkayı koruması gereken ya da 3-4’lere karşı arka alanı doldurması gereken isim o oldu.
Melli’nin bunları başarılı bir şekilde yapabilmesi sayesinde Fenerbahçe, savunmada daha iyi bir takım oldu. Zaten şöyle bir göz hafızamızı güçlendirirsek; genellikle sarı-lacivertlilerin savunmasında Melli’nin oyun aklı ve bilgisinin çok fazla gediği kapattığını hatırlarız.
Hücumda ise Obradovic’in fiziksel oynamayı kullanmayı planladığı ortamda o çarkın dönmesi için Melli’yi genellikle 3 sayı çizgisinin dışarısında gördük. İtalyan yıldız, Vesely’nin ikili oyunları ya da Kalinic ve Datome‘nin sırtı dönük oyunları sırasında 2. top yönlendirici olarak tepede top dolaşımını sağlayan isim oldu. Zaten ne zaman takımlar onun bu pas istasyonu olması yerine Melli’nin şut kullanmasını tercih etti, Fenerbahçe için o zaman sıkıntı başladı.
Geçtiğimiz sezon sarı-lacivertliler, EuroLeague’de aldığı 8 yenilginin 6’sını Melli’nin 5’ten fazla saha içi şut kullandığı maçlarda aldı. Toplamda ise Melli’nin bu tarz maçlarında Fenerbahçe 11-6’lık bir derece elde etti.
Nicolo Melli’nin Ortalama Şut Sayısı | |
Fenerbahçe’nin Kazandığı Maçlarda | 5.5 |
Fenerbahçe’nin Kaybettiği Maçlarda | 7.3 |
Melli’nin çok fazla top kullanması hiçbir zaman Fenerbahçe’nin önceliği olmadı. Zaten usage rating (şut kullanma oranı) istatistiği de bize bunu gösteriyor. Melli, sarı-lacivertlilerde en çok ilk beş başlayan oyuncu ve bunun yanında ortalama olarak Sloukas‘tan sonra takımın en fazla süre alan ismi olsa da %15.5 ile takımın en düşük 2. usage ratingine sahip ismiydi.
Obradovic onu hep takımın damarlarını besleyen, arkadaki pürüzleri giderecek oyuncu şeklinde kullandı. Bu konuda da Gherardini’nin çok güzel bir betimlemesi var: “Kendisine de söylüyorum hep, ‘Almanlardan daha Almansın’ diye. Fazlasıyla aklı başında, zeki biri Nicolo.”
Gerçekten de öyle. Başka bir isim olsa, EuroLeague’de en iyi 2. beşe seçildikten sonra daha öne çıkacağı bir takım planı içerisinde olmak isterdi. Fakat Melli bunu hiç önemsemedi. Takımı nerede problem yaşasa önceliğini oraya yardım etmeye adadı…
Bunu daha basit bir örneklendirmeyle anlatmam gerekirse; -Türkiye’de yaşadığım için tabii ki inşaattan örnekle anlatacağım.-
Melli, bu takımın merkezinde değildi, bu yüzden onun için belki inşaatın temeli diyemeyiz ama onun için binanın güvenilirliğini, rahatça ayakta durmasını sağlayan kolonu benzetmesi yapabiliriz. Derrick Williams ise bir kolon değil. Amerikalı yıldız, bir dış cephe süsü… Belki sizin için binanın güvenirliğini sağlamaz ama binanızın diğer binalar karşısında fark yaratmasını sağlayabilir
Bundan dolayı, Obradovic’in Williams’ı alarak tam olarak Melli’nin pozisyonuna yerleştirmesi mümkün değil. Fakat akıllı bir insan olarak da binanın güvenilirliğini de sağlamak isteyecektir. Bu da bize gelecek sezon için yepyeni bir takım kurgusu vaat ediyor!
