by Utkan Şahin / info@eurohoops.net
“‘umut’ tüyleri olan bir şeydir
ruha tüner
ve sözsüz bir melodiyi söyler
durup dinlenmeden”
Fenerbahçe Beko, Perşembe gecesi Pire’de belki de son gerçek şansını çok iyi kullanarak Olympiakos’u mağlup etmeyi başardı.
Sarı-lacivertliler buradan da eli boş dönseydi, matematiksel olarak şansını sıfırlamayacaktı ama kendisini geri dönülmesi çok zor bir durumda bulacaktı. Muhtemelen playoff potasıyla arasındaki fark 4 maça kadar çıkacak ve son 5 maçını kaybetmiş bir takım olarak tek şansı, 2. yarıda kusursuz bir performans sergilemek olacaktı. Hatta belki kusursuzluk bile yetmeyebilirdi.
Fakat Zeljko Obradovic ve öğrencileri, bu sonuçla karşılaşmadı ve yarışa bir şekilde tutundu.
Evet, şu aşamada hala işleri hiç kolay değil. Sarı-lacivertlilerin hem basketbol hem de sahadaki sonuçlar açısından 2. yarıda bambaşka bir performans sergilemeleri gerekiyor. Fakat en azından Valencia maçının son bölümündeki karanlıkla birlikte aynı güneşin bir dağın arkasında batması gibi kaybolup gitmiş gözüken umut, bir kez daha onlara geri döndü.
Belki bunu iyimser bir bakış açısı olarak görebilirsiniz. Sonuçta Fenerbahçe Beko, sadece 1 galibiyet aldı ve hala gitmesi gereken çok yol var. Fakat bana sorarsanız, bu maçtan sadece bir galibiyet olarak bahsedemeyiz.
Sarı-lacivertli takım, Pire’deki maçta bu sezon ilk defa sahadaki basketbolu açısından gelişebildiğini gösterdi. Son yazımda da söylediğim gibi, sezon içerisindeki gelişim bir basketbol takımı için sezonun anahtar noktasıdır. Bu maça kadar ise sonuçlardan bağımsız bir şekilde Fenerbahçe’den bunu göremedik. Pire’deki son maçta ise ortaya bazı filizler çıktı.
Bu yazıda ise bu filizlenmelerin ne kadar büyüyebileceğine ve/veya bunun bir yalancı bahar ile açan çiçek olup olmadığına bakacağız.
İkincisi çok önemli çünkü bu sezon Fenerbahçe, ilk kez bir umutla karşılaşmıyor. Felaket başlangıç sonrasında arka arkaya gelen 3 galibiyet sonrasında da onların yukarı doğru ivlenmesi bekleniyordu ama kolay fikstüre rağmen sarı-lacivertliler, mental olarak çok ağır 4 yenilgi aldı.
Fakat Emily Dickinson’ın yukarıdaki dizelerinde de anlattığı gibi; umut dediğimiz şey de tam olarak bu. Ruhumuzda hiç bıkmadan bir melodi söyleyen, tüyleri olan bir şey o.
Dolayısıyla da üzerine konuşulmayı hak ediyor!
Joffrey Lauvergne’nin Saf Dışı Kalması
Bazen umut etmek geri de tepebiliyor.
Geçen sezon Fenerbahçe taraftarı, Joffrey Lauvergne’nin geri dönmesi için çok uzun süre beklemiş, en sonunda da hayal kırıklığı yaşamıştı. Bu sezon ise daha da büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar.
Sarı-lacivertliler, yazın sözleşmesinden çıkamadığı için Lauvergne ile yola devam etmek zorunda kaldı ama bunun sahadaki karşılığı kabul edilemeyecek kadar kötü oldu. Fransız oyuncu ile Fenerbahçe o kadar kötü bir haldeydi ki sarı-lacivertte gelişimin başlangıcı, Joffrey Lauvergne’nin rotasyondan çıkarılmasıyla birlikte ortaya çıktı.
Yanlış anlamayın, burada bir günah keçisi göstermek gibi bir niyetim yok. Lauvergne belirli roller için çok uygun olan, geçmiş kariyerinde kendini fazlasıyla kanıtlamış bir uzun… Hatta belki sarı-lacivertlilerin savunmada daha az defoları olsa rotasyonda kullanabilecek bir oyuncu fakat onun, 2019/20 model Fenerbahçe Beko içerisinde var olması mümkün değil. En azından işin savunma kısmında!
Malcolm Thomas transferini değerlendirirken onun savunmada yarattığı durumdan bahsetmiştim.
Lauvergne sahadayken sarı-lacivertli ekibin savunmada 100 pozisyon başına izin verdiği sayı 108.7’e kadar çıkarken (EuroLeague’in bu alanda en kötü 2. pivotu) o sahada yokken bu sayı 96.7 gibi kabul edilebilir bir seviyeye düşüyordu. Keza o sahadayken sarı-lacivertlilere karşı rakipleri, ikilik atışlarda %59.0 profesyonel basketbol takımını mahvedecek bir yüzdeyle ikilik atıyordu.
Bütün bunlar zaten korkunç ama daha da kötüsü Fenerbahçe’nin Lauvergne ile birlikte sürdürülebilir bir savunma planı yoktu. Ne Obradovic, ikili oyun savunmasında onu yarı sahaya kadar çıkartabiliyordu ne de Lauvergne’i ikili oyun sırasında geriye düşürüp çembere yakın olmasının bir faydası oluyordu.
Çünkü bir planda rakipler, onun üstüne giderek rahatça sayılar bulurken diğer plan ise Derrick Williams’ın savunma bilgisindeki problemler sebebiyle işlemiyordu. Dolayısıyla da rakipler, Lauvergne’nin savunduğu ikili oyun başına 1.27 sayı gibi inanılmaz yüksek bir sayı ortalaması yakalıyordu.
Zeljko Obradovic‘in bütün bunlara rağmen Lauvergne’i rotasyonda tutmasının en büyük sebebi, zaten çembere yaklaşamayan takımını iyice potadan uzaklaştırmak istememesiydi. Fakat o da sonunda pes etti ve Fransız pivot, Valencia maçından itibaren teknik bir kararla kadroya alınmamaya başlandı.
Bana sorarsanız Obradovic, Malcolm Thomas transferinden bağımsız bir şekilde bu kararı geç verdi. Bu kadar problemi olan bir takım için Lauvergne taşınması imkansız bir yüktü ve çok daha önceden ya rolünün oldukça küçültülmesi ya da şu an olduğu gibi komple kesilmesi gerekiyordu. Sırp koçun saha içerisindeki soru işaretlerini anlayabiliyorum ama bu kadar tahammül etmesi takımına gelişim değil, zarar verdi.
Peki Lauvergne’in rotasyondan çıkmasıyla birlikte Obradovic, ne yaptı? Aslında çok basit bir yönteme gitti ve savunmada başına dert olan bir oyuncuyu, daha az dert olacağı bir pozisyona çekti. Yani, Derrick Williams’ı beşe çekti.
İlk 15 Maç | Son 2 Maç | |
Oransal Olarak Derrick Williams’ın Pivot Pozisyonunda Aldığı Süreleri | %22.8 | %75.2 |
Fenerbahçe taraftarı, atletizmiyle ilgili olarak onu çok sevse de D-Will de bu zamana kadar Obradovic’in dertlerinden biri oldu.
Amerikalı oyuncu, işin savunma tarafındaki hem bilgi hem de efor devamlılığı olarak çok fazla problem yaratıyordu. Herhangi bir pozisyonda bunu zaten açıkça görebiliyorsunuz.
Onun beş numaraya çekilmesiyle birlikte ise Fenerbahçe, Derrick Williams’ın en önemli özelliği olan atletizm ve enerjisini kullanabileceği bir savunma planına evrildi. Bunu sağlamak için de kanatlarda Datome ile Kalinic savunma bilgisi ve alan daraltmasına güvenildi. Williams’ın 4 numaradaki süreleri de otomatikman Kalinic‘e kaydı.
Yani Obradovic, hem 4 numaradan istediği o savunma bilgisi, alan paylaşımını almaya başladı hem de D-Will’i en azından kabul edilebilir bir şekilde savunma rotasyonuna ekledi.
Aslına bakarsanız, bu Fenerbahçe’nin daha önce kullanmadığı bir plan değildi. Hatta D-Will’in verimli olarak gözüktüğü beşlere baktığımızda çoğunlukla onun 5 numara oynadığı beşlerdi. Fakat Obradovic bunu bir plandan daha çok, agresifliğe bağlı bir şekilde maçın gidişatını değiştirmek için kullanıyordu.
Normal şartlar altında bana sorarsanız olması gereken de zaten buydu. Kariyeri boyunca hemen hemen hiç 5 numara savunmasına dair çalışmamış bir oyuncudan, böylesine bir role evrilmesini beklemek kolay değil. En azından ana plan olarak…
Bir kere bunun Fenerbahçe için birçok dezavantajı var.
Kalıplı uzunlar karşısında sarı-lacivertlilerin neler yaşayabileceğini Bojan Dubljevic karşısında gördük. Bununla birlikte pota altında fiziksel olarak küçük kalmak savunma ribaundları açısından takımının başına bela oluyor.
Keza bu işin sadece savunma yönü yok. Fenerbahçe, D-Will’i beş numarada oynatarak açıkça potadan uzaklaşmayı kabul etmiş oluyor. Üstelik Kalinic’in de işin hücum kısmında kendine uygun bir rolü olmuyor. En önemlisi de pivot oynamak biraz acı çekmektir. İçeride sert ve kalıplı uzunlarla sürekli mücadele etmek Derrick Williams tarzında bir oyuncu için kabul edilmesi kolay bir durum değil. Bu tarz oyuncuların bir yerden sonra rolüne küstüğünü ve aşağıya doğru düştüğünü çok gördük.
Fakat her planın sorunları vardır.
Kabul ediyorum, bu çok fazla yan problemi yanında getiren bir plan ama en azından bir plan. Fenerbahçe, Lauvergne ile devam ederken ise bir planı bile yoktu. İkili oyunlar karşısında sarı-lacivertli takım, oyuncular gözünü kapatıp beklese daha etkili bir savunma yapmış oluyordu.
D-Will’in 5 numarada kullanıldığı planda ise sorunları kabul edip, buna göre bir maç planı kurgulama ve bu planı geliştirme şanslarınız var.
Sarı-lacivertlilerin Valencia ve Olympiakos maçlarına bakarsak bunu görebiliyoruz zaten. İki maçta da mükemmel savunma yapmadı Fenerbahçe! Hatta geçtiğimiz yıllarda olsa eleştirebileceğimiz performanslar sergiledi fakat maç içerisinde bu tercih edilmiş savunma planıyla birlikte sarı-lacivertlilerin oyun tarzında bir şeyler dikte edebildiğini gördük.
Bu planla birlikte Fenerbahçe, savunmada neredeyse her yerden delinen bir takım olmaktansa daha mobil, hareketli fakat fiziksel olarak eşleşme problemi yaşayan bir savunmaya dönmüş oldu. Bu oldukça riskli savunma planında Zeljko Obradovic ve öğrencileri, tercihen rakipleri karşısında bu fiziksel avantajlarını kullanmaya çalışırken daha mobil olmanın getirdiği avantajla da burada rakiplerini bozmaya çalıştı.
Bunu yaparken de eski dostlar Kalinic ve Datome yardıma koştu!
Muhteşem Datome, Kendine Rol Bulan Kalinic ve Nunnally’nin Geri Dönüşü!
Gigi Datome ve Nikola Kalinic, şu anki durumları itibariyle herhalde kendi pozisyonlarında Avrupa’da ilk beşe yazacağımız isimler değil. Fakat onların sahadaki varlığının Fenerbahçe için ne kadar kritik olduğunu bu sezon açıkça gördük.
İki oyuncunun, takıma uyarak sezona oldukça formsuz girmesi Fenerbahçe için kötü bir rüyayı kabusa çevirdi.
Geçen sezon sarı-lacivertlilerin potaya yaklaşmak için en çok kullandığı silahlardan biri olan Nikola Kalinic, bu sezon adeta bu özelliğini unuttu. Geçen sezon Sırp forvet, buradan rakiplerini işleyebiliyordu. Kendi pozisyonuna göre de sırtı dönük hücumdan en çok sayı üreten ikinci forvetti. Fakat bu sezon bu inanılmaz verimsiz bir hücum planına dönüştü. Bu da Fenerbahçe’nin potaya yaklaşmasında büyük bir problem oldu.
Gigi Datome‘nin yaşattığı problem ise daha farklıydı. Takımın en önemli bitiricisi olarak sezon başında onun top bile kullanamayacak seviyede olması sarı-lacivertli ekibin hücum kalitesine büyük bir darbe vurdu. Üstelik ikisinin de hücumda bu kadar kötü halde olması Obradovic‘in onları sahada tutmasına engel oluyordu.
Fakat son 2 maçla birlikte bu konuda bir değişim yaşandı.
Hücumda başı kesik tavuk gibi dolaşan Kalinic’i 4 numaraya çeken Obradovic, ona en azından işin savunma kısmında bir rol buldu. Fiziksel olarak küçük kalsa ve bununla birlikte savunma ribaundlarında problem yaratsa da onun savunmada fiziğini ortaya koyması Fenerbahçe’nin savunmasını sertleştirdi. Bu önemliydi çünkü D-Will, 4 numaradayken Fenerbahçe arka alanda fiziğini ortaya koyan bir oyuncu bulmakta zorlanıyordu. Fakat Kalinic ve Datome bedenlerini ortaya koymaktan çekinmediği için pota altı savunması en azından belirli anlarda yukarıya çıktı.
Ayrıca hem Datome hem de Kalinic’in yardım savunması bilgisinin yüksek olması, bu ikilinin toplu oyuncu karşısında büyüyerek alanı daraltması sarı-lacivertlilere can verdi.
Onların bu çabası, D-Will ve yeni transfer Malcolm Thomas’ın enerjisiyle birleşince ortaya savunmada daha mobil, hareketli ve rakibi bozan bir Fenerbahçe çıktı. Sonuncusu en önemlisi çünkü 5 yıllık büyük macerada Fenerbahçe’yi Fenerbahçe yapan tam olarak buydu. Bu sezon ise son 2 maça kadar bunu hiç görememiştik.
İstatistik olarak da bunun açık bir karşılığı var: İlk 15 maçta ortalama sadece 5.4 top çalmayla oynayan sarı-lacivertliler, son iki maçta ortalama 10 top çalma yapmayı başardı. Bu da özellikle pas kanallarında Fenerbahçe’nin geçmişe göre sıra dışı bir performans sergilemesi anlamına geliyor.
Fakat her şey elbette mükemmelleşmedi. Sarı-lacivertliler, bu savunmayı belirli bölümlerde başarılı bir şekilde yaparken zaman zaman da acımasızca cezalandırıldı.
Valencia, Ülker Arena’daki maçta bu planı Bojan Dubljevic üzerinden bulduğu ters eşleşmelerle işledi. Ne kadar mobil olursanız olun fiziksel üstünlük bir yerden sonra ağır bastı.
Olympiakos ise sanırım o maçı izlememişti çünkü Nikola Milutinov’u bu konuda hiç değerlendiremediler. Fakat gelecekteki rakipler, özellikle de ellerinde fizikli uzunlar varsa bunu kullanacaktır. Bu sebeple Fenerbahçe’nin bu savunma planıyla devam edecekse her pozisyonda adam değiştirmeyi azaltması gerekiyor. Sürekli ters eşleşme avantajını vermek bir yerden sonra hem kısaları faul problemine sokuyor hem de fiziksel olarak takımı aşağıya çekiyor.
Keza bu planın ribaundlara da pek olumlu etki ettiğini söyleyemeyiz.
Sarı-lacivertliler halihazırda EuroLeague’de ribaund verimliliğinde en kötü ikinci takım. Bir de fiziksel olarak böyle küçük beşlerle oynayınca Derrick Williams iyice pota altından uzaklaşıyor.
Valencia maçında tam 23 hücum ribaundu verdi Fenerbahçe! Takım olarak ise sadece 21 savunma ribaundu alabildiler. Bu korkunç bir durum! Ne kadar iyi savunma yaparsanız yapın bir yerden sonra rakibe bu kadar hücum şansı vererek zaten sayı yemenin yolunu açıyorsunuz.
Uzunlar biraz daha pota altında kalırsa iyi bir ribaundcu olan Malcolm Thomas’ın da uyumuyla birlikte bu savunma planı daha da gelişebilir. Tabii bir de Jan Vesely, sağlıklı bir şekilde dönerse o zaman kısa rotasyonundaki problemler Fenerbahçe’nin canını çok daha az sıkabilir. Fakat bunların hepsi bir olasılık! Fenerbahçe yukarıya doğru ilerleyecekse bu olasılıkları geliştirmesi gerekiyor.
İşin savunma kısmını burada tamamlarken Datome’ye başka bir parantez açmam gerekiyor.
Fenerbahçe son 2 maçının birini profesyonel bir takıma yakışmayacak seviyede yanlışlarla kaybetti, diğerini ise kazandı. Fakat sonuçlardan bağımsız bir şekilde Datome, bu iki maçta da çok büyük karakter ortaya koydu. Hem savunmada hem de hücumda ortaya bir mental sertlik koydu ve onun bu mücadelesi diğerlerine de bir ışık oldu.
Maç sonlarını bir kenara koyarsak; Fenerbahçe bu sezon ilk defa mental olarak savaşmaya hazırmış gibi gözüktü. İki hafta önceyi hatırlayın! OAKA’da De Colo’nun faul olan pozisyonunda Fenerbahçe’de çok ilginç bir şekilde kimse itiraz etmemişti. Pire’de ise devre sonunda De Colo basketi bulurken benchteki oyuncular başta olmak üzere herkes onun yanına koştu.
Bunlar belki küçük şeyler gibi gözükebilir ama mental olarak bir değişimi gösterir. Fenerbahçe’nin bu uzun zamandır unuttuğu bir şeydi. Datome ise bence saha içerisindeki o mental direnciyle sezon başından beri kendine bir lider arayan takıma o liderliği verdi.
Üstelik onun hücumda tekrardan bir faktör olması tahmin edersiniz sarı-lacivertlilerin hücum kalitesini değiştirdi. Faktör diyorum çünkü İtalyan oyuncu, bütün bir sezon böylesine yüzdelerle oynayamayabilir ama onun şut kullanması bile Fenerbahçe’ye hücumda akıcılık kazandırıyor.
En basitinden o, sahada şut kullanınca Fenerbahçe hücumda çeşitlilik sağlarken ayrıca Sloukas ve De Colo’nun üstündeki savunma yoğunluğu da aşağıya düşüyor. Zaten İtalyan yıldızın hücumdaki varlığının ne kadar önemli olduğunu da galibiyet dereceleri gösteriyor.
Gigi Datome’nin +10 sayı attığı maçlarda Fenerbahçe: 60 galibiyet – 13 yenilgi
Gigi Datome’nin +10 sayı atmadığı maçlarda Fenerbahçe: 45 galibiyet – 35 yenilgi
Datome’nin yükselen formu ve mücadelesi sarı-lacivertliler adına çok sevindirici olsa da İtalyan yıldızın üzerine bu kadar yük vermek de doğru değildi. Melih Mahmutoğlu bu sezon kritik katkılar verse de bu takımın kanat rotasyonuna ekleme gerekiyordu. Hele de Kalinic’in tamamen 4 numaraya geçtiğini düşünürsek…
Sarı-lacivertliler önceki gün (2 Ocak Perşembe) itibariyle bunu da yaptı ve ikinci kez sezon ortası transfer yaparak kadrosuna James Nunnally‘yi kattı.
Amerikalı kanat oyuncusunu daha önce burada iki sezon izledik. O süreç içerisinde Nunnally burada hiç ana rol oyuncusu olmadı ve özellikle playoff ile Final Four performansları sebebiyle de eleştirildi. Fakat şu anın gündeminde Fenerbahçe, o kadar geleceği düşünemez. Bu takımın somut katkı alabileceği rotasyona ihtiyacı var.
Pire’de bu durum başa o kadar bela olmasa da sezonun devamı için bir problem. Nunnally ise bu takımda daha önce oynamış bir şutör olarak buna yardımcı olabilir. Bir kere EuroLeague’de son 10 yılın en yüzdeli üçlük atan oyuncusundan bahsediyoruz. Onun bu özelliği, işin hücum kısmında takımı Datome’ye bağlı olmaktan kurtarabilir.
İşin savunma kısmında ise evet, Nunnally çok akıllı, savunma bilgisi yüksek bir savunmacı değil. Fakat savunmada bu her şey anlamına da gelmiyor. Atletizme de ihtiyacınız var. Fenerbahçe’nın kısa rotasyonu ise bu konuda oldukça defoluydu. Nunnally’yi daha önce olduğu gibi atletizmiyle takıma yardımcı olabilir.
Amerikalı oyuncunun da potadan uzak oynamayı tercih etmesi, elbette Fenerbahçe için bir problem ama sezon ortasında transfer yaparken mükemmel bir uyum bekleyemezsiniz. Nunnally’nin rotasyonu genişletmek ve atletizm problemini çözmek adına takıma yardımcı olacağı aşikar. Bu noktada Fenerbahçe için ihtiyaç olan da bu.
3. Çeyrek Laneti, Potadan Uzak Kalmak ve Nando De Colo
Fenerbahçe Beko taraftarının bu sezonki en büyük endişesi kesinlikle üçüncü çeyrekler! Hatta bu artık resmi bir tescil alarak Fenerbahçe için “üçüncü çeyrek laneti” ismini bile alabilir.
Çünkü bu sezon skorun başa baş gittiği birçok maçta sarı-lacivertliler, üçüncü çeyrekteki felaket performansı sebebiyle bir anda dağıldı. Otomatikman da bu bir fobi haline geldi.
Fakat aslında böyle bir lanet yok. Hatta kaderin cilvesidir, sarı-lacivertliler bu sezon EuroLeague’de oynadığı 17 maçın 9’unda üçüncü çeyreklerde skoru önde kapattı. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin problemi üçüncü çeyrekler ile ilgili değil. Problemi potaya uzak kalmakla alakalı!
Fenerbahçe Beko, ligin en iyi şut atan takımlarından biri. Özellikle Kasım ortasıyla birlikte sarı-lacivertlilerin şut yüzdesi artarken Olympiakos maçıyla birlikte üç sayı çizgisinin gerisinden yüzdesi %40.2’ye kadar çıktı. Şu an itibariyle %40’ın üstünde yer alan iki takımdan biri onlar.
Fakat modern basketbolda üçlükler çok önemli olsa da hala tek başına maç kazandırmıyor. En azından istikrarlı bir şekilde…
Takımların hala potaya yaklaşmaya ve bunun getirdiği etkiyle iç dış dengesini oturtmaya ihtiyacı var. Çünkü en temelde bunu yapamazsanız oyunu sadece rakibinizin izin verdiği belirli bir alanda oynayabilirsiniz ve çeşitlilikten tutun, devamlılığa kadar birçok problem yaşarsınız.
Obradovic‘in kariyeri boyunca en başarılı olduğu konulardan biri de zaten buydu. Onun takımlarının hücum grafiklerini incelediğimiz yazımızda bunu görmüştük.
Sırp koçun kariyeri boyunca çalıştırdığı takımların, şut isabeti anlamında EuroLeague’de altı kez ilk sırada yer aldığını ve beş kez ikinci sırada, üç kez de üçüncü sırada olduğunu gördük. Koca kariyeri boyunca bir Obradovic’in takımının en kötü performansı ise 2003-04’teki Panathinaikos takımının 10. olmasıydı.
Bu sezonki Fenerbahçe ise dokuzuncu sırada yer alıyor. Fakat isabet sayısı olarak daha kötü durumda: 13. sıra!
Bu da sarı-lacivertlilerin, maç içerisindeki hücum kalitesini ve devamlılığını bariz bir şekilde etkiliyor. Bu da savunması zaten problemli olan Fenerbahçe’nin iyice dağınık ve kırılgan bir hale gelmesine sebep oluyor.
Dikkat ederseniz, Fenerbahçe 3. çeyrekte kriz yaşadığı maçların genellikle ilk yarılarında üç sayı çizgisinin arkasından harika bir performans sergiledi. Üçlükler geldikçe sarı-lacivertliler, daha da fazla dışarıdan şut kullanmaya başladı. Fakat rakipler, biraz buna önlem alıp, savunmayı buna göre değiştirdiğinde sarı-lacivertliler hücumda kriz yaşadı.
Sayı | True Shooting | Asist | İkilik Atış Denemesi | İkilik Yüzdesi | Üçlük Atış Denemesi | Üçlük Yüzdesi | Pozisyon Başına Sayı | |
1. Çeyrek | 19.4 | %52.1 | 4.0 | 9.4 | %50.9 | 5.2 | %51.0 | 1.20 |
2. Çeyrek | 19.6 | %51.1 | 4.2 | 8.4 | %55.6 | 5.6 | %38.9 | 1.13 |
3. Çeyrek | 18.0 | %46.5 | 4.1 | 8.1 | %49.6 | 5.9 | %31.7 | 0.98 |
4. Çeyrek | 20.7 | %50.2 | 4.5 | 9.0 | %54.9 | 6.4 | %40.0 | 1.14 |
Bu tabloda da açık bir şekilde görüyoruz. Fenerbahçe bütün istatistiklerde en kötü performansını 3. çeyreklerde gösteriyor çünkü zaten potaya yaklaşmakta çok zorlanan sarı-lacivertliler karşısında rakipler, soyunma odasından dönerken daha yoğun bir topa baskı ve üçlük savunmasıyla Fenerbahçe’yi nefessiz bırakıyor.
Fenerbahçe de kısalarıyla delemediği yahut uzunlarıyla potaya yaklaşamadığı için de çaresiz kalıyor.
Dolayısıyla Obradovic’in takımının, bu kırılganlığı yahut laneti çözmesi için potaya yaklaşmanın yollarını bulması lazım. Önceki günkü Olympiakos galibiyeti sevindirici olsa da bu konuda soru işaretleri taşıyor. Sarı-lacivertliler, mükemmel bir yüzdeyle maç boyunca oynadı ve bunu geçmiş maçlara göre bir çeşitlilik içerisinde yaptı ama ikinci çeyrekte bir ara üst üste 11 şutu faul çizgisinin gerisinden kullandı.
Örneğin Valencia maçı bu konuda daha iyi bir sınavdı. En azından ilk yarıda kısalar agresif bir şekilde potaya gitmeyi denedi ve bunun ödülünü de topladı. Fakat 2. yarıda bu yine biraz arka planda kaldı. Kullanılan beşi düşünürsek de bu biraz normal oluyor.
Daha öncesinde Fenerbahçe potaya yaklaşmayı fiziksel olarak ters eşleşme yakalayarak çözüyordu. Kalinic, Vesely ve hatta kısalarıyla post up oynayıp, topu dağıtıyordu. Fakat Derrick Williams’ın beş numara olarak oynadığı beş bu konuda doğal olarak verimli olamıyor. Hatta tam tersi sarı-lacivertliler beş dışarıda gibi oynuyor.
Obradovic bu problemi iki kısa yaratıcısı Kostas Sloukas ve Nando De Colo’nun daha agresif birebirleriyle çözmeyi düşünüyor gibi. Bu sebeple de özellikle Kostas Sloukas‘ı çok fazla sahada görüyoruz. Elindeki kadroyu düşününce bu çare gibi gözükebilir ama Sloukas, şu aralar bu çareye pek derman olamıyor. Onun halihazırdaki devamlılık problemleri Fenerbahçe’yi daha da kötü hale getiriyor.
Bunun için belki Malcolm Thomas’ın ikili oyun sonrasında hızlı devrilmelerini daha aktif hale getirebilirler. Yahut D-Will, Olympiakos maçının sonunda olduğu gibi daha çok içeriye devrilebilir. Bu ikisi en azından belirli bir çeşitlilik getirecektir.
Fakat bence daha önemlisi Nando De Colo’nun alacağı sorumluluk!
Açık konuşalım; Fransız yıldız, daha önceki maçlarda belki büyük performanslar sergiledi ama kırılma noktalarında geri planda kaldı. Özellikle Fenerbahçe’nin üçüncü çeyrekte hücumda çaresiz kaldığı maçlarda en özel yetenek olarak gözler hep ona döndü ama De Colo’yu göremedi.
Önceki gün ise belki de ilk defa yıldız oyuncu, arka planda kalmadı ve fark 4’e kadar düştükten sonra sorumluluk alarak ivmeyi Fenerbahçe’ye taşıdı. Sarı-lacivertlilerin bu benzeri konularda De Colo’ya çok ihtiyacı var çünkü birazdan konuşacağımız konuda da bu takıma o yardımcı olabilir.
EuroLeague’in En Çok Tek Topta Maç Kaybeden Takımı!
Fenerbahçe önceki gece bir umut yakaladı ama bu umut büyüyecekse öncelikle maç sonlarını profesyonel bir basketbol takımı gibi oynamaya ihtiyacı var. Çünkü maçı bitiremezseniz, kazanamazsınız! Bu kadar basit.
Obradovic ve takımı, bu sezon sadece 6 galibiyet alabildi ama neredeyse bir o kadar maçı da kendi elleriyle rakibine teslim etti. Zalgiris karşısında maç bitti derken rakibini geri döndürdü, Zenit karşısında keza aynısını yaptı.
Valencia maçına hiç girmiyorum çünkü o gece olanlar büyük bir rezillikti. Evet, maç sonunda bir hakem hatası olabilir ama bir basketbol takımı, böylesine fahiş hatalar yapamaz. Baskı karşısında ilkokul takımı gibi dağıldı sarı-lacivertliler…
Daha bunların yanında geriden gelip bitirilemeyen Real Madrid ve Panathinaikos maçları da var.
Farkın Tek Top Olduğu Maçlarda | Galibiyet | Yenilgi |
ALBA Berlin | 1 | 4 |
Anadolu Efes"}”>Anadolu Efes | 2 | 1 |
Milano"}”>Milano | 2 | 1 |
Kızılyıldız | 2 | 2 |
CSKA "}”>CSKA | 3 | 2 |
Barcelona | 0 | 1 |
Bayern | 1 | 0 |
Fenerbahçe"}”>Fenerbahçe | 1 | 4 |
Khimki | 1 | 0 |
Baskonia"}”>Baskonia | 1 | 2 |
ASVEL | 4 | 0 |
Maccabi"}”>Maccabi | 0 | 1 |
Olympiakos | 1 | 3 |
Panathinaikos"}”>Panathinaikos | 4 | 2 |
Real Madrid"}”>Real Madrid | 2 | 0 |
Valencia"}”>Valencia | 1 | 1 |
Zalgiris"}”>Zalgiris | 1 | 4 |
Zenit | 3 |
* Uzatmalarda tabloya dahil edilmiştir.
Zaten tablo her şeyi anlatıyor. Fenerbahçe farkın tek top olduğu maçlarda bu zamana kadar tam 4 maç kaybederek en kötü performansı sergileyen takımlardan biri oldu. Bu kabul edilebilir bir durum değil.
Evinizde böyle acemice hatalar yaparak playoff yapmayı bekleyemezsiniz. Üstelik önceki gün Pire’de kazanırken de benzer bir durumu yaşadı Fenerbahçe! İnatla son bölümde rakibi maça ortak etmek için uğraştılar.
Kaybetmenin getirdiği özgüven problemini anlayabiliyorum ama bunu sadece telaşla açıklamak da doğru değil.
Bir şeyi bir kere yanlış yaparsanız hata olur. Eğer birden fazla kez yapıyorsanız bunun sebebi ya da sebepleri vardır. Fenerbahçe için bir sebep belki özgüven ile alakalı olabilir ama diğer bir konu da Kostas Sloukas‘ın maç sonu tercihleri!
Yunan oyun kurucu, Bogdan Bogdanovic’in ayrılığından beri bu takıma özellikle de maç sonlarında liderlik yapmaya çalışıyor. Kimi zaman bu konuda başarılı oldu, kimi zaman da başarısız… Fakat önemli bir süre bu konuda Fenerbahçe, Sloukas‘a muhtaçtı. Şimdi ise EuroLeague’in üst üste iki sezon clutch time’da en skorer oyuncusu Nando De Colo var.
Sarı-lacivertli ekibin son anlarda karar verici olarak biraz daha topu Fransız yıldızına emanet etmesi gerekiyor. Çünkü Sloukas en azından bu sezon bu rolü hiç kaldıramadı. Dolayısıyla böyle bir rol değişimi artık bu takım için elzem!
Peki İşler İyi Giderse Yol Açık mı?
Fenerbahçe gibi başarıyla büyüyen takımlar için her şey yolundayken küçük problemler bile büyük bir olaymış gibi gözükür. Bu durum, bu tarz takımlar için bir lanettir.
Fakat her lanetin bir de karşılığı vardır. Buradaki karşılığını ise işler kötüyken görebiliriz.Bu tarz takımlarda işler felaket giderken bile en küçük kıpırdanma taraftarına sanki geri dönüyormuş hissi yaratır.
Fenerbahçe tam olarak bunu yaşıyor. Çok eminim, Olympiakos galibiyetten sonra sarı-lacivertli ekibin taraftarlarının %90’ı fikstürü açıp bu takım nasıl playoff’a kalır hesapları yapmıştır. Çünkü umut ve inanç bunu gerektirir.
Peki ya gerçekten de Fenerbahçe için kötü dönem 2019 yılının geride kalmasıyla birlikte sona ermişse… Gelişim gösteren bir Zeljko Obradovic takımı için bu durumda playoff ne kadar gerçekçi bir ihtimal?
Bunun için biraz bütün takımların fikstürlerine bakmamız gerekiyor:
Galibiyet-Yenilgi | Evindeki Performansı ve Kalan Maç Sayısı | Deplasmandaki Performansı ve Kalan Maç Sayısı | |
Panathinaikos *"}”>Panathinaikos | 10-7 | 6-3 / 8 maç | 4-4 / 9 maç |
Khimki Moskova | 8-9 | 6-1 / 10 maç | 2-8 / 7 maç |
Olimpia Milano *"}”>Olimpia Milano | 9-8 | 7-2 / 8 maç | 2-6 / 9 maç |
ASVEL | 8-9 | 7-3 / 7 maç | 1-6 / 10 maç |
Kızılyıldız | 8-9 | 5-4 / 8 maç | 3-5 / 9 maç |
Valencia *"}”>Valencia | 8-9 | 6-2 / 9 maç | 2-7 / 8 maç |
Baskonia"}”>Baskonia | 7-10 | 5-3 / 9 maç | 2-7 / 8 maç |
Fenerbahçe | 6-11 | 4-4 / 9 maç | 2-7 / 8 maç |
Olympiakos | 6-11 | 4-4 / 9 maç | 2-7 / 8 maç |
Zalgiris"}”>Zalgiris | 5-12 | 3-7 / 7 maç | 2-5 / 10 maç |
Az çok ilk 5 sıradaki takımın diğerlerinden ayrıldığı belli oldu. Geriye kalan 3 sıra içinse şu an için 10 potansiyel aday var. Bu takımlar arasında Valencia ve Khimki Moskova ligin geri kalanında en çok içeride maç oynayacak takımlar. Panathinaikos ile ASVEL ise ligin geri kalanını daha çok deplasmanda geçirecek.
Fenerbahçe ise ikinci yarıda 9 maçını içeride oynayacak. Fakat sarı-lacivertlilerin şu ana kadarki Ataşehir performansını düşünürsek sezonun ikinci yarısında ümitlenmek için daha iyi bir Fenerbahçe’nin sahada olması şart! Üstelik iç sahadaki maçları hiç de kolay olmayacak.
İlk 8’deki Takımlara Karşı Performansı | Kalan Maç Sayısı (İçeride / Deplasmanda) | |
Panathinaikos | 2-5 | 7 maç (4/3) |
Khimki Moskova | 3-5 | 8 maç (4/4) |
Olimpia Milano | 3-4 | 7 maç (4/3) |
ASVEL | 4-4 | 8 maç (3/5) |
Kızılyıldız | 1-6 | 7 maç (5/2) |
Valencia | 0-8 | 8 maç (6/2) |
Baskonia | 3-5 | 8 maç (3/5) |
Fenerbahçe | 0-8 | 8 maç (7/1) |
Olympiakos | 2-6 | 8 maç (6/2) |
Zalgiris | 2-6 | 8 maç (2/6) |
İlk 8 Dışındaki Takımlara Karşı Performansı | Kalan Maç Sayısı (İçeride / Deplasmanda) | |
Panathinaikos | 8-2 | 10 maç (4/6) |
Khimki Moskova | 5-4 | 9 maç (6/3) |
Olimpia Milano | 5-4 | 10 maç (4/6) |
ASVEL | 4-5 | 9 maç (4/5) |
Kızılyıldız | 7-2 | 10 maç (3/7) |
Valencia | 7-2 | 9 maç (3/6) |
Baskonia | 4-5 | 9 maç (6/3) |
Fenerbahçe | 6-3 | 9 maç (2/7) |
Olympiakos | 4-5 | 9 maç (3/6) |
Zalgiris | 3-6 | 9 maç (5/4) |
Takımların fikstür zorluğuna bakarsak ikinci yarıda ilk 8 takıma karşı en az maçı Olimpia Milano oynayacak. İtalyan devi geri kalan 11 maçında ilk 8’in dışında yer alan takımlarla karşılaşacak.
Öte yandan ilk 8 takımlarına karşı en çok maçı ise ASVEL oynayacak. İlk 8 takımlarına karşı tam 9 maça çıkacak olan Fransız temsilcisi, bu maçların 6’sını pek de iyi olmadığı deplasmanda oynayacak.
Fenerbahçe’yi ise ilginç bir fikstür bekliyor.
Sarı-lacivertliler, ligin 2. yarısında ilk 8’de yer alan takımlara karşı oynayacağı 8 maçın 7’sini içeride oynayacak. Sadece Efes deplasmanlarına gidecek. Bu bir açıdan avantaj ama yukarıda da söylediğim gibi, sarı-lacivertlilerin iç sahadaki performansı kesinlikle yükselmek zorunda. Fenerbahçe ilk 8’in dışında yer alan takımlara karşı ise oynayacağı 9 maçın 7’sini deplasmanda oynayacak.
En Son Umutlar Ölür
Şanssızlık, zorlu fikstür, hakem hataları ve sakatlıklar… Fenerbahçe’nin bu sezonki ilk 4 ayı için birçok farklı çeşitli bahane ileri sürülebilinir. Fakat gelin açık konuşalım; sarı-lacivertliler, sezonun ilk yarısında playoff hak edecek bir basketbol oynamadı.
Hatta ligin en kötü basketbollarından birini oynadı fakat bu değişebilir. Bunu daha önce gördük.
Daha önce bu formatta Baskonia’nın dipten gelip, playoff yaptığına şahit olduk. Hele de geçen sezon… Kimse Panathinaikos ve Zalgiris’e artık şans vermezken onlar ayağa kalktı ve inanılmaz bir seriyle ilk 8’e kalmayı başardılar.
Fenerbahçe de bunu yapabilir. Sadece bunun için kendi yolunu kendi açması gerekiyor. Önceki gece Pire’de ise sarı-lacivertliler, ilk defa buna dair bir umut verdi. İlk defa gerçekten üzerinde konuşabileceğimiz bir takım vardı. Zaten galibiyetten daha çok bu herkese umut verdi.
Peki bu bir yalancı bahar olabilir mi? Evet! Bu her zaman mümkün. Belki sarı-lacivertlilerin sadece çok iyi şut attığı bir güne denk gelmiş olabiliriz. Fakat tam tersi de olabilir çünkü bu sezon ilk defa sarı-lacivertlilerin problemli de olsa işlenebilecek, gelişebilecek bir oyun planı olduğunu görüyoruz.
Buna sağlıklı bir Vesely‘nin eklenmesi ve Nunnally transferiyle birlikte her şeyi sadece biraz daha kolaylaştıracak. Fakat bunlar olsa bile Fenerbahçe’nin yolu çok zorlu ve dik olacak. Dolayısıyla da Obradovic ve takımı, playoff yolunu açacaksa sıfır hatayla ve pes etmeden sonuna kadar mücadele etmesi gerekiyor.
Çünkü Zeljko Obradovic’in İsmail Şenol’a verdiği bu röportajda söylediği gibi: En son umutlar ölür! O ölünceye kadar Fenerbahçe’nin mücadelesi devam etmeli!
Not: İstatistiklerin kaynağı EuroLeague’in resmi sitesi, Overbasket ve Eurohoops’un verileridir.