by Mete Budak / info@eurohoops.net
Twitter: @mete_budak
Birazdan okuyacağınız yazının Ergin Ataman ve Galatasaray’ın geçmişi hakkında kronolojik hikâye anlatma derdi yok. Ayrıca bu yazıda Galatasaray ve Ergin Ataman arasındaki ilişkinin zaman içinde oluşan çarpıklığında bir tarafı suçlu kabul ilan etme amacı da güdülmemiş, gelinen noktada hem kulüp hem de koç için oluşan şartlar tarafsız biçimde anlatılmaya çalışılmıştır.
Avrupa basketbolunda bir koçun bir takımı uzun yıllar idare etmesi kolay rastlanır bir durum değildir. En azından her sezon yarıştığı kulvarda en iyilerle mücadele etmek amacında olan kulüplerde, bu daha da zor görülür. Beklentilerin yüksek olmasının yanı sıra, koçların bu beklentilerin altından kalkması beklenir. Her kulüp kendi iç dinamikleri kapsamında bu dinamiklere uygun koçları arar ve bulursa, onları sahiplenir.
Biyoloji, bu sahiplenme durumunu farklı parametrelere göre açıklayan bazı güzel terimlere sahip. Simbiyoz, bunlardan biri. Kulüp ve koçlar bir araya geldiğinde iki taraf arasında bir simbiyoz, yani ortak bir beslenme alanı oluşur ve bu simbiyoz tarafların aksadığı bazı zamanları görmezden gelecek kadar iyi işler. Ya da en azından ideali budur ki, buna mutualizm denir. Hem koç hem de kulübün bu beslenme ortamından ortak fayda sağladığı, iki tarafın da bireysel olarak hayatta kalmasını ve büyümesini kolaylaştıracak bir ortaklıktır burada söz konusu olan. Bu ortaklık aslında imzalanan kontratın ötesine geçer, yazıya dökülmeyen bazı sözler karşılıklı olarak, bazen de bilinçsizce verilir. Simbiyozun tüzel tarafı mali yükümlülüklerini karşılamanın yanında simbiyozun en sağlıklı şekilde hayatta kalması için bir “patika” çizerken özel kişi tarafı ise bu patikayı en doğru şekilde takip etmenin sözünü verir.
Yazının ana konusu Ergin Ataman ve Galatasaray ve aralarındaki simbiyozun nasıl yavaş yavaş parçalandığı, ama o noktaya gelmeden önce EuroLeague’de bu sezon yer alan bazı uzun süreli simbiyozlara, basketbolda “mutualizmi” yani karşılıklı yararı sağlayarak birbirini besleyen koç ve takımlara göz atıp bu konudaki standartlara bir bakalım.
EuroLeague’in zirvesinde ve daha aşağı sıralarda buna örnek verilebilecek iki takım bulunuyor: Hemen akla gelen Real Madrid ve Pablo Laso birlikteliği bu sezon altıncı yılında ve Dejan Radonjic — Kızılyıldız simbiyozuyla beraber en uzun süre devam eden ortaklık durumunda.
Real Madrid’in doğasında, tıpkı Galatasaray gibi, talepkârlık var. Dolayısıyla Laso’nun altı yıldır süren Madrid macerası hafife alınmamalı. Altı yılda kazanılan üç lig ve bir EuroLeague şampiyonluğu Real Madrid kariyerinin en öne çıkan başarıları ama ilk sezonunda Top 16’dan ileri gidemediğini, geçtiğimiz sezon playoff’larda süpürüldüğünü de gördük. Ancak Laso, Real Madrid ile olan simbiyozu mutualist bir yaşam alanına çevirmeyi başardı.
Bunun başlıca sebepleri oyuncularıyla her zaman iyi bir iletişim kurması, iyi bir basketbol arka planına sahip olması, Real Madrid çekirdeğini oluşturan İspanyol oyuncularla uzun süredir çalışması, saha içi koçluğu kimilerince acımasızca tartışılsa dahi her zaman Real Madrid’in spor kültürünü sahada yansıtabilen takımlar yaratması gibi sayılabilir.
Elbette, bu dönemde altı yılda dört kez Final Four’a gitmiş olması da kulübün talepkâr köklerini besleyen bir başka etken. Uzun lafın kısası Laso, Real Madrid’in genlerine uygun bir koç olduğu için bu mutualist yaşam bazı aksaklıkların görmezden gelinmesiyle yoluna devam etti. Devam etmesi de mevcut şartlara bakıldığında muhtemel gözüküyor.
Kızılyıldız ve Dejan Radonjic partnerliği ise yine altıncı yılına giren bir simbiyoz. Ancak Real Madrid — Laso simbiyozuna göre daha farklı dinamiklere sahip. Çünkü Kızılyıldız bu altı yılda sürekli kulüp olarak evrim geçirerek bugün bulunduğu noktaya geldi, bu sürede Radonjic’i de bu gelişim sürecinin içine sokmayı başardılar. Yani Kızılyıldız’la Radonjic yalnızca birbirinden beslenmedi, aynı zamanda beraberce büyüdüler.
Radonjic ilk iki sezonunda takımını EuroLeague’de dahi oynatamazken, son üç sezonda önce normal sezonda elendiler, sonra Top 16’ya çıktılar ve geçtiğimiz yıl da playoff’ları gördüler. Gelişim düzenli bir çizgide ilerledi ve hatta ilerliyor. Bu sezon Eylül ayında ligin en kötü takımlarından biri olarak gösterilirken, bugün tam anlamıyla kurtlar sofrası haline gelmiş normal sezon rekabetinde playoff sıralamasında altıncı sırada duruyorlar.
Kızılyıldız bu süreçte Sırp yeteneklere ulaşan ilk takım haline geldi, Radonjic’i de bu yetenekleri en üst seviyede geliştirmek ve onlardan en yüksek verimi almakla görevlendirdi. Başarının tanımının daha farklı yapıldığı Sırp kulübünde Radonjic şu ana kadar bu simbiyozu mutualist bir ortama çevirmeyi başardı, çünkü tam olarak kulüp ve taraftar dinamiklerine hizmet eden takımlar yaratmasını bildi.
İç sahada atmosferi farklı standartlara çıkaran taraftarlarının önünde maksimum sayıda maç kazanmak zorunda olan kırmızı-beyazlılar, EuroLeague’in en sert ve en iyi savunma takımı oldu. Kısacası, parçalar birbirlerini tamamlıyor.
Şimdi yazının gerçek öznelerine gelelim: Galatasaray — Ergin Ataman, EuroLeague’de en uzun süreli beraberliğe sahip üçüncü simbiyoz. Bu yıl beşinci sezona girildi ve belki de Avrupa basketbolunun sahip olduğu en garip ortak yaşama bu ikili sahip.
Çünkü bu simbiyoz beklentilere düzenli olarak cevap verebilen tarafların varlığıyla hayatına devam etmiyor. Hayır, bu simbiyoz çizilen bir patikada dikkatli şekilde yürüyen taraflara da sahip değil.
Peki, bu ortaklık nasıl bu kadar zamandır ayakta kalıyor?
Bu simbiyoz, garip şekilde, tarafların birbirine zaman zaman sağlayamadığı ve hatta tarafların genleriyle uyuşmayan şeylerin varlığından besleniyor. Ne demek istiyorum? Gelin biraz açalım.
Galatasaray — Ataman beraberliği 2012–13 sezonunda başladığında kuşkusuz Galatasaray basketbolu Türkiye sınırları içerisinde başarıya en aç olan büyük kulüptü. Uzun yıllar, 2011’de gelen Cumhurbaşkanlığı Kupası dışında kupa kaldıramayan şube, Oktay Mahmuti’nin başarılı yapılanmasıyla yeniden ayağa kalksa da “kupa yoksa başarı da yoktur” mottosuyla farklı bir yapılanmaya gitme kararı aldı.
Galatasaray’ın Türkiye’deki en talepkâr kulüplerden biri olduğunu herkes biliyor. Ergin Ataman da bu doğrultuda kazanan bir koç olarak taraftarı olduğu kulübe geldiğinde bu talebi kısa dönem içerisinde karşılayabilecek başlıca isimlerden biriydi. Kazanma konusundaki ısrarı, başarı konusundaki hırsı ve Galatasaray için Galatasaray’ın istediğinden de fazlasını yapabilme konusundaki arzusuyla bu ikili adeta kusursuz bir birlikteliğin resmini çiziyordu.
Dolayısıyla Ataman ve Galatasaray bir araya geldiğinde oluşan simbiyoz, iki tarafın birbirine yarar sağladığı “mutualist” bir ortama dönüşmeye çok uygundu. Daha önce de dediğim gibi Galatasaray, daha büyük başarılar isteyen bir koça ihtiyaç duyuyordu. Ataman ise onu daha büyük başarılara ulaştırabilecek taraftar potansiyeline ve finansal güce. Adeta tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuştu.
Bu mutualist yaşam belli olumsuzluklar yaşasa da ilk iki yılında bir lig şampiyonluğu, bir lig finali ve EuroLeague’de ilk kez playoff gördü. Fakat sonrasında işler karışmaya başladı. Galatasaray zaman zaman Ataman’a finansal açıdan beklediği istikrarı sağlayamadı yani mutualist denge maddi tarafta biraz bozuldu. Ama Ataman hala beslenebildiği bir kulüp profili ve taraftar desteği bulabildiği için bu simbiyozu korumayı tercih etti.
Galatasaray ise bu noktada eli kolu bağlanan taraf oldu: Zaten gereken maddi fırsatları sunamadığı bir ortamda Ataman gibi kulüp genlerine başarı odaklı şekilde seslenebilen bir koçu kaybetmeyi göze alamazdı, bunu göze alsa da yarışmacı ruhunu bir derece kaybetmeyi kabullenmek zorundaydı. Ne de olsa Ataman’ın tek başına varlığı bile Galatasaray’ı her durumda yarışmacı olmaya zorluyordu. Ve bu, paha biçilemez derecede güzeldi.