Daha Önce Obradovic’in Elinde Olmayan Bir Oyuncu Profili
Her yenilik yanında olumlu ya da olumsuz durumlar getirir. Peki Derrick Williams ne getirecek?
İşin pozitif yönünden bakarsak; Fenerbahçe belki de Obradovic döneminde hiç olmadığı kadar hücumda farklı opsiyonlara sahip olan bir takım haline geldi. Geçen sezonu tek bir yaratıcıyla geçtikten sonra bu yaz hem De Colo hem de Westermann’ın katılması zaten sarı-lacivertlilerin bu konuda önemli bir değişim yaşadığını gösteriyordu.
Derrick Williams ise bu değişimin boyutunu daha ileriye götürdü.
Geçen sezon Avrupa’da çaylak sezonunu yaşamasına rağmen Williams, bütün etkinliğini gösterdi ve EuroLeague’de dört numaralar arasında sayı ortalaması en yüksek isim oldu. Üstelik sayılarının sadece %52.3’ü asist üzerinden geldi. Tüm EuroLeague’de uzunlar arasında asist üzerinden en az sayı bulan isim o.
Zaten genellikle oyununu sağ yüksek posttan oynadığı bire birlerin üzerine kurgulamış durumda… Geçen sezon Bayern’deki sayılarının ve şutlarının neredeyse %50’ye yakını buradan geldi. Bu durum bile başlı başına Fenerbahçe hücumu için bir değişikliğin işareti aslında. Bütün oyununu tepede geçiren Melli‘den forvette oyununu kurgulayan Williams’a geçiş, hücumda birçok değişikliğe sebep olacak.
(İlk tablo Derrick Williams, ikincisi ise Nicolo Melli‘ye ait)
Ayrıca Fenerbahçe, muhtemelen Williams sahadayken tepede pas kanalı olma rolünü ve dahası alçak postta sıkıştırdığı forvetlerin sırtı dönük oyunlarını da değiştirecek.
Diğer yandan ise Williams, Fenerbahçe kariyerinde Obradovic‘in elinde daha önce görmediğimiz bir hücum silahı… Bjelica, çok büyük bir yetenekti ama Williams kadar oyunu birebir üzerine kurgulanmış bir dört numara değildi. Udoh veya Vesely de önemli hücum opsiyonları olsa da sırtı dönük hücumları çok etkin olmadığı için sayı kaynakları genellikle kısaların yaratıcılığı üzerinden geldi.
Belki Kleiza özel bir yetenek olarak Williams’a yakın bir profildi ama o da sakatlığı sebebiyle Panathinaikos maçı dışında o role giremedi.
Amerikalı yıldız, kısaların da pozisyon hazırlaması gereken birisi değil. O zaten oyununu birebir üzerine sıkıştırmış bir oyuncu. Geçen sezon EuroLeague’de uzunlar arasında birebirlerden en çok sayı çıkartan 2. oyuncu konumunda yer alıyordu.
Fenerbahçe’den görmeye alışık olduğumuz hücumları düşünürsek, bu çok fazla kafaya oturmuyor olabilir. Fakat Westermann transferiyle birlikte sarı-lacivertliler bize iki farklı beş kurguladığını gösterdi. Bu sebeple bir yandan eski çark dönerken diğer yandan De Colo ve Williams’a birebir oynamaları için uygun ortamın yaratıldığı hücum beşleri görebiliriz. Bu da çeşitlik açısından Obradovic’in elini çok daha güçlendirecek.
Williams’ın getirdiği en önemli artı ise yetenek havuzunu genişletmek olacak. Fenerbahçe’yi son yıllarda başarılı kılan en büyük özelliği hep rakiplerini sınırlandırmayı başarması oldu. Fenerbahçe, hep rakipleri kendi istediği oyun şartlarına soktu. Bunu en iyi rakiplerin sarı-lacivertli ekibe karşı oynadığı tempoyla, diğer maçlarda oynadığı tempoyu görerek anlıyoruz.
Fakat özellikle büyük maçlarda sıkışan oyun içerisinde Fenerbahçe’nin hücumunun da sıkıştığını gördük ya da nadir de olsa sarı-lacivertli ekibin rakibini sınırlandıramadığına şahit olduk. Bire bir konusunda bu kadar etkili olan Williams ve De Colo hamleleriyle birlikte Fenerbahçe’nin artık bu durumlara bir cevabı olabilir.
Geçen sezon Williams, yetenek olarak çok kısıtlı olan Bayern’de bunu dönem dönem yaptı. Özellikle Ocak-Mart ayları arasında hem ligde hem de EuroLeague’de Alman ekibinin hücumu sıkıştığı zaman skoru sürükleyen o isim oldu ve zaten bundan dolayı sükse yaptı.
4 yıldır süregelen sistem sonrası hücumda rakipleri ezberin dışına çıkartamayan Fenerbahçe için böyle tahmin edilmesi ve durdurulması zor iki oyuncu büyük bir kazanç olacak.
Diğer yandan Williams, Obradovic’in istediği o fizikli beşlere de profil olarak uyan bir isim. Onu gerekirse 3 numara olarak da oynatabilirsiniz. Kalinic–Datome-Williams üçlüsü bu konuda Obradovic’e büyük bir opsiyon sağlayacak. Hatta isterse Obradovic, maç içerisinde küçük planlarla Datome–Kalinic-Williams üçlüsünü aynı anda oynatarak hem hücumda hem de savunmada oyunu başka noktalara götürebilir.
Obradovic, Melli’yle de zaman zaman bunu denedi ama Williams’ın oyunu daha çok kanata sıkıştığı için Amerikalı oyuncu bu profile daha uygun bir isim.
İşin savunma tarafını daha çok negatif kısımlarda konuşacak olsak da bazı artılar getirecek. Williams’ın atletizmi ve birden çok pozisyonda oynayabiliyor olması ve kısanın karşısında ayak hızı olarak kalabilecek olması Fenerbahçe’nin aradığı şeyler…
Mental olarak en önemlisi ise Derrick Williams’ın belki de profesyonel kariyerinde ilk kez basketbolu ne kadar sevdiğini bize geçen sezon göstermiş olması.
Lokavt yazı olması sebebiyle 2011 Draftı’nda 2. sırada seçildikten sonra, onun için her şey tepetaklak gitti. O dönem onun gibi forvetlerin NBA’de çok fazla iki pozisyon arasında sıkışması, 2. sıranın getirdiği baskı ve doğru organizasyonlarda oynama şansı elde edememesi onu kariyerinde aşağıya çekti. Üstelik vücut dili olarak gösterdiği tavırlar da bu aşağıya gidişin NBA’den kopmasına kadar gitti.
Açıkçası Bayern’in onu Avrupa’ya getirdiği ilk zamanda ben onun bu kıtanın alışkanlıklarına da uyum sağlayabileceğini düşünmüyordum. NBA’de bize gösterdiği tavırlara bakarsak, adaptasyona çok açık birisi gibi değildi. Fakat kişisel fikrim, 28 yaşındaki oyuncu burada basketbolu ne kadar sevdiğini hatırladı.
Avrupa’daki agresiflik, taraftar baskısı gibi etkenler onda bir şeyleri etkiledi. Kolejde Arizona gibi köklü bir kolejde oynadığını düşünürsek muhtemelen kolej dönemindeki heyecanını hatırladı. Bu da kariyeri elinden kaymış gitmiş bir oyuncu için olabilecek en iyi şeylerden biri oldu.
Mesela, benzer bir hikayeyle yakın dönemde Fenerbahçe’ye gelen Anthony Bennett bunu hissedememişti. Williams’ı tetikleyen o duygular, buraya olan adaptasyonunu güçlendirdi. Tabii bunda Dejan Radonjic’in -daha önce Quincy Miller’da da gördüğümüz gibi- ona uygun ortamı yaratması da etkili oldu.
Fenerbahçe ve taraftarı ise Williams’ın içinde alevlenen bu hislerin daha da büyümesine yardımcı olabilir. Zirveye oynamaya çalışmak onu tetikleyebilir. Bunun yanında Fenerbahçe’nin son yıllarda sürekli olarak NBA’e oyuncu göndermeyi başarması, ona daha iyi bir geri dönüş için ümit verebilir. Çünkü Williams, bu transferin öncesinde önemli bir süre NBA’den hak ettiği düşündüğünü teklifi bekledi. Sarı-lacivertlilerin son dönemde NBA ile yakaladığı iletişim, onu daha da heveslendirebilir.
Diğer taraftan ise Derrick Williams’ın Obradovic öncesinde aynı ekolden gelen Radonjic ile çalışması da bu transferin olumlu yönlerinden biri… İki koçun oynadıkları setlerden, oyuncularından beklentilerine kadar birçok ortak yönü var. Keza gelişim açısından da Williams, Radonjic ile birlikte ikili oyun bitiriciliğinden sayı çıkarma konusunda büyük bir gelişim elde etti. Özellikle sezon ortasından sonra Jovic ile onun daha fazla ikili oyun oynadığını gördük. Daha önce profesyonel kariyerinde hiç böyle kullanılmadığını düşünürsek, onun hücum portföyü için bu önemli bir ekleme.
Williams’ın öncesinde böyle bir tecrübe edinmesi adaptasyon açısından Obradovic’in işini daha kolaylaştıracaktır.
Şut Sayısı, Tempo ve Savunma
Tabii, Derrick Williams eklemesinin Fenerbahçe‘ye getirdiği bazı soru işaretleri de var.
İşin hücum tarafından başlamamız gerekirse… Evet, Fenerbahçe hücumuna çok önemli iki yıldızı ekledi. İşler rayına oturduğu zaman, geçen sezona göre çok daha fazla opsiyonu olan bir hücum takımının çıkması oldukça büyük bir ihtimal.
Fakat bu eklentilerin getirdiği bazı problemler de olacak. En basitinden bu takımda kullanılacak top adeti nasıl dağıtılacak?
Geçen sezon Fenerbahçe’de ana rotasyonda yer alan oyuncuların hiçbirinin usage rating’i (şut kullanma oranı) %25.0’in üstünde değildi. Takımın en önemli hücum opsiyonları olan Sloukas ve Vesely bile %21.0-22.0 arasında yer aldı. Fakat De Colo %26.2 (ligde 10. sıra), Williams ise %25.6 (ligde 15. sırada) usage rating ile sezonu geçirdi.
Elbette bu iki ismin gelecek sezon bu yüzdelere çıkmasını beklemiyorum ama bu ikilinin, Guduric ve Melli gibi hücumda ilk iki tercih olmayan isimlerin yerlerine geldiğini düşünürsek değişimin kapıda olduğunu söyleyebiliriz.
Obradovic ya bazı oyuncularının hücumdaki rolünü kısıtlayacak ya da tempo tercihini değiştirecek.
Gelenler açısından bakarsak, De Colo’yu daha bu konuda sınırlandırmak mümkün ama Williams açısından onu buna ikna etmenin kolay olduğunu düşünmüyorum.
Bu işin en kolay çözümü her zaman tempo artırmaktan geçer. Çünkü temel bir doğru orantıyla, daha fazla tempo daha çok şut sayısı, daha çok şut sayısı da daha fazla memnun oyuncu anlamına gelir. Fakat Obradovic‘in kariyeri boyunca birkaç özel sezon dışında daha düşük tempoyu tercih ettiğini de biliyoruz. Bu sebeple de Fenerbahçe’nin hücumda çok bir tempo değişimi geçirecek kadar büyük bir değişime gitmesini beklemiyorum.
Westermann transferini de göz önüne alırsak belki Obradovic, iki farklı oyun tarzındaki beşlere yönelebilir ama yine Sırp koçun kariyerine baktığımız zaman bunu da çok tercih ettiğini görmedik. Bu sebeple hücumdaki ayarlamaları yapmak açısından Fenerbahçe için kolay bir dönem olmayacak.
Herkes, Spanoulis-Saras-Diamantidis üçlüsünün büyük finalde şampiyonluğunu hatırlar ama bir sezon önce bu üçlünün yanında doğru yan parçalar olmadığı için Panathinaikos‘un Top-16’da elendiği çok konuşulmaz. Bu yüzden de aslında sarı-lacivertliler için bu gözüktüğünden de çözümü zor olan bir durum…
Diğer yandan tempoyu artırmak, hücum için bir çözüm olacağı gibi savunmada ise var olan defoların daha fazla ortaya çıkması anlamına gelecek.
Fenerbahçe’nin iyi bir savunma takımı olmasının en önemli sebeplerinden biri, oyunu düşük tempoya indirebilmesi ve rakipleri sınırlandırabilmesi. Tempo artarsa Fenerbahçe bu avantajında sorunlar yaşayacak. Dahası Williams eklemesi Fenerbahçe’nin kısalarının savunma problemi için pek yararlı bir ekleme değil.
Taraftar, D-Will ile Vesely‘in atletizmini birlikte düşündüğü için doğal olarak heyecanlanıyor ama savunmada tek önemli şey atletizm değil. Atletizm genellikle bir oyuncuyu savunmada saklamayı kolaylaştırır. Amerikalı oyuncunun, savunmada saklanması gerektiği kadar problem getirdiğini düşünmüyorum ama aynı zamanda Melli‘nin savunmada çözdüğü birçok problemi, çözebilecek profilde birisi değil.
Melli, Fenerbahçe’nin Kalinic ile birlikte alan daraltma açısından en büyük kozlarından biriydi. D-Will ise kariyeri boyunca savunmada ne böyle bir oyun aklı ve bilgisi ortaya koydu ne de Melli’nin özverisi seviyesine çıktı. Hali hazırda De Colo eklemesinin savunmadaki bu deliğe pek faydalı olamayacağını düşünürsek, Fenerbahçe açısından savunmada çözülmesi gereken önemli bir sorun olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer yandan çok konuşulmayan ama önemli olan bir sorun daha var.
Fenerbahçe’nin uzun rotasyonundaki klasikleşmiş problemlerden biri, ribaundlar. Geçen sezon 29.7 ile ligde 15. sırada olan sarı-lacivertli ekip, yüzde olarak da %49.4 ile 9. sırada yer alıyordu. Melli de bu konuda çok eleştirilmişti. Williams’ın ise yüzde olarak İtalyan oyuncudan bir farkı yok.
Geçen sezon Melli, sahada olduğu anlarda savunma ribaundlarının %16.4’ünü alırken Williams ise Bayern’de %15.8’ini aldı. Kaldı ki Bayern, Fenerbahçe’nin ribaund ortalamasında geçebildiği tek takımdı. Amerikalı oyuncunun, kariyerine bakarsak %20.4 ile oynadığı Minnesota sezonu (ikinci yılı) dışında bu konuda parlak bir sezonu yok.
Dahası Melli’yle bu konuda alışkanlıkları biraz farklı. Williams genellikle ribaund pozisyonlarında bir kanat gibi hareket ederken Melli ise Vesely dışarıda kaldığı için pota altında daha çok yer alıyordu. Bu konuda Fenerbahçe geçen sezon pek verim alamadığı Lauvergne’den gelecek sezon bu konuda daha fazlasını bekleyebilir ama D-Will’in de bazı alışkanlıklarını değiştirmesi gerekiyor.