By Utkan Şahin / info@eurohoops.net
Herkese çok güzel bir haberim var: Turkish Airlines EuroLeague geri dönüyor!
Evet, hepiniz çok beklediniz biliyorum. Özellikle transfer döneminin yavaş yavaş bitmesiyle birlikte sıcak yaz geceleri hiç çekilmez oldu. Üstelik boşluğu doldurmasını beklediğimiz Dünya Kupası da maalesef o hissi pek veremedi ama artık başınızı kaldırabilirsiniz çünkü yeni sezona bugün başlıyor.
Gün gün huzurlarınıza takım analizlerini ve ilgi çekici raporları taşımıştık.
Sırada ise bir başka Türk temsilcisi Fenerbahçe Beko var.
ALBA Berlin Takım Analizi: Keyifli Basketbol, Az Galibiyet
Bayern Münih Takım Analizi: Doğru Organizasyon, Soru İşaretli Kalite
Valencia Takım Analizi: Ortalama Ama Yetmez
Baskonia Takım Analizi: Küçük Şehir, Büyük Gelenek
Kızılyıldız Takım Analizi: Veteranlar Takımı
Maccabi Tel Aviv Takım Analizi: Play-off’lar Neden Zor İhtimal
Panathinaikos Takım Analizi: Yeni Başlangıçlar, Yeni Heyecanlar
Olimpia Milano Takım Analizi: Ettore Messina Dertlere Deva Olacak mı?
Anadolu Efes Takım Analizi: İstikrar, Başarı Karşılığını Bulacak mı?
Hikayenin Sonunun Getirdiği Problemler
Fenerbahçe Beko, Zeljko Obradovic‘li dönemindeki en garip sezonunu geçen yıl yaşadı. Her şey rüya gibi başladı, devamı büyük bir kabusa dönüştü.
Üst üste alınan 12 galibiyetle kırılan rekor, Avrupa’nın köklü deplasmanlarından 6 haftada çıkartılan 5 büyük galibiyet, normal sezon liderliği, normal sezon rekoru, evinde hiç kaybetmeme ve daha bir sürü unutulmaz anı!
Sarı-lacivertliler, şampiyon sene dahil olmak üzere hiç bu kadar etkileyici olmamıştı. Belki OAKA deplasmanında 2 günde alınan 2 galibiyet hariç…
Üstelik Fenerbahçe, bunu büyük bir güç dominasyonuyla da yapmadı. Ellerindeki kadro, açık ara en güçlü takım değildi… Hatta kendi tarihinin bile en iyi kadrosu değildi. Fakat yıllardır birlikte kalmanın, birlikte kaybedip birlikte kazanmanın getirdiği bütün artıları kullanarak etkileyici bir başarı hikayesi yazdı sarı-lacivertliler…
Mesela Ülker Arena’da kazanılan bir Real Madrid maçı var. Bu oyuna sadece saha içine odaklanarak baktığınız zaman o maçı Real Madrid‘in kazanmamış olması bana hala imkansız geliyor. Oyunun neredeyse her noktasında üstün olan İspanyol ekibiydi. Fenerbahçe sadece birlikte sonuna kadar savaştı. Oyunun her alanında kaybetmesine rağmen o birlikte olmanın getirdiği mental güç galibiyeti getirdi.
Fakat hiçbir hikaye, hiçbir mutluluk hep aynı şekilde devam etmez. Hayatın hem güzel hem de acı yönü bu. Fenerbahçe için de 16 Şubat’tan itibaren hikaye değişmeye başladı.
Önce Joffrey Lauvergne, Türkiye Kupası yarı final maçında bileğinden sakatlandı. Finale belki yetişir denilen Fransız pivotu sahada bir daha ligdeki final serisinin 6. maçında gördük. Maçın başlamasına 2 saat kala tek başına faul atıyordu.
Ardından Vesely sakatlandı. Bir Milano deplasmanı, 30 dakika Kalinic‘in pivot olarak oynamasıyla kazandı sarı-lacivertli ekip. Sonra playoff’ta Kalinic de sakatlandı. Bitmedi, Datome playoff sonrası ilk maçta sakatlığa kurban gitti. Sonunda ise rüya gibi başlayan sezon hem EuroLeague hem de ligde Efes‘e kaybedilen hazin bir sonla bitti.
Onlar için üzücü…
Sonuna kadar savaştıklarını düşünen oyuncular için de, takımının saha içerisinde sonuna kadar savaştığını bilen taraftarları için de üzücü… Fakat inanın, bunun hiçbir getirisi yok.
Bu çağın insanları olarak, anlık etkilerle yaşamayı çok sevdiğimiz için midir bilmem ama bizler nedense sadece sonuçlara takıntılı insanlarız. Sonuçlar iyiyken kahramanlar yaratarak zaferleri konuşmayı çok severiz. Sonuçlar kötü olduğunda “ya şöyle olsaydı”, “böyle olsaydı şöyle olurdu” diye konuşmayı tercih ederiz.
Fakat aslında her hikayenin sonucu, birbirine bağlı nedenlerle ortaya çıkar. Hikayenin sonunu beğenmeyince kızmak ya da üzülmek doğal bir tepkidir ama gelecek adına hiçbir sonucu değiştirmez. Önemli olan bu sonuca bağlı nedenleri ortaya çıkarmaktır.
Kişisel olarak benim Fenerbahçe’den bu yaz beklediğim şey de buydu. Problemlerini doğru analiz ederek ortaya çıkan nedenleri düzeltme çabası… Geride kalan yaza dönüp bakınca bu konuda Fenerbahçe’nin bazı nedenleri çözdüğünü bazılarını ise umursamadığını görüyorum.
İlk kısmıyla ilgili uzun uzun konuşacağız ama burada ikinci kısmını kapatıp geçmek istiyorum.
Sarı-lacivertli ekibin bir an önce çözmesi gerektiği en büyük problemi, iletişimsizlik… Hatta iddia ediyorum bu problem; Fenerbahçe‘nin saha içindeki, kadroda planlamasındaki bütün problemlerinden daha önce geliyor.
Çünkü şube bu yaz bir kaosun içine düştüyse bunun en büyük sebebi bu. Bu çağda, bu hayat koşullarında başta kendi taraftarıyla olmak üzere bu kadar inatla iletişimsiz kalmak sadece büyük bir kaos doğurur.
Fenerbahçe basketbol takımı, giderek taraftarı nezdinde ikiye bölünüyor ve bunun tek sebebi iletişimsizlik. İnsanlara artılarınızla veya eksikliklerinizle doğruları aktarmazsanız, ortaya sadece kafa karışıklığı, yalan dedikodular ve komple teorileri çıkar.
Üstelik sorular aslında çok basit: “Bu şubenin bütçesi ne kadar? Bunun ne kadarı nereye harcanıyor? Paranın ne kadarı sponsorlardan geliyor? ”
Bu soruların cevabı, divan toplantısında bir soru üzerine 2 dakikada geçiştirilen açıklamalar olmamalı. Bu soruların cevabı bilinirse her şey, doğru bilgiler çerçevesinde konuşulabilinir.
Sakatlık olayı…
Fenerbahçe, dünya tarihinde sakatlıklar sebebiyle sezonu mahvolmuş ilk takım değil. Maalesef daha önce birçok takım da bunu yaşadı, ileride de yaşamaya devam edecek.
Fakat bu büyük iletişimsizlik her şeyi bu konuda da daha beter hale getirdi, getirmeye de devam ediyor.
“İnsanlar, neden yaz ortasında Jan Vesely‘in hala sakat olduğunu ve antrenmanlara başlayamadığını Çek bir gazeteciden duydu? Joffrey Lauvergne’in geri dönüşü neden bu kadar uzadı? Yanlış bir tedavi mi vardı yoksa kimsenin bilmediği başka bir sebepten dolayı mı böyle oldu? Bir takımın bu kadar çok sakatlık yaşamasının sebebi ne? Fenerbahçe bunu değiştirmek için bu yaz ne yaptı?”
Daha sizlerin karşısına bu tarz birçok soru getirebilirim. Sorular değişir ama cevapları değişmez çünkü hepsinin cevabı toplumun nezdinde bir bilinmezlik.
Bu, “aman canım ne olacak?” diye geçiştirebilecek bir problem değil. Oyunculara güven, takıma güven, şubeye güven buradan başlar. Başarı varken herkes birbirine güvenir ama başarısızlık halinde eğer güven olacaksa karşılıklı olmalı.
Sarı-lacivertli ekip, iletişim açısından taraftarına bu güveni vermedi ve maalesef hala da vermiyor.
Fenerbahçe belki çok başarılı bir sezon geçirerek bu kaostan çıkacak ama yarın başka bir başarısızlık yaşadığı zaman, yine kaosa girecek çünkü iletişimsizliği tercih ediyor.
İşin saha içindeki durumuna uzun uzun gireceğiz ama öncelikle gelin, transferleri birlikte notlandıralım.
Transfer Karnesi
Oyuncular hakkında uzun bir değerlendirmeyi incelemek yorucu olabileceği için onları karşınıza karne şeklinde çıkartmaya karar verdik. Sadece bu yazın en iyi transferi hakkında daha uzun bir değerlendirme bulacaksınız. Diğerleri için üniversitede olduğu gibi oyuncuların karşısında bir not ve küçük bir değerlendirme bulacaksınız.
Derrick Williams (A-): Özel bir yetenek, EuroLeague’in geçen sezon birebir üzerinden en çok sayı bulan uzunlarından / Obradovic‘in daha önceki 4 numara tercihlerinden çok farklı
Leo Westermann (C+): 2. top yönlendirici olarak ve savunma açısından doğru bir tercih / Daha önce CSKA‘da benzer bir rolde hayal kırıklığı yaşattı
Vladimir Stimac (C-): Personel eksikliğini kapatmak adına iyi bir hamle, iyi bir pota altı bitiricisi / Nicelik olarak Fenerbahçe‘nin sahip olmadığı bir şeyi vermiyor
Berkay Candan (D+): Kısıtlı yerli rotasyonu için verimli bir ekleme / EuroLeague’de çok süre alacağını sanmıyorum
En İyi Transfer: Nando De Colo (A)
Fenerbahçe Beko, son 2 sezondur süre gelen problemini mantık çerçevesinde doldurabileceği en iyi isimle çözdü.
NBA’deki başarısız deneyiminden sonra CSKA Moskova’da oyununu çok büyüten ve bir geçiş hücumu oyuncusundan yarı sahada durdurulamaz bir skorere dönen Nando De Colo, 5 yıllık CSKA macerasına bu yaz son verdi.
Süreç içinde Fransız yıldızın takımı iki kez EuroLeague kupasını havaya kaldırırken kendisi son 5 yılda en yakın rakibine 750 sayı fark atarak tüm EuroLeague’in en çok sayı atan ismi oldu.
Bogdanovic’in ayrılışı sonrasında kısa rotasyonunda yetenek problemi yaşayan, geçen sezon da çok fazla Sloukas’a bağlı kaldığı için kritik maçlarda eli kolu bağlanan bir takım için problemi çözebilecek daha iyi bir isim olmaz.
Üstelik sarı-lacivertliler, son dönemde en büyük rakipleri olan CSKA Moskova ve Real Madrid’in bulunduğu bir transfer üçlüsü içinde mutlu sona ulaşarak psikolojik açıdan rakiplerine mesaj gönderdi.
EuroLeague’in en özel skorerlerinden birisini burada, İstanbul’da, Zeljko Obradovic’in elinde izlemek oldukça zevkli olacak.
Takım Dizilişi
Oyun kurucu: Kostas Sloukas – Leo Westermann – Ali Muhammed
Şutör guard: Nando De Colo – Melih Mahmutoğlu – Egehan Arna
Kısa forvet: Gigi Datome – Nikola Kalinic – Tarık Biberovic
Uzun forvet: Derrick Williams – Berkay Candan – Efe Ergi Tırpancı
Pivot: Jan Vesely – Joffrey Lauvergne -Ahmet Düverioğlu
Bu Takım Ne Oynar: Zaman ve Sağlık
Fenerbahçe adına neden – sonuç hikayesinde saha dışı etkenlere ne kadar hayal kırıklığı içinde bakıyorsam; saha içi etkenlere o kadar pozitif bakıyorum.
Son 5 yıla dikkati aldığımız zaman sarı-lacivertli ekip, CSKA Moskova ve Real Madrid ile birlikte en başarılı takım. Bu takım şampiyon olamıyorsa başarısızdır düşüncelerine pek katılamıyorum. Dolayısıyla geçen sezonun o şekilde bitmesi sonuç bazlı olarak çok da önemli değil. Önemli olan geniş çerçevede sarı-lacivertli ekibin problemleri…
“Sarı-lacivertliler, ya 2015’te ilk Final Four sonrası yaptığı gibi başka bir yapılanma içerisine gidecek ya da bu yapılanma içerisindeki problemlerini çözecek. Çünkü açık bir şekilde Bogdan ve Ekpe sonrası yetenek açısından bu takım bir erime yaşıyor. Bu çok doğal. Avrupa’da böyle iki oyuncu şu anda yok. O sebeple Fenerbahçe gidip ‘şunu alsaydı’ problemlerini çözerdi demek de zor.”
“Fakat en azından bu iki isim gittikten sonra Obradovic‘in yerlerine ana role koyduğu Vesely, Sloukas gibi isimlerin en üst seviyedeki durumlarının iyi analiz edilmesi gerekiyor. Fenerbahçe şampiyonluktan beri oynadığı 3 Final Four maçından sadece 1 galibiyet çıkardı. O da 35 yaşındaki Dixon’un duruma el koymasıyla geldi. Sarı-lacivertliler her büyük maçta Dixon’a güvenecekse dün akşam gibi hayal kırıklığını diğer sezonlarda da yaşama ihtimali var gibi duruyor.”
Geçen yıl Fenerbahçe adına sezonu bu cümlelerle bitirmiştim. Fazlasıyla yanılmışım, çünkü Fenerbahçe, “şunu alsaydı” cümlesinin altını bu yaz doldurdu.
Avrupa’da geçen sezona kadar moda, kadro istikrarıydı. Bütün büyük takımlar, NBA’in korkutucu gücü karşısında bu yolla savaşmaya çalıştı. Fakat Efes‘in getirdiği rüzgar, her şeyi değiştirdi. Lacivert-beyazlılar, neredeyse sıfırdan kurdukları kadroyla final oynadı ve tüm Avrupa’ya özellikle kısalardaki yetenek toplamının ne kadar önemli olduğunu ortaya gösterdi.
Sonrası malum. Neredeyse tüm Avrupa – şartların da etkisiyle – çılgınca bir yaz geçirdi. Fenerbahçe de bu çılgınlığın parçası oldu. Obradovic döneminde Fenerbahçe, birçok önemli ismi kadroya kattı ama hiçbir yaz, Nando De Colo – Derrick Williams gibi 2 çarpıcı yıldızı kadrosuna katmamıştı.
Evet, Bogdan ile Ekpe harika bir ikiliydi ama o ikisi de gelirken böyle kariyerlere de sahip değildi. Burada, takımla birlikte büyüdüler. Sarı-lacivertlilerin yeni ikilisi ise daha farklı ve bu farklılık Fenerbahçe’ye birçok değişiklik getirecek.
İstatistik olarak baktığımız zaman, Fenerbahçe geçen sezon hücumda ligin en iyi takımıydı. Hücum verimliliğinde birinci sırada onlar vardı. Uzun süre de hem ikilik hem de üçlük yüzdesi olarak EuroLeague’i zirvede götürdüler.
Tüm bunlar Fenerbahçe’nin çok yetenekli olması ya da mükemmel bir kadro planlaması olması sebebiyle kaynaklanmadı. Hatta tam tersi bir durum vardı. Tek saha içi yaratıcısının Kostas Sloukas olduğu, 2. top yönlendirici olarak Marko Guduric‘in yer aldığı takımdan bu şekilde bahsetmemiz mümkün değil zaten.
Fenerbahçe, potaya yaklaşmanın birden farklı yolunu bulduğu için elindeki kadronun ederinden daha fazlasını alabildi. Tabii burada Sloukas‘a haksızlık etmemem gerekiyor. Yunan yıldız, normal sezonda kariyerinin bütün problemlerine karşı savaştığı bir performans ortaya koydu.
Fakat sonuçta Fenerbahçe‘nin hücumdaki limitleri hep Sloukas ve Guduric‘e bağlı oldu. Sarı-lacivertliler, kendilerinden daha fizikli bir takıma karşı yahut guard rotasyonunda yaratıcıların düşük verimli kaldığı her maçta problem yaşadı. Hatırlayacaksınız, sezon boyunca her şeyin Guduric‘in performansıyla çok bağımlı olduğunun altını ısrarla çizdim.
Bunu da gördük. Zalgiris deplasmanında o boğucu 3. maçı Fenerbahçe kazanabildiyse Guduric’in 3. çeyrekte ortaya çıkması sayesinde kazandı. Keza Sırp forvetin, sayı ve asistlerle 15 sayıdan fazla sayı ürettiği maçlarda sarı-lacivertli ekibin %95.0 gibi bir galibiyet yüzdesi olması da bunun en büyük kanıtı. Fakat 2 yıllık kariyeri boyunca Guduric hep bir bilinmezlik oldu. Muhtemelen kendi bile o akşam takımına ne vereceğini bilmeden sahada yer aldı.
Nando De Colo ise her şeyden önce bu bilinmezliği ortadan kaldırıyor. Bu adam, EuroLeague’in son 5 sezonda en yakın rakibine 750 sayı fark atarak en çok sayı atan kişi oldu. Rakiplerin tüm savunma taktiklerine rağmen her zaman bir şekilde kendi sayılarını üretti. Kötü geçirdiği geçen sezon bile Baskonia‘ya karşı Vitoria’da çıkıp, ‘ben büyük oyuncuyum’ dedi.
Sloukas ile Fenerbahçe taraftarının arası hiç bir zaman yeteri kadar iyi olmadı. Hatta çoğu zaman günah keçisi Yunan guard ilan edildi. Fakat bence Fenerbahçe, Sloukas ile devam kararı alarak doğrusunu yaptı. Sarı-lacivertlilerin problemi Sloukas’ın varlığı değildi, onlara gerekli olan zaman zaman Sloukas’ın da önüne geçecek bir kısa lidere, yaratıcıya ihtiyaç olunmasıydı. Guduric bunu yapamadı, muhtemelen yapamayacaktı da… Fakat De Colo bunun için yaratılmış bir isim.
Derrick Williams’ın getirdikleri ise bambaşka bir pencere çünkü Obradovic‘in kariyerinde tercih ettiği 4 numaralara hiç benzemeyen bir oyuncudan bahsediyoruz.
Sadece Melli üzerinden bile gitsek her şey daha açık ortaya çıkar. İtalyan yıldız, hücumdaki oyununun tamamını tepe üç sayı noktası üzerine kurgulayan bir isimdi. Öncelikli rolü de pas istasyonlarından biri olmaktı. D-Will böyle bir oyuncu değil.
Amerikalı yıldız, genellikle oyununu sağ yüksek posttan oynadığı bire birlerin üzerine kurgulamış durumda… Geçen sezon Bayern’deki sayılarının ve şutlarının neredeyse %50’ye yakını buradan geldi. Bu durum bile başlı başına Fenerbahçe hücumu için bir değişikliğin işareti aslında. Bütün oyununu tepede geçiren Melli’den forvette oyununu kurgulayan Williams’a geçiş, hücumda birçok değişikliğe sebep olacak.
Bu bir anlamda soru işareti fakat diğer yandan heyecan verici. Fenerbahçe‘yle ilgili son yıllarda en çok yapılan eleştiri, hücumların giderek daha tahmin hale gelmesiyle alakalıydı. Obradovic bunu hep oyuncu becerilerini geliştirerek çözdü. Vesely‘i daha iyi bir pasör haline getirdi, Kalinic‘ın sırtı dönük hücumlarını elit seviyeye çıkardı.
Fakat Fenerbahçe’nin elindeki çekirdek artık doğal sınırlarına ulaşmıştı. Bu nedenle D-Will gibi farklı profilde bir isme ihtiyaç vardı. Özellikle de yetenek bazlı düşünürsek… Geçen sezon Will Clyburn’un yaptıklarını hatırlar mısınız?
Fenerbahçe’nin işler sıkıştığı zaman, hep ilk başvurduğu şey rakiplerini daha da bozmaya çalışmak oldu. Bunu da hep mental sertlik üzerinden başardı ama açık bir şekilde bu takımın yetenek eklemesine ihtiyacı vardı. Bu sebeple D-Will eklemesi, Fenerbahçe adına çok olumlu.
Yine de her değişikliğin olumlu yanları olduğu gibi problemleri de olması gerekir. Fenerbahçe adına ise bu problemler zaman içinde çözülecekler ve çözülemeyecekler olarak ikiye ayrılıyor.
İlk kısımdan başlarsak… D-Will, hücuma yetenek getirdiği gibi problem de getiriyor. Sarı-lacivertli taraftar, yıldız isimleri sezona çok iyi girdiği için mutlu ama Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda açıkça gördük ki, Kalinic ile D-Will hücumda çok fazla üst üste basıyor. İkisi de aynı anda sahadayken verimlilikleri düşüyor çünkü benzer şekillerde oynamasalar da benzer alanlarda oynamayı tercih ediyorlar.
Keza Sloukas ile De Colu uyumu…
İşin hücum tarafında ben genelin aksini düşünüyorum. Evet, bu ikilinin oynamayı tercih ettikleri set temposu farklı ama belirli bir ahenk zaman içerisinde oturabilir. İşin savunma tarafı o kadar olumlu değil.
Bogdanovic ayrıldığından beri Fenerbahçe‘nin en büyük problemlerinden biri kısa savunması. Yavaş tempo içerisinde sarı-lacivertliler, rakiplerini boğmaya çalıştığı için ilk başlarda çok görülmedi ama 2017’de Ülker Arena’da kaybedilen Zalgiris maçından beri böyle bir durum var. Bu ikiliyle Fenerbahçe‘nin bu problemi çözmesi de çok kolay değil. Bu ikilinin aynı anda sahada olması için arkada hep Vesely ve Kalinic ile alan daraltılması lazım. O zaman da D-Will ile Kalinic uyumu problem haline geliyor.
Obradovic ve Gherardini bu problemi çözmek adına kısa rotasyonuna bir hamle daha yaptı ve Leo Westermann’ı getirdi. Fransız guard mükemmel bir savunmacı olmasa da oyun bilgisi ve fiziğiyle De Colo ile Sloukas arasındaki o bağlayıcı rolü üstlenebilecek bir rol oyuncusu. Üstelik De Colo’yla birlikte hücumda verimli bir ikili de olabilir. Fakat bu durumda da sanki takım içerisinde iki farklı kurgudan bahsediyor gibi oluyoruz. Bu Obradovic‘in çok tercih ettiği yollardan biri değil.
Yine de Fenerbahçe adına bu problemlerin hepsi sezon içerisinde küçük küçük dokunuşlarla çözülebilecek sorunlar. Önemli olan birlikte oynamaları ve bu alışkanlıkları elde etmeleri. İşte bu noktada da Fenerbahçe’nin gerçek problemi başlıyor.
“Çok iyi transferler yaptık ama birlikte çok çalışamadık. “
Dikkat ederseniz, Zeljko Obradovic sezon başından beri bu cümlenin üzerinde çok duruyor. Antrenmanlara çok önem veren bir koç olarak bunda ısrar etmesi belki size garip gelmeyebilir ama aslında bir durum çığlığı!
Efes, geçen sezon sıfırdan kurduğu bir kadroyla başarılı oldu ama lacivert-beyazlılar, o seviye Şubat’tan sonra çıktı. Üstelik neredeyse sürekli tam kadro oynayarak gelmelerine rağmen. Bu normal, olması gereken bu hatta.
Fenerbahçe‘nin de bütün bu problemlere çözüm bulmak adına buna ihtiyacı var. Birlikte oynamaya, birlikte antrenman yapmaya ve zaman geçirmeye ihtiyacı var. Bazı değişikliklerin bir alışkanlık kazanması ancak böyle olabilir. Fakat Obradovic ve takımı sezon başına kadar bunu hiç elde edemedi. Bazı oyuncular Dünya Kupası sebebiyle, bazıları ise sakatlıklar sebebiyle takımla birlikte çalışamadı. Bu akşam, Real deplasmanına iki ana uzunu olmadan sahaya çıkacaklar.
Bu olabilir. Geçen sezon Fenerbahçe‘nin sakatlıklar sebebiyle uzunsuz çıktığı maçlar da oldu. Fakat aynı zamanda bunun sarı-lacivertli ekibin gelişim sürecine büyük bir darbe vuracağı ve sezonun kaderini etkileyeceği de kesin.
Diğer yandan, çok konuşulan Vesely-Lauvergne ikilisiyle devam etmek doğru değildi argümanlarına da küçük bir değinmek istiyorum.
En başta da söylediğim gibi, benim adıma bu yaz önemli olan Fenerbahçe’nin problemlerine karşı nasıl bir reaksiyon göstereceğiydi. Bu konuda ise bir reaksiyon olmadı çünkü böyle bir şansları yoktu. Zannedilenin aksine kontratı devam eden bir oyuncuyla, yolları ayırmak öyle çok kolay değil. Bu sebeple Lauvergne gitmeliydi bakış açılarının bir gerçekliliği yok. Fenerbahçe’nin elinde hem Lauvergne’i gönderip hem de onun seviyesinde bir uzun alacak bir bütçe yoktu.
Sadece Fenerbahçe, kendisini daha garantiye alabilirdi. 4-5 numaraya oynayan bir oyuncuyla anlaşarak uzun rotasyonunu daha komplike bir hale getirebilir ya da bir kanat eklemesiyle Kalinic ve Datome‘yi iyice 4 numaraya çekebilirdi. Bu iki tarzda gelecek bir ekleme sarı-lacivertliler adına takım içi uyumu sağlamak adına da yararlı olabilirdi.
Fakat bu tarz bir hamle gelmedi. Onun yerine Lauvergne sakatlanınca Vladimir Stimac ile sözleşme imzalandı. Stimac, rotasyon olarak Fenerbahçe’ye yardımcı olabilir. Hamlenin eylül ayında geldiğini düşünürsek abartıldığı kadar kötü bir hamle olduğunu düşünmüyorum. Fakat Fenerbahçe, bir hamle yapacaksa, pazarda daha fazla oyuncu varken yapabilirdi.
Şartları tam olarak bilmediğimiz için neden yapılmadığı sorusunun cevabını da tam olarak bilmiyoruz ama olay, bütçeyse sarı-lacivertliler, düşük profilde bir isme giderek bir zar atabilirdi. Hatta bana sorarsanız atmalıydı.
Bunun sonuçlarını da sezon boyunca hissedecek.
Hazırlık Maçları: Eksik Geçen Dönem
Sarı-lacivertliler, yukarıda da bahsettiğim gibi pek istedikleri gibi hazırlık dönemi geçiremedi.
7 hazırlık maçında sadece 3 galibiyet aldı. Fakat bu çok önemli değil. Önemli olan onlar için birlikte geçirecekleri süreydi ama bunu elde edemediler. Dolasıyla da onları daha zor bir sezon bekliyor.
Cumhurbaşkanlığı Kupası’nın kaybedilmesi ise sonuç bazlı daha ciddi bir uyarıydı. Fenerbahçe, 5 yabancı kuralına en büyük rakibi kadar adapte olamadığını bir kez daha ortaya koydu.
10 Eylül Fenerbahçe Beko-Sigortam.net İTÜ: 89-58 (Leo Westermann 15 sayı) *
14 Eylül Fenerbahçe Beko-U-Banca Cluj: 67-66 (Derrick Williams 14 sayı) *
15 Eylül Fenerbahçe Beko-Partizan: 64-69 (Derrick Williams 15 sayı) *
19 Eylül Fenerbahçe Beko-Treviso: 71-58 (Nikola Kalinic 15 sayı) *
20 Eylül Fenerbahçe Beko-Virtus Bologna: 68-94 (Bobby Dixon 11 sayı) *
21 Eylül Fenerbahçe Beko-Olimpia Milano: 75-79 (Kostas Sloukas 13 sayı)
22 Eylül Fenerbahçe Beko-Panathinaikos: 72-84 (Ahmet Düverioğlu 14 sayı)
İzlenmesi Gereken İsim: Derrick Williams
Açıkçası sezon boyunca Fenerbahçe adına en takip edilesi durumlardan biri, D-Will’in takıma ve oyuna adaptasyonu olacak.
Fenerbahçe sistemin devam etmesini isteseydi, muhtemelen en son gideceği oyuncu Amerikalı yıldız olurdu. Fakat açıkça sistemin değişmesini istediklerini gösterdiler. Obradovic‘in elbette bu konu hakkında bir planı olacaktır ve bu planın hikayesini izlemek eğlenceli olacak.
Ayrıca Amerikalı oyuncu, sezona inanılmaz bir motivasyon ile başladı. Bazen onun oyunun isteğini görünce NBA’de bu adamı izlemiş olamayız gibime geliyor. Ondaki bu ateş devam ederse, sarı-lacivertli taraftarlarla D-Will’in arasında benzersiz bir ilişki görebiliriz.
Ne Beklemeli: Zorlu Bir Başlangıç
Fenerbahçe’nin elinde en büyük kupayı kaldırmaya yetecek kadar yetenekli bir kadro var. Bugün baktığımız zaman CSKA‘yı biraz arkaya koyarsak, en büyük 4 favoriden biri Obradovic‘in takımı…
Fakat sarı-lacivertlilerin bunu başarması için bir süre şeye meydan okuması gerekecek. Belki de kendi taraftarının inancına bile…
Kolay bir sezon başlangıcı onları beklemiyor. Bütün herkes birlikte çalışabilseydi bile ben, Fenerbahçe’nin geçen sezonun aksine dalgalı bir başlangıç yapmasını bekliyordum. Çünkü bu takımın zamana, birlikte oynamaya ihtiyacı var. Bazı doğru alışkanlıklar sadece böyle kazanılır. Sarı-lacivertliler adına şu an ise zaman aleyhe çalışıyor. Dolayısıyla işleri daha zor olacak. Özellikle de bir zorlu sezon başlangıç fikstürünü düşünürsek…
Fenerbahçe, ilk 10 maçının sadece 3’ünü içeride oynayacak. Üstelik bu 7 deplasman arasında CSKA, Real Madrid, Barcelona, Milano ve Maccabi gibi iddialı takımlar da var. Gerçekten çok zor…
Sarı-lacivertlilerin olası kötü sonuçlara karşı mental olarak hazır olması gerekiyor. Evet, sezon ilk 10 haftada bitmeyecek. Muhtemelen giderek daha iyi bir Fenerbahçe izleyeceğiz ama mental olarak buna hazır olamazlarsa takımın üzerinde hem psikolojik hem de özgüven olarak bir etki bırakabilir.