By Utkan Şahin / info@eurohoops.net
Dünya tarihi için küçük ama biz yaşayanlar için büyük bir 10 yılı daha geride bırakmamıza artık sadece günler kaldı.
Her zamanki gibi bu 10 yılda da takvim yaprakları birer birer attıkça dünya her anlamda değişmeye devam etti. Teknoloji değişti, hayatımıza sosyal medya diye bir kavram girdi, her şey ama her şey değişti. Basketbol bile 10 yılda çok farklı bir hale geldi
Fakat gelin gözardı edelim şimdilik değişimi…
Koca bir 10 yılı geride bırakıyoruz ve bu koca 10 yıla biraz saygı duruşunda bulunmamız gerekiyor. Bu sebeple de Eurohoops Fırın olarak, geride kalan sayılı günde farklı farklı konularda son 1o yılın unutulmazlarına bakacağız.
Bu yola BSL’nin karma kadrosunu oluşturarak çıkmıştık. Arkasında ise 10 yılda emekli olan 10 büyük EuroLeague efsanesine bakmıştık. Bugün ise konumuz çok daha büyük.
Son 10 yılda Türkiye’de basketbol büyük başarıla şahit oldu. Yaşanmaz denilenler yaşandı, olmaz denilenler ise oldu. Türk takımları, Avrupa’da altın çağını yaşarken 12 Dev Adam ise tarihinin en unutulmaz başarısını bu 10 yıl içerisinde yaşadı. Ülkeye büyük oyuncular ve efsane koçlar gelirken unutulmaz bir peri masalı da bu 10 yılı besledi.
İşte karşınızda 2010-2019 yılları arasında Türkiye erkek basketbolunda yaşanan en önemli 10+1 olay…
2010: 12 Dev Adam Dünya Kupası’nda 2. Oldu!
Eylül ayında Türkiye’de oynanan Dünya Kupası, basketbol tarihimizin en özel günleriydi.
Dünyanın birçok yıldızını ülkenin farklı yerlerinde izleme şansı elde etmemiz bile başına büyük bir olaydı fakat 12 Dev Adam’ın unutulmaz başarısı, bu turnuvayı bambaşka bir hikayeye çevirdi.
1981’de kazanılan Balkan Şampiyonası’ndan beri Türk basketbolu çok değişti. Belki olması gereken seviyelere çıkamadı, elindeki potansiyel daha büyüktü. Yakalanan 1978 ve 1987 jenerasyonuyla en azından EuroBasket’te bir altın madalya kazanılabilirdi ama bütün bunlar geldiğimiz yolu değiştiremez.
1981’de başladığı yolda giderek yükseldi Türkiye. NBA’e yıldızlar gönderdi, Avrupa basketbolunda söz sahibi olan ülkelerden biri olmayı başardı. 2010’daki büyük başarı ise o yolun tacı oldu.
Aslında alışık olduğumuz gibi o turnuvaya da büyük bir kaosla gitti 12 Dev Adam!
EuroBasket 2005 sonrasında başlayan süreçte Bogdan Tanjevic’in kadro seçimleri hep olay oldu. Bu bazen NBA yıldızları üzerinden bazen de genç – yaşlı jenerasyon üzerinden tartışıldı. Üstüne üstlük hazırlık dönemindeki sonuçlar da hiç parlak değildi. Sanki 12 Dev Adam, bir hayal kırıklığı olacak turnuvaya daha gidiyor gibiydi.
Yolculuğa Ankara’da başlayan Türkiye kısa süre içerisinde bu düşünceleri sildi.
Fildişi ve Rusya karşısında alınan galibiyetler sonrasında kritik Yunanistan maçını Ersan İlyasova’nın mükemmel performansıyla kazanan 12 Dev Adam, grup liderliği yolunu açtı ve turnuva içerisinde finale kadar Amerika’yla karşılaşmama şansını kaptı.
Gruptaki son 2 maçını kazanarak “harika” Ankara seyircisine veda eden Türkiye, artık yoluna Sinan Erdem’de devam edecekti. Üstelik bu yol bir anlamda intikam yolu olacaktı.
İlk olarak karşımızda Tony Parker’sız Fransa vardı. 2006’da Türkiye’yi 6.’lık maçında deviren Fransa karşısında mükemmel bir basketbol oynayan Türkiye, çok fazla zorlanmadan çeyrek finale kaldı.
Çeyrek finalde ise rakip Slovenya’ydı. Bir Luka Doncic’leri olmasa da Slovenlerin o takımı, Udrih-Dragic-Nachbar üçlüsüyle korkutucuydu. Üstelik formdaydı da. 2. turda Avustralya karşısında şov yaparak kazandılar. 2009 EuroBasket’te de grup liderliği maçında bizi mağlup ederek muhtemel bir madalyanın önüne geçmişlerdi.
Fakat Türkiye havasını bulmuştu ve sahada büyük bir coşkuyla hareket ediyordu. Ömer ve Sinan ile Slovenya kısalarını raydan çıkartan 12 Dev Adam, üç sayı çizgisinin arkasından şov yaptı ve soyunma odasına 20 sayı önde gitti. İkinci yarıda da durmayan milliler, farkı açmaya devam etti ve etkileyici bir galibiyetle tarihinde ilk kez Dünya Kupası’nda yarı finale kaldı.
Yarı final ise belki de milli takımın tarihinin en büyük maçıydı. Karşımızda EuroBasket 2001’de finalde 12 Dev Adam’ı mağlup eden Sırbistan vardı.Yeni jenerasyonuyla gümbür gümbür gelen Sırbistan, çeyrekte turnuvanın favorilerinden İspanya’yı son saniyede yıkmıştı.
Açık konuşalım, yarı finalin genelinde de daha iyi oynayan taraf onlardı. Bizim bütün hamlelerimize karşı hazırlardı. 1-3-1 alan savunmasına döndüğümüz anda Savanovic ile, adam adama savunmasında ise Teodosic-Krstic ikili oyunlarıyla bizi hep cezalandırdılar. Maçı da hep önde götürdüler. Fakat 12 Dev Adam, milli takımın tarihinin aksine özel bir şey yaptı. Kontrolü kaybetmesine rağmen maçın içerisinde kalmayı hep başardı. O direnç bizim maçı değiştirmemizi sağladı. 3. çeyrekte gelen üçlüklerle de havayı bulan 12 Dev Adam, son çeyrek öncesi maçı ortaya getirdi.
Son çeyrek ise başlı başına başka bir film.
Çıkan düdükler, Sırpların hala konuştuğu Ömer’in faul kullanmamak için çıkması, önce Semih’in basket faulüyle yaşadığımız sevinç, sonrasında ise bitime kısa bir süre kala Velickovic’in basketiyle Sırpların tekrar öne geçmesi…
4.3 saniye kala gelen molayı hiç unutamıyorum çünkü o mola basit bir mola değildi. Sanki zaman durdu ve biz o anın içine sıkıştık. Bizi oradan çekip kurtaran ise Kerem Tunçeri oldu. Moladan sonra Hidayet muhtemelen 3 kişinin üstünden zorlama bir şuta kalkacakken Kerem ondan topu aldı ve bomboş bir turnikeyle bizi öne geçirdi.
O an bir çılgınlıktı. Gerçek bir çılgınlık. Herhalde 80 milyon sevinçten zıplayarak Anadolu kara parçasının yerini değiştirmiş olabiliriz. Fakat maç bitmedi. Bize biraz daha korku gerekiyordu. Sırbistan topu kenardan çıkartırken Semih’in bloğu bizleri ikinci kez havalara uçurdu.
Ayrıca yıllarca hiç bitmeyecek, “Semih bloklamasa kaybediyorduk” geyiğini başlattı.
“Kevin Durant’i kim tutacak?” ya da “O uzun boylu çocuğu kim tutacak?”
Yarı final sonrası en çok duyduğumuz soru bu olabilirdi. İsmini bilenler Durant diyordu, o kadar takip etmeyenler ise o uzun boylu çocuk… Önemli bir soruydu çünkü bu Dünya Kupası olsa da Durant, o turnuvada bir Dünyalı gibi oynamadı.
İsmail Şenol’un şu meşhur tweetini hatırlarsınız…
Kevin Durant Umraniye’de kaybolmus. Allah rizasi icin goren yolu tarif etsin. Meydan’da Nike magazasindayiz.
— İsmail Şenol (@ismailsenol) September 3, 2010
Ümraniye, Dünya’da kaybolunacak en garip yer olabilir. Keşke Durant bir 10 gün daha kaybolsaydı.. Fakat olmadı ve bir uzaylı olarak maçı domine etti. Hidayet maçın başında biraz karşılık vermeye çalışsa da olmadı ve finali kaybettik.
Fakat bence o sonuca üzülmemiz gereksiz olurdu. Sonuçta Amerika dünyadaki her takıma karşı favoridir ve çok büyük bir sürpriz olmazsa kaybetmez. Ülkenin o güne dair üzülmesi gereken başka sonuçlar vardı.
Türkiye bizlere büyük bir gurur yaşatarak Dünya 2.’si oldu. Her zaman güzel anılar kazanarak gelmez. O maçın sonunda Türkiye Milli Takımı’nın büyük bir mutlulukla o platforma çıkması bence en az maçlar kadar güzel bir anıydı.
2010: Allen Iverson Beşiktaş’ta!
2010’lu yıllarda hayatımızda birçok olmaz denilen şey oldu. Ne gibi mi? Allen Iverson’ın Türkiye’de oynaması gibi!
Allen Iverson gibi bir ismi bir daha bu topraklarda görebileceğimizi düşünmüyorum.
Hayatın ne getireceği tabii ki hiç belli olmaz. Belki bir gün kader bize bir kez daha böyle bir hikaye sunar ama Iverson sadece buraya gelen büyük bir yıldız değildi.
O, daha ülkeye gelmeden önce bile topraklarımızda bir ikondu.
Eğer benim gibi 2000’lerin başında ilkokulu okuduysanız, sınıflarınızı hatırlamanızı isteyeceğim. Herhalde Iverson baskılı defter ya da Iverson kaplı bir resim çantası olmayan bir sınıf bile yoktu. Sınıflar yeterli gelmedi mi?
O zamanın basketbol sahalarını hatırlayın. Hiç Iverson’dan özenip ‘sleeve’ takmayan birisinin olmadığı basketbol sahası gördünüz mü? Ben hatırlamıyorum. Üstelik tüm bunların hepsi sosyal medyanın olmadığı bir dönemde yaşandı.
Allen Iverson bir dönemin çocukları için süper kahraman gibiydi ve hangi şartlar altında gelirse gelsin onun burada oynaması “süper kahramanların” gerçek olması gibiydi. Beşiktaş, onu 2 yıllık sözleşme imzalatarak Türkiye’ye getirdi. Karşılama töreni ise tek kelimeyle çılgıncaydı.
Buradaki kariyeri öyle çok şaşalı değildi. Iverson basketbolu bırakamasa da vücudu basketbolu bırakmıştı. Zaten çok da kalmadı ama bunların hiçbiri önemli değil. Onun bu ülkeye gelmesi birçok insan için taraflı tarafsız çok önemliydi.
Sonuçta NBA tarihin en iyi draft sınıflarından biri olan 1996 yılının 1. sıra seçimi, 2001 normal sezonunun MVP’si, NBA’de 4 sayı krallığı olan bir Hall of Fame’den bahsediyoruz!
2012: Beşiktaş’ın 3 Kupalı Sezonu
“Sex, sex, sex on the beach”
Allen Iverson belki Beşiktaş taraftarına beklediği mutlulukları veremedi ama 2012 sezonunda Ergin Ataman ve kadrosu kesinlikle verdi.
2011-2012 sezonun başlangıcı ilginç günlerdi. NBA’de lokavt olduğu için bazı NBA süper yıldızları, kariyerlerine geçici olarak Avrupa’da devam etme kararı aldı. O süper yıldızlardan biri olan Deron Williams ise Beşiktaş ile anlaştı.
Deron Williams gibi bir süper yıldızı, ülkede izlemek bile büyük bir olaydı ama asıl özel olan sonrasında Beşiktaş’ın yaptıkları oldu. Lokavt bitince Amerikalı süper yıldızını formasını emekli ederek gönderen siyah-beyazlılar, çok geç kalmadan asıl liderini buldu: Carlos Arroyo!
Porto Rikolu liderinin yanına Zoran Erceg, Pops Mensah Bonsu, David Hawkins gibi çekirdek kuran Ergin Ataman, daha sonraları başka bir büyük takımımızda da kuracağı çekirdeğin aslında ilk adımlarını atmış oldu.
Bu çekirdeğin başarılı olacağı ise ilk olarak Türkiye Kupası’nda ortaya çıktı. Aliağa Petkim ve Galatasaray‘ı başa baş geçen maçlardan sonra mağlup eden Beşiktaş, finalde ise Banvit’i 78-74 ile mağlup ederek kulüp tarihinde ilk kez Türkiye Kupası’nı kazandı.
Dahası bu, siyah-beyazlıların 37 yıl sonra kazandığı ilk kupaydı fakat son da olmayacaktı.
Avrupa’nın 3. kupası olan EuroChallenge’da Fuenlabrada maçları dışında çok fazla zorlanmadan Final Four’a kadar geldi Beşiktaş! Macaristan’daki Final Four’da ise ilk rakip ev sahibi Olaj’dı.
Ev sahibi ekibini Erceg ve Bonsu’yla deviren Beşiktaş, finalde ise unutulma bir son çeyrek sonunda Elan Chalon’u devirdi ve EuroChallenge’ı kazandı. O sezon ilklere doymayan Beşiktaş, kulüp tarihindeki ilk Avrupa kupasını kazanırken Türk basketbolu da aslında yakında başlayacak olan fırtınanın ilk rüzgarını estirdi.
Kazanılan iki kupa sonrasında gözler artık lige çevrilmişti.
Normal sezonu 4. sırada tamamlayan siyah-beyazlılar, çeyrek finalde karşısında son şampiyon Fenerbahçe‘yi buldu. 2 büyük takım, iki unutulmaz maç oynadı ve kazanan Carlos Arroyo’nun unutulmaz son çeyrek performanslarıyla siyah-beyazlılar oldu.
Yarı finalde Beşiktaş bu sefer karşısında diğer ezeli rakibi Galatasaray‘ı buldu. Normal sezonu lider bitiren sarı-kırmızılılar karşısında Ergin Ataman ve öğrencilerin, hem saha avantajı yoktu hem de ilk maçı kaybetmişti.
Fakat siyah-beyazlılar oradan ayağa kalktı. 2. maçta Zoran Erceg ile rakibini yıkan Beşiktaş, saha avantajını kaptı ve sonrasında evindeki iki maçı da kazanarak finale çıktı.
Finalde Anadolu Efes ile karşı karşıya gelen siyah-beyazlılar, harika bir seri sonrasında rakibini 4-2’yle geçti ve şampiyonluk kupasını kaldırdı.
İlk ve daha önceki tek şampiyonluğunu 1975’te yaşayan Beşiktaş, bu şampiyonlukla hem büyük bir özlemini bitirdi hem de bir sezonda 3 kupa kaldırdı. O sezona oyuncular damga vururken de Beşiktaş taraftarının ağzında tek bir şarkı vardı: “Sex, sex, sex on the beach”
2014: Altın Jenerasyon ve Altyapıda Kazanılan 14 Madalya!
Türk basketbolu olarak kullanmayı en sevdiğimiz kelimelerden biri: altın jenerasyon!
Altyapı şampiyonalarında başarı yakalayan her jenerasyonumuz için bu lafı hemen yapıştırıyoruz. Hoş, şöyle bir geçmişe bakarsak 1994 jenerasyonuna kadar bunu çok da fazla kullanamadık. Evet, bu jenarasyonlardan çıkan oyuncuların bazıları ülke tarihine damga vurdu ama genel toplamda beklediğimizi ne kadar alabildiğimiz tartışmalı!
Üstelik gözüken o ki 1994 jenerasyonunu da muhtemelen mükemmel bir şekilde kullanamayacağız ama jenerasyonun etkisi bana göre biraz daha farklı olacak.
Altyapılarda kazanılan madalyalar bana sorarsanız çok önemli değil. Hele bizim gibi salt kazanma amacıyla oynayan ve yaş küçültmenin yaygın olduğu bir ülke için. Fakat Türk basketbol altyapısını çok açık bir şekilde 2010 öncesi ve sonrası diye ayırabiliriz.
2010 öncesi Türk basketbolu milli takımlar düzeyinde 4 farklı jenerasyon kupasında tarihi boyunca 9 madalya kazanmıştı. Üstelik bunun 6’sı da U-16 seviyesinde gelmişti.
2010’lu yıllarda ise Türk basketbolu 4 farklı jenerasyonun kupasında toplamda 14 madalya kazandı. Üstelik daha önce hiç altın madalya görmediği U-20 seviyesinde 2014’te Yunanistan’da altın madalya kazandı. Keza U-19 Dünya Şampiyonası’nda tarihinde ilk kez madalya almayı başardı.
2010’lu yıllarda Türk basketbolunun altyapıda kazandığı madalyalar:
U20 EuroBasket (3 tane): 2014’te altın, 2015 ve 2016’da bronz madalya
U19 Dünya Şampiyonası (1 tane): 2015’te bronz madalya
U18 EuroBasket (5 tane): 2013 ve 2014’te altın madalya, 2015 ve 2019’da gümüş madalya, 2011’de bronz madalya
U16 EuroBasket (5 tane): 2012’de altın madalya, 2010, 2015, 2016, 2018’te bronz madalya
Bütün bunlar ne kadar önemli?
Bir açıdan bakarsanız çok önemli değil. Ben 1994 ve sonrası jenerasyonlarını da 1978 ve 1987 jenerasyonlarından daha farklı bir şekilde üst seviyeye hazırladığımızı düşünmüyorum. Muhtemelen onların hikayesi de aynı olacak. Üstelik ülkenin altyapısındaki problemler de çok değişmedi. Altyapılarla daha fazla ilgilenen kişiler daha doğru problemleri teşhis edecektir ama bir ülkenin son dönemde guardlarının hepsinin şut problemi olması çok normal değil.
Fakat bunun bir de başka bir penceresi var. Evet, bu ülkede spor denilince akla sadece futbol geliyor gibi davranabiliriz ama basketbola olan ilgi her geçen gün artıyor. Eskiye göre daha fazla çocuk profesyonel basketbolcu olmak istiyor. Eskisi gibi bir sonraki altın jenerasyon için 9 yıl beklemek zorunda değiliz. Alttan dalga dalga yeni yetenekler geliyor. Ve 2014’te başlayan bu dalga hız kesmeden devam ediyor.
Bu 10 yılda en azından bu dalgayı yaratmayı başardık, umarım gelecek 10 yılda da bunu nasıl eğitebileceğimizi öğreniriz